FAO, Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası resmi kurumlar, 2003’ten beri gıda fiyatlarındaki artışlar olarak kendini gösteren Küresel Gıda Krizi’ni, tarım ürünlerinin arz ve talebinde meydana gelen değişmelerle açıklamak eğilimindedir. Dünya gıda fiyatlarının artması, küresel olarak tarımsal gıda arzını azaltan ve tarımsal gıda talebini artıran bir dizi gelişmeyle ilişkilendirilmektedir.
Bu çerçevede, tarımsal gıda arzında azalışa yol açan etkenlerin başında küresel ısınmanın ve biyoyakıt üretiminin geldiği düşünülmektedir. Küresel ısınma, dünyanın pek çok bölgesinde kuraklık, sel gibi çeşitli iklimsel felaketlere yol açmakta ve iklim değişikliğine neden olarak bazı ürünlerin artık bazı bölgelerde yetiştirilmesini imkânsız hale getirmektedir.
Öte yandan, 2000’li yıllarda başta mısır olmak üzere çeşitli tarım ürünlerinden fosil yakıtlara alternatif olarak biyoyakıt üretilmeye başlanmıştır. Bu durum, hem üretilen tarım ürünlerinin bir bölümünün gıda olarak değil, yakıt olarak kullanılmasına hem de gıda olarak tüketilecek ürünleri yetiştirmek için kullanılabilecek tarım alanlarının bir bölümünün artık biyoyakıt üretimi için gerekli ürünlere ayrılmasına yol açarak tarımsal gıda arzını azaltmaktadır.
Tarımsal gıda arzını olumsuz yönde etkileyen bir diğer faktör de petrol fiyatlarındaki artışlara paralel olarak başta taşıma ve gübre olmak üzere tarımsal üretim maliyetlerinde yaşanan artışlardır. Girdi maliyetlerindeki yükseliş, girdi kullanımını azaltarak tarımsal gıda arzını daraltmaktadır.
Öte yandan, daha önce adı geçen uluslararası resmi kurumların raporlarında tarımsal gıda arzındaki azalış konusunda, dünya tahıl stoklarının, son 30 yılın en düşük seviyesine inmiş olduğunun da altı çizilmektedir. Ancak ne yazık ki, Gelişmekte Olan Ülkeler’in arz şoklarına ve fiyat değişimlerine karşı hem tüketicileri hem de üreticileri korumak amacıyla, kara günler için ellerinde tuttukları ulusal tahıl stoklarını 1990’larda Dünya Bankası ve IMF’nin yapısal uyum programları uyarınca satmaya zorlandıkları üzerinde ise hiç durulmamaktadır. Günümüzde tahıl stokları büyük ölçüde küresel tarım ürünleri ticaretiyle uğraşan çokuluslu şirketler tarafından tutulmaktadır.
Benzer biçimde, uluslararası resmi kurumların raporlarında Gelişmekte Olan Ülkeler’de tarım kesimine yapılan yatırımların 2000’lerde azalmış olduğu belirtilirken, uluslararası finansal kurumların dayattıkları koşulların ve özellikle küçük üreticilere verilen desteklerin azaltılmasının, bu ülkelerde tarımsal üretim kapasitelerinin daralması üzerindeki etkilerine değinilmemektedir.
Küresel Gıda Krizi’nin nedenleri içinde, tarımsal gıda talebini arttırıcı yönde etki eden gelişmeler arasında ilk sırada biyoyakıt üretimi gelmektedir. Biyoyakıt, tarımsal üretim açısından yeni bir talep kaynağı olmak niteliğindedir. Örneğin FAO’ya göre, 2007 yılında mısırda yaşanan yaklaşık 40 milyon tonluk üretim artışının 30 milyon tonu etanol üretimine gitmiştir. Etanol üretiminde, başı çeken ilk beş ülke ABD, Brezilya, Çin ve Avrupa Birliği’dir. Ayrıca, Avrupa Birliği, etanolun yanı sıra biyodizel üretimi de yapmaktadır. Bu ülkeler, toplam dünya etanol üretiminin %95’ini gerçekleştirmektedir. OECD-FAO’nun verilerine göre, etanol üretimi 2000–2007 yılları arasında 3 katına çıkmış, 2008–2012 yılları arasında yaklaşık 1,5 kat daha artmıştır. 2012–2021 yılları arasında da etanol üretiminin 1,5 katından fazla artması beklenmektedir.
Öte yandan, başta Çin ve Hindistan olmak üzere bazı GOÜ’lerde kişi başına gelirdeki artışa paralel olarak, bu ülkelerde halkın beslenme kalıplarında et ve süt ürünlerine doğru bir kayış olduğuna işaret edilmektedir. 1 birim et üretilmesi için 7 birim tahıl üretilmesi gerektiği göz önüne alındığında, bu durumun da dünya tarımsal gıda talebini arttırıcı yönde etki ettiği anlaşılmaktadır.
Tarım ürünleri piyasalarındaki vadeli işlemlere (future) yönelen spekülatif finansal akımların da tarımsal gıda fiyatlarındaki artışlar üzerinde önemli ölçüde etkili oldukları düşünülmektedir. Özellikle büyük kurumsal yatırımcıların buğday ve diğer tarım ürünlerinin vadeli işlemler piyasalarını kontrol eder hale gelmelerinden kaygı duyulmaktadır. Spekülatif sermaye akımlarının tarım ürünleri piyasalarında hem fiyat oynaklığını arttırabileceği hem de tarım ürünleri üreticilerine yanlış fiyat sinyalleri aktararak üretim kararlarını çarpıtabileceği düşünülmektedir.
Belirtmek gerekir ki, tarım ürünleri piyasalarında arzı azaltan ve talebi arttıran tüm bu gelişmelerin her birinin tarımsal gıda fiyatlarını yukarı itme etkisi bulunmaktadır. Ancak hiçbirinin tek başına böyle bir Küresel Gıda Krizi’ne yol açabilecek şiddette olmadığı düşünülmektedir. Uluslararası resmi kurumlar, küresel ölçekte gıda fiyat artışlarını tek bir faktöre bağlamak yerine, yukarda değinilen tüm faktörlerin tesadüfen bir araya gelerek, adeta “mükemmel bir fırtına” oluşturduğu görüşünü benimsemişlerdir.
Değerli iktisatçı Amartya Sen, “Yoksulluk ve Kıtlıklar” kitabında “Açlık, bazı insanların yiyecek yeterli gıdaya sahip olmaması olarak tanımlanır. Ancak bu durum, ortada yiyecek yeterli gıda olmaması demek değildir” der. Diğer bir deyişle, açlık, her zaman gıda arzının azlığından kaynaklanmamaktadır. Sen’e göre açlık, piyasadaki gıda miktarından çok, kişilerin ne kadar gıda satın alabildikleriyle ilişkili bir durumdur ve tarihte “en ciddi kıtlıklar, kişi başına düşen gıdada önemli bir azalış olmaksızın baş göstermiştir”.
Bu çerçevede, geçici değil kalıcı olması beklenen bir gıda krizinin, arz ve talep faktörlerindeki değişmeler sonucunda ortaya çıkan bir “gıda kıtlığı” sorunu olarak ele alınamayacağı açıktır. Uluslararası tarımsal işbölümü değiştirilerek, Gelişmiş Ülkeler’in tarımsal gıda ürünlerinin başlıca ihracatçıları, Gelişmekte Olan Ülkeler’in ise başlıca ithalatçıları oldukları bir küresel düzen yaratılmıştır. Adeta tavuğa “sen bize satmak üzere inci üret, yiyeceğin darıyı gel bizden ucuza al” denmiştir. Böylece Gelişmekte Olan Ülkeler, beslenmek için tahıl ithalatına ve döviz kazanmak için de -satamazlarsa kendi beslenmelerini sağlayamayacak olan- çeşitli tarımsal hammaddelerin ve tropik ürünlerin ihracatına bağımlı hale getirilmiştir. Gıda fiyatlarındaki artışlar ile gerçekte yoksul Gelişmekte Olan Ülkeler’in gıda tedarik etme olanakları daralmakta, gıda kıtlığı büyük ölçüde yoksul Gelişmekte Olan Ülkeler açısından ortaya çıkmaktadır.
Amartya Sen’e göre, bir kişinin gereksinimleri ne kadar acil ve yaşamsal olursa olsun, eğer karşılığında verebileceği bir şeyi yoksa, bu ekonomik sistemin mantığı açısından, bir şey talep etmeye hakkı olmamaktadır. Böyle bakıldığında, dünya nüfusunun 1/6’sının aç olması gerçeğinin, neden küresel ölçekte tarımsal üretime ilişkin öncelikleri değiştiremediği de anlaşılmaktadır. Sorun, her şeyden önce, Gelişmekte Olan Ülkeler’e uluslararası tarımsal işbölümünde verilen “tarımsal gıda ürünleri ithalatçısı” olmak rolü ile başlamaktadır. Bu noktada, “Gıda Rejimi” kavramı, Küresel Gıda Krizi’nin altında yatan gerçek nedenlere ışık tutmaktadır.