Röportaj: Ekin Kurtiç
Bu sene sıkça yaşadığımız garip kış günlerinden birindeyiz, zira öğlen vakti tepemizde güneş parıldıyor. Bu sıcak kış günü benim için farklı bir buluşmaya da sebep oluyor: bir köylü destekçisi öğrenci olarak ben, çiftçiliğe yeni başlamış olan Serap Karakaş’la tanışıyorum. Bir yanımda Serap Hanım, diğer yanımda Çiftçi Sendikaları Genel Başkanı Abdullah Aysu. Başlıyoruz sohbete. Konumuz malum: memlekette tarımın ve köylülerin içinde bulundukları çetin koşullar, sorunlar ve bu sorunlara karşı bizlerin neler yapabileceği… Fazla söze gerek yok, hepimiz aynı dilden konuşuyoruz. Serap Karakaş’la gerçekleştirdiğimiz sohbetin de bize gösterdiği gibi…
Merhaba kendinizi tanıtır mısınız?
İsmim Serap Karakaş. Aslen şehirde yaşamış biriyim. Üniversite ve çalışma hayatından sonra tarım ile ilgilenmeye başladım. Çiftçiliğin ve gıdanın insanlar tarafından süslü alışveriş merkezlerindeki elbiselere bakar gibi vitrinden seyrediliyor olması beni hep rahatsız etmişti. Eşim Balıkesir’in Manyas İlçesi’nin Kulak Köyü’nden. Zaten bir ayağımız hep köydeydi. Sürekli gidip geliyorduk. Köyde neler olduğunu görmek, çiftçiliğin ve tarımın içinde bulunduğu zor koşullara tanık olmak bana hep acı verdi. Köylüler giderek yoksullaşıyordu. Bu süreçte bizim de köyle bağımız giderek artmaya başladı.
Köyde ne kadar araziniz var ve ne üretiyorsunuz?
Arazimiz 100 dönüm. Buğday ve ayçiçeği üretiyoruz. Pancar devlet kotası çerçevesinde olduğu için ona pek girmiyoruz. Yaş üretime de pek girmiyoruz çünkü o da fabrikalara bağlı bir üretim oluyor. Domates üretirsen bekliyorsun fabrika gelip alsın senden de salça yapsın diye. Ben daha çok geleneksel üretim modellerini tespit etmek, canlandırmak ve devamlılığını sağlamak ile ilgileniyorum. Örneğin geleneksel ekmek çeşitlerini tespit edip devamlılığının öneminin farkına varmaya çalışıyoruz. Mesela nohut ekmeği deriz biz, kadınların en çok yaptığı çeşitlerden biridir. Bizim köyde özellikle buğday çoktur. Herkesin övünebileceği şey önünde bir çuval buğday unu olabilmesidir. Ayrıca herkes peynir yapmasını bilir mutlaka. 9-10 kadın bir araya gelip tarhana yapar. Çok zahmetlidir tarhana, hazırlıkları bir gün önceden başlar.
Köyünüzde gözlemlediğiniz değişimleri ve bunlara dair kaygılarınızı bizimle paylaşır mısınız?
Köyde acı bir değişim var. Değerler, üretim ve tüketim modelleri değişiyor. Örneğin kadınların maharetle yaptığı peynir, ekmek şimdi yeni nesil için çok değersizleşti. Yeni nesil köyde kalmak istemiyor. Ya güvenlikçi olarak ya da satıcı olarak büyük şehirlerde çalışmayı amaçlıyorlar. Fakat son zamanlarda şehirde de barınamadığı için köye geri dönenler oluyor. Geri döndüklerinde ise çarpıcı bir tabloyla karşılaşıyorlar. Buradaki kaynaklar da onları geçindirmeye yetmiyor. Artık küçük çiftçiler tarlalarını ekemiyor çünkü gittikçe yoksullaşıyorlar. Köyün yüzde 90’ının Tarım Kredi’ye borcu var. Buradan yeni finans yöntemleri doğuyor işte. Yani borcun günü gelince köylü başka bir kaynaktan (çoğu zaman tanıdık insanlardan) başka bir borç alarak kredi borcunu kapatıyor. Böylece borç döngüsü hep devam ediyor. Çok sıkışıp da tarla satılana kadar devam ediyor bu döngü. Satın alan şirketlerin tarla toplayıcıları var. Bu toplayıcılar hangi köylünün sıkışık durumda olduğunu içeriden öğreniyor ve böylece gereken zamanda gereken alımı yapıyor. Diğer taraftan köylü için üretilenin de satılamaması en büyük handikaplardan. Yani köylü bir yandan doğa koşulları, diğer taraftan da piyasa koşulları ile savaşıyor. Koşullar artık öyle ki günlük tarım işçiliğinin ücreti 16-18 lira. Ve bu ücret için insanlar sırada bekliyor. Fabrikalar ise bizden hammaddeyi alıyor, işleyip sattıktan ancak 5-6 ay sonra bize para ödüyor.
Sizce bütün bu koşulların iyileşebilmesi için nelere ihtiyaç var?
Öncelikle ürün işleme, değerlendirme ve pazara kolay sunma için yaratılan iyi örneklere ihtiyacımız var. Üretici ile tüketicinin farklı şekillerde bir araya gelip, birbirlerini destekledikleri ilişkiler içerisinde olması gerekiyor.
4 Yorumlar
tülay
“yeni nesil köyde kalmak istemiyor” izmir-menemen-çukurköy’de (ki bu köy izmir’in büyük oran da sebze-meyce üreticisi) görüştüğüm sütçü amca yeğeninin menemen’de güvenlik görevlisi olarak çalışan biriyle evleneceğini, bu kişi köyde çiftçilik yapsaydı, yeğeninin asla evlenmeyeceğini söylüyordu, sütçü amcanın cümleleriyle “neymiş, şirkette takım elbise giyiyormuş, elinde çantası varmış !” durum böyle maalesef…
ismail ateş
Köyde acı değil utanç verici bir değişim var.Ben bir yörüğüm.Köyüm en son yerleşen yörüklerin köyü.Ve bu insanlar sütü sağıp sütçüye satıyor evine özellikle DANONE yoğurt alıyor.
şefika özcan
maalesef, tam buğday unu ekmeği tüketmek yerine, beyaz ekmek tüketiyor köylümüz, köylere araçlarla ekmek gidiyor şehir fırınlardan….Buğdayı üreten köylümüz , şehirde tüketilen ekmeğe rağbet ediyor, Tam buğday unundan yapılmış ekmeğin besin değeri, içinde katkılar bulunan beyaz ekmekle kıyas edilemeyecek kadar üstün.Bunu bile anlatamamışız insanlara…
Ahmet
Maalesef ozellikle Trakya koylerinde nufus giderek azaliyor. Kimse koye yasamak istemiyor artik.