McMichael ve Friedman tarafından ortaya atılan “Gıda Rejimi” yaklaşımı, zaman içinde küresel tarımsal işbölümünün nasıl dönüştüğünü açıklamakta ve 2003’ten beri yaşanmakta olan Küresel Gıda Krizi’nin, basit bir gıda arzı kıtlığı ve gıda talebi fazlalığı sorunu olmadığını, küresel kapitalizmin işleyişi ile ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır. Tarihsel olarak, gıda üretim ve tüketiminde görece istikrarlı ilişkilerin hüküm sürdüğü dönemler ve mevcut güç dengelerinin değiştiği, dönüştüğü kriz dönemleri birbirini izlemektedir. “Gıda rejimi” kavramı, bir hegemonun ortaya çıkarak küresel ekonomik sistemi istikrarlı kıldığı dönemlerde, gıda üretim ve tüketiminin tabi olduğu küresel ölçekte geçerli olan zımnî kurallar setini ifade etmektedir. Her hegemonya döneminde farklı bir küresel gıda rejimi geçerli olmuş ve her gıda rejimi farklı bir küresel tarımsal işbölümünü beraberinde getirmiştir.
Gıda rejimleri, geçerliliklerini korudukları dönemlerde sanki doğal olan buymuş, sistem kendiliğinden işliyormuş gibi bir izlenim yaratırlar ama küresel olarak tarımsal üretimde, mülkiyet ve beslenme biçimlerinde köklü dönüşümlere yol açarlar.
Bu çerçevede, örneğin İngiltere’nin hegemonyası altında ve 1870–1930 yılları arasında hüküm süren ve Kolonyal Gıda Rejimi olarak da adlandırılan 1. Gıda Rejimi döneminde Avrupa’dan Amerika, Avustralya ve Yeni Zelanda kıtalarına büyük çaplı bir göç hareketi yaşanmıştır. Bu kıtalarda, tek çeşit (monokültürel) tarımsal ürün ihracatına bağımlı aile çiftlikleri kuran yerleşimciler, geçimlerini Avrupa’ya yapılan buğday ve hayvancılık ürünleri ihracatı ile sağlamışlardır. Böylece buralardaki yerleşimci nüfusla Avrupa arasında bağımlılık temelinde bir serbest ticaret rejimi kurulmuştur. Bu sayede, kolonilerde ve yerleşimci devletlerde ucuz, hatta sıfır maliyetli emek kullanılarak tarımsal ürünlerin fiyatları düşürülebilmiş ve böylelikle Avrupa hem sanayileşirken gereksindiği hammaddeleri ucuza temin etmek, hem de güçlenen işçi sınıfının toplumsal hareketlerini ucuz gıda yoluyla yumuşatmak olanağına kavuşmuştur. 1. Gıda Rejimi’nde, az gelişmiş ülkeler henüz gıda ithalatına bağımlı hale gelmemiş, aksine uluslararası tarımsal işbölümünde gıda ürünlerinin başlıca ihracatçıları konumunda olmuşlardır. 1930 Buhran’ı nedeniyle dara düşen ihracata bağımlı küçük aile çiftliklerinin topraklarını bırakıp büyük şehirlere iş aramaya gitmeleri sonucu, toprağın az sayıda büyük çiftliğin elinde yoğunlaşması süreci de başlamıştır.
Merkantilist-Sınaî Gıda Rejimi olarak adlandırılan 2. Gıda Rejimi, 1947–1972 arasında ve ABD’nin hegemonyası altında sürmüştür. Bu rejimde hem tarımın sınaîleşmesi “yeşil devrim” adı altında küresel olarak yaygınlaştırılmış hem de ABD’nin sübvansiyonlu tarımsal fazlaları Güney’e “gıda yardımı” adı altında boşaltılmaya başlanmıştır. ABD, 2. Dünya Savaşı sonrasında taban fiyat ve devlet alımlarına dayalı ulusal tarım destek programları ve ticaret kontrolleri uygulamaya başlamıştır. Bu sistem, Avrupa’da ve kalkınma çabaları içindeki Gelişmekte Olan Ülkelerde yaygınlık kazanmıştır. Böylelikle, tarımdaki sınaîleşmenin de etkisiyle, tarımsal üretimde önemli artışlar sağlanmış, giderek artan arz fazlaları ortaya çıkmıştır. Küresel piyasalarda arz bolluğu nedeniyle tarımsal ürün fiyatlarının düşük seyretmesi, bir yandan tarımsal üretimlerini desteklemeye bir yandan da sanayileşmeye çalışan, ihracat gelirlerinin büyük bölümünü ise tarımsal ürünlerden elde eden Gelişmekte Olan Ülkelerde büyük finansal zorluklara neden olmuştur. Bu koşullar altında, gıda yardımı adı altındaki ucuz ABD buğdayının dampingi, Gelişmekte Olan Ülkelerde daha pahallı olan yerli üretimin yerine kolaylıkla geçmiş, geleneksel beslenme biçimlerini de buğday ve mısır tüketiminin artması yönünde değiştirmiştir. Böylece, ABD’den gıda yardımlarını alan Gelişmekte Olan Ülkeler, 2. Dünya Savaşı bittiğinde gıdada kendi kendilerine yetebilmekteyken, giderek buğday ve mısır ithalatına bağımlı hale gelmişlerdir.
Yoğun hayvancılıkla tahıl üretiminin birbirinden ayrılması, büyük ölçekli sınaî tarım ve hayvancılık yapan çiftliklerin ve tarımsal gıda şirketlerinin ortaya çıkması da 2. Gıda Rejimi’nin yol açtığı dönüşümler olmuştur. 2. Gıda Rejimi’nde tarımsal gıda şirketleri başta yem, ilaç, gübre vb. alanlarda uzmanlaşmış ve dönemin merkantilist ticaret kuralları altında büyüyüp güçlenerek çokuluslu şirketler haline gelmişlerdir. 1972’de baş gösteren gıda ve petrol krizleri ile bu rejimin sonuna gelinmiştir. Bu tarihten sonra, tarımı uluslararası ticarete ve çoktaraflı ticaret anlaşmalarına dâhil etme çabaları öne çıkmıştır.
“Şirketleşmiş” ya da “Finansallaşmış” Gıda Rejimi olarak adlandırılan 3. Gıda Rejimi’nin ise, 1995’te Dünya Ticaret Örgütü’nün kurulmasıyla birlikte, küresel piyasalarda çokuluslu şirketlerin önündeki engellerin kaldırılması ekseninde biçimlendiği düşünülmektedir. Bu çerçevede, küresel tarımsal gıda piyasalarında yaşanan şirketleşme ve finansallaşma süreçlerinin, birbirlerini tamamladıkları ve 3. Gıda Rejimi’nin işlemesini sağlayan zımnî kurallar setini birlikte oluşturdukları söylenebilir.
3. Gıda Rejimi, tekelci çokuluslu şirketlerin hegemonyası altında hüküm sürmektedir. 3.Gıda Rejimi’nin ilk aşamasında, bir yandan önceki gıda rejiminde sıkı ticaret kontrollerine tabi olan tarım ürünlerinin uluslararası ticareti serbestleştirilirken, bir yandan da IMF ve Dünya Bankası yapısal uyum programları aracılığıyla, Gelişmekte Olan Ülkelerdeki fiyat destekleri, girdi sübvansiyonları ve devlet alımlarına dayalı ulusal tarımsal sistemler ortadan kaldırılmıştır. Gelişmiş Ülkelerin tarımsal üretimlerine farklı biçimlerde de olsa vermeyi sürdürdükleri sübvansiyonlar sayesinde ise, uluslararası fiyatların düşük kalması sağlanarak, özellikle Gelişmekte Olan Ülkelerdeki küçük üreticilerin rekabetçilikleri ve dirençleri önemli ölçüde kırılmıştır. Çokuluslu şirketler, tarım ürünleri üretim ve ticaretinin her aşamasında kendilerinin tekelci konumda oldukları küresel değer zincirleri oluşturarak, küresel tarımsal gıda piyasalarında hâkimiyet kurmuşlardır.
Böylelikle 2000’li yıllarda, tarımsal gıda fiyatlarındaki artışların küçük üreticileri değil, çokuluslu şirketleri kazançlı çıkardığı ikinci bir aşamaya geçilmiştir. Gerek tarımsal gerek sınaî üretimin çokuluslu şirketlerin kontrolünde küresel değer zincirleri biçiminde küresel ölçekte örgütlendiği, son derece esnek ve güvencesiz bir küresel işgücü piyasasının yaratıldığı 2000’li yıllarda, gıda fiyat artışları işgücünün iş bulmak, mevcut işini kaybetmemek ve geçinmek kaygılarını arttırarak, kendi içindeki rekabeti kamçılamaktadır. O nedenle, 1. ve 2. Gıda Rejimleri’nin aksine, 3. Gıda Rejimi’nde artık gıda fiyatları düşük tutularak emek sınıfının tansiyonunu düşürmeye de gerek kalmamıştır. Bu çerçevede, küresel gıda fiyatlarında 2003’ten beri süreklilik kazanan artışlar olarak kendini gösteren Küresel Gıda Krizi’nin, 3. Gıda Rejiminin yapısal bir unsuru olduğunu söyleyebiliriz.
3. Gıda Rejimi, çokuluslu şirketlerin tohumdan toprağa, üretimden dağıtıma tarımsal faaliyetlerin her aşamasında tekelleşmesi ve köylüleri, binlerce yıldır sahip oldukları geleneksel bilgilerinden, tohumlarından, topraklarından ve sularından etmesi temelinde işlemektedir. 3. Gıda Rejimi’nin beraberinde getirdiği uluslararası tarımsal işbölümünde Gelişmiş Ülkeler temel tarım ürünlerinin ihracatçıları, Gelişmekte Olan Ülkeler ise ithalatçıları konumundadır. Gelişmekte Olan Ülkeler hem gıda güvenlikleri açısından büyük önem taşıyan temel tarım ürünlerinin ithalatına hem de satamadıkları takdirde kendilerini besleyemeyecek olan sezon dışı ya da yıl boyu üretilen meyve ve sebze, çiçek, meyve suyu, meyve ve sebze konserveleri vb. ürünlerin ihracatına bağımlı hale gelmişlerdir.
3. Gıda Rejimi altında, küresel gıda fiyatlarının artmasıyla birlikte, küresel tarımsal gıda alanında faaliyet gösteren çokuluslu şirketlerin kârları tavan yaparken, tarımsal gıda ithalatçısı Gelişmekte Olan Ülkelerin ve gelirlerinin büyük bölümünü gıda harcamasına ayırmak zorunda kalan yoksul kesimlerin daha da yoksullaşmak ve açlık tehlikeleriyle karşı karşıya kaldıkları görülmektedir.