Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM), Türkiye’de tarımsal yapının, 1991 ile 2001 yılları arasında fazla değişiklik göstermemesine karşın 2001 sonrası hızlı bir değişim sürecine girdiğini açıkladı.
BETAM Araştırma Direktörü Prof. Dr. Seyfettin Gürsel ve BETAM Araştırma Görevlisi Ulaş Karakoç tarafından hazırlanan araştırma notunda, TÜİK geçen aralık ayında Tarımsal İşletme Yapı Araştırması 2006’nın ön sonuçlarını duyurduğu hatırlatılarak, BETAM’ın bu araştırmasında, TÜİK’in açıkladığı bu sonuçlarının, 1991 ve 2001 yıllarında yapılan tarım sayımlarının sonuçlarıyla kıyaslandığı ve böylece, 1991-2006 döneminde Türkiye tarımında işletme bazında yaşanan dönüşümlerinin ana hatlarıyla izlendiği belirtildi.
Teknolojik gelişme var
Araştırmaya göre, 20 dekara kadar toprak işleyen işletmelerin sayılarının toplamda yüzde 33.4’den yüzde 24.8’e gerilediği, 20 dekardan fazla toprak işleyen işletmelerin sayısının ise arttığı vurgulanıyor. 1991’den 2006’ya kadar sulanan arazi oranı yüzde 14.4’den 24.1’e çıktı.
Araştırma notunda şu noktalara dikkat dikkat çekildi: “Bu durum, en küçük ölçekli çiftçilerin üretimden kısmen çekildiğini, orta ve büyük ölçekli çiftçiliğin ise yaygınlaştığını gösteriyor. İşletme ölçeğinin büyümesinin yollarından biri kiracılığın yaygınlaşması olarak görülüyor. Öte yandan bu arazi parçalanmasının artması pahasına gerçekleşiyor.
Ürün deseninde de kısmi bir değişme gözlemleniyor. En küçük ve en büyük işletmelerin arasında meyve yetiştiriciliği yaygınlaşıyor ve tarla ürünlerinin yerini alıyor. Aynı zamanda, özellikle ekili tarla alanlarında sulamanın neredeyse iki katına çıkması tarımda verimliliğin arttığını ve bütün yapısal sorunlara rağmen tarımda teknolojik gelişmenin sürdüğünü gösteriyor.”
Nasıl değişti?
Araştırma notu şöyle: “Bu rakamlardan Türkiye’de işletme başına ortalama toprak büyüklüğünü, 1991 ve 2001’de 70 dekar, 2006’da yaklaşık 93 dekar olarak hesaplıyoruz. Bu değişim büyük ölçüde üretimi sürdürmenin karlı olmadığı en küçük çiftçilerin tarım dışına çıkmalarıyla sağlanıyor.
Ancak ortalama toprak büyüklüğünün artması sadece büyük ölçekli modern çiftliklerin yaygınlaşmasını değil, aynı zamanda tarımdaki geleneksel aile işletmelerinin çok küçük olanlarının sürdürülebilirlik sınırının altında kaldığını gösteriyor. 1991 ile 2001 arasında kendini hem sayıca hem büyüklük olarak konsolide eden orta büyüklükteki grubun, 2001 sonrasında arazi büyüklüğü olarak düşüşe geçtiği, ancak sayıca artmaya devam ettiği görülüyor. En küçük kesim ise 2001’e kadar kendini korurken, daha sonra hem sayıca hem de toprak büyüklüğü olarak düşüşe geçiyor.”
BETAM’a göre orta ve büyük boy aile işletmeleri kiracılık yoluyla konsolide oluyor.
Kiracılık yaygınlaşıyor
Kiracılık ve ortakçılık ilişkilerinin Türkiye tarımının yapısal özelliklerinden biri olduğu belirtilen raporda, “TÜİK araştırması bu konudaki değişimi de gözler önüne seriyor. Yalnız kendi arazisini işletenlerin sayısı 1991 ile 2001 arasında yüzde 92.6’dan yüzde 85.9’e inmiş. 2001 sonrasında ise kısmi de olsa azalma sürüyor. Arazi büyüklüğüne baktığımızda, 2006 itibarıyla ekilen arazinin yüzde 30’a yakınının kiracılık yoluyla ekildiği görülüyor. Alt ölçeklere bakıldığında, 1991’den 2001’e kadar kiracılığın 20 dekar ve üstünde, 2001 sonrasında ise 100 dekardan fazla işleten kesimde dikkat çekici biçimde arttığ görülüyor. Sonuçta orta ve büyük ölçekte üretim yapan işletmelerin giderek kiralama yöntemiyle işletme büyüklüklerini artırdıkları ortaya çıkıyor” deniliyor.
Parçalanma ivme kazandı
Arazi parçalanması Türkiye tarımının en önemli yapısal problemlerinden biri. Buna göre, 1991-2001 arasında araziler toplulaşmış: bir-üç parçadan oluşan işletmelerin oranı yüzde 43.3’ten yüzde 56.5’e çıkıyor. Diğer bir ifadeyle bu dönemde dört ya da daha fazla parçadan oluşan işletmelerin ağırlığı azalıyor. Ancak 2001 sonrasında, bu eğilim tersine dönüyor ve parçalanma tekrar ivme kazanıyor.
Doğal olarak, işletme büyüdükçe parçalanma olasılığı da artıyor. 1991’de toplam tarımsal arazilerin yüzde 23.2’si 1-3 parçadan oluşurken, bu oran 2001’de 40.1’e çıktıktran sonra, 2006’da 17.5’e geriliyor. Raporda, “Bu durumun iktisadi açıklamasını yapmak daha ayrıntılı bilgiler gerektiriyor.
Ancak şu tahminler yapılabilir: Birincisi, miras hukuku nedeniyle her yeni kuşakla birlikte araziler parçalanmaya devam ediyor. İkincisi, yine toprakların hisseli tapularının yaygınlığı arazi alım satımlarını zorlaştırıyor. Üçüncüsü, bu yapısal nedenlerden bağımsız olarak, 2001’den sonra orta-büyük ölçekli işletmelerin kiralama yoluyla daha küçük toprakları işletmeleri parçalanmayı daha da artırmıştır. Tarımda artan maliyetler küçük çiftçileri tarımın dışına itiyor. Ancak, toprak sahipliğinin hala bir tür sosyal güvenlik kaynağı olarak görülmesi, üretimden ayrılan küçük çiftçilerin topraklarını satmak yerine kiralamalarına neden olmaktadır.”
Çiftçi, hububat, mısır, pancardan kaçıyor
1991’den 2006’ya kadar kullanılmayan ve tarıma elverişsiz alanlardaki azalma dışında tarımda çok önemli bir değişiklik gözlenmiyor. Ekilen alanda 2001 sonrası yüzde 2.8 kadar sınırlı bir artış sözkonusu. 1991-2001 arası 50 dekara kadar olan işletmeler ekili tarla alanını azaltıyor. Toplam meyve alanında da toplamda sınırlı bir artış görünüyor. Ancak ölçek bazında düşünüldüğünde, daha küçük işletmelerin ve en büyük işletmelerin meyve ekili alanlarının arttığı görülüyor. 1991’de 100 dekar altı işletmelerin arazilerinin meyve ekili alan oranları ortalama olarak yüzde 19.5 iken, 2001’de yüzde 24.9 ve 2006’da yüzde 30.7 oluyor. 2500 dekar üstü en büyük işletmelerdeyse ekili tarla alanlarını bir kısmının 2001 sonrası meyveye dönüştüğü görülüyor. Raporda bu durum şöyle açıklanıyor: “Hububat, mısır, şeker pancarı gibi geleneksel ürünlerde gelirlerin düşmesi ve yüksek arzın olması, daha fazla gelir getiren meyve üretimine geçmeyi teşvik etmektedir. Ancak bunu sadece iki kesim başarabilmektedir: Yatırım finansmanını karşılayabilen büyük işletmeler ya da küçük alanlarda daha az yatırımla daha fazla gelir elde etmeye çalışan küçük işletmeler. Ayrıca ortalama işletme büyüklüklerinin daha büyük olduğu iç ve doğu bölgelerinin meyve üretimi için daha elverişsiz koşullara sahip olduğu bilinmeli.”
Kaynak : Radikal