IPCC’nin, 2001 yılındaki 3. değerlendirme raporunda, son buzul çağından beri hiç görülmemiş büyük bir değişimle, küresel ısınma yaşandığı; karbon salımı denetim altına alınamazsa, 2100 yılına kadar küresel sıcaklıkların 5,8 santigrat derece artacağı uyarısı yapıldı (6). Sıcaklık artışını 2°C altında tutmak için, atmosferdeki CO2 yoğunluğunun 450 ppm’in üzerine çıkmaması; bu hedefin önümüzdeki 20- 30 yıl içinde çok hızlı bir salım azaltımını gerektirdiği bildirildi.
2003 yılında yapılan Taraflar Konferansında ( COP-9), ormanlaştırma ve yeniden ormanlaştırma ilkeleri kabul edildi. COP-9 ve sonrasında, karbon hakların mülkiyetinin bireysel veya toplu olabileceği; 2012 sonrasında, kapsamlı bir anlaşmanın bir parçası olarak, gelişmekte olan ülkelerdeki ormansızlaşmadan kaynaklanan salımın azaltılmasına yönelik somut politika ve etkinliklerle ormansızlaşmadan kaynaklanan salımın durdurulması ve sürecin gelecek 20-30 yıl içerisinde tersine çevrilmesi kararlaştırıldı. 2005 yılı Taraflar Konferansı (COP-11), ‘gelişmekte olan ülkelerdeki ormansızlaşmadan kaynaklanan emisyonların azaltılmasına karşı koalisyonu başlattı. 2007 yılındaki toplantıda (COP-13), “ormansızlaşma ve orman bozulmasından kaynaklanan emisyonları azaltmak için acil anlamlı bir eylemde” anlaşmaya varıldı. (28)
2004 yılında yayınlanan bir çalışmada. “Gelecek 100 yıl içinde 1–3.5 °C ısınmayla, orta enlemlerin 150–550 km kutuplara doğru hareket etmesine neden olacağı; Bu durumda ekosistemlerin coğrafik dağılımının yeni koşullara yanıtının değişeceği; hızlı iklim değişimiyle biyolojik çeşitliliğin çok etkileneceği ve t ürlerin pek çoğunun yeni şartlara yeterince hızlı uyum sağlayamayıp yok olacağı” bildirildi.(29)
IPCC 2005’te, CO2’nin kaynağında tutularak jeolojik depolanmasına ilişkin raporunu yayınladı. Raporda: “Karbondioksit tutum ve depolaması: Doğal yutaklar (ormanlar, okyanuslar ve topraklar) tarafından emilen atmosferdeki karbondioksitin bir kısmı yer kabuğunun derinliklerinde milyonlarca yıl doğal olarak depolanarak saklanır. Doğanın bu büyük yeteneği ve depolama kapasitesinin çok yüksek olduğu öngörüsü, fosil yakıtların hazırlanmasından ya da yakılmasından kaynaklanan CO2’nin, kaynağında tutularak okyanuslarda ve yer altında depolanması düşüncesine neden olmuş; IPCC tarafından atmosferdeki salımın önlenmesi için, endüstri ve enerji kaynaklarında üretilen CO2’in kara ve denizlerin derinliklerine yapılacak jeolojik depolaması alternatif olarak önerilmiştir.” deniliyordu. (30,)
IPCC 2007 raporunda (31), gelecekteki iklim değişiklikleri ile ilgili bilimsel dayanakları olan çeşitli senaryolar hazırlanarak çok önemli uyarılar yapıldı: “İnsan kaynaklı iklim değişikliğinin doğada ve insan toplulukları üzerinde dönüşü olmayan etkilere yol açması olasıdır. Küresel ısınma dünyada her bölgede aynı derecede olmayacaktır. Sıcaklık artışının yüksek enlemlerde özellikle kutuplarda daha şiddetli hissedilmesi beklenmektedir. Bu bölgelerde sıcaklık artışının dünya ortalamasının iki katı olacağı tahmin edilmektedir. Dünyanın ortalama sıcaklığı 3,5 °C artarsa, kutup bölgelerinde artışın 7°C olması beklenmektedir. Isınan okyanus sularının termal genleşmesi ve buzulların erimesi deniz seviyesini yükseltecektir. Sanayi öncesi değerlere göre 1,9 – 4,6° C ısınma olursa, Greenland buz tabakasının hemen tamamen ortadan kalkmasıyla okyanuslar yaklaşık 7 m. yükselecektir.
Deniz seviyesinin yükselmesi toprak kaybının yanında, ayrıca kıyıya yakın temiz su kaynaklarının denizle birleşmesine neden olacaktır. Ortalama küresel ısınma 1980-90′lı yıllara oranla 1,5-2,5 ° C’ yi aşarsa, şimdiye kadar değerlendirilen türlerin yaklaşık % 20-30’unun tükenme riski yüksektir. Sıcaklık artışının 3,5°C’yi aşması, dünyadaki türlerin önemli ölçüde yok olmasına (değerlendirilen türlerin% 40-70) neden olacaktır. Yaşadığımız dünya, belki de yakın bir gelecekte, dinozorların yok oluşundan 65 milyon yıl sonra, canlı türlerinin en kapsamlı yok oluşuna tanık olacaktır. Yağış rejimleri, toprak nemi ve tarımsal üretimi ilgilendiren diğer iklimsel faktörlerde değişim meydana gelecektir. Şiddetli fırtınaların sıklık ve şiddeti daha da artacak; El Nino kasırgaları kalıcı hale gelecektir. Himalayalar’daki buzların erimesi, çığ ve sellere yol açacak. Kuzey Amerika’da şiddetli fırtınalar, kasırgalar, sellerle sıcak hava dalgaları, kuraklık, orman yangınları artacaktır. Su sıkıntısı, tarımda bozulma, deniz seviyesinin yükselmesi, yüksek deniz dalgaları, fırtınalar ve nehir taşkınları, insanlık için çok büyük tehdit oluşturacak ve çok fazla can kaybına yol açacaktır. En çok Afrika, Asya, Güney Amerika ve küçük ada halkları özellikle yoksul halklar etkileneceklerdir. 1995 yılında yaklaşık 25 milyon dolayında olan iklim değişikliğine bağlı iklim göçmeni sayısının, günümüzde 50 milyonun üzerine ulaştığı; 2050 yılına kadar 200 milyon ve bir milyar arasında kişinin yollara düşeceği sanılmaktadır. Alçak bölgelerde yaşayan 332 milyondan fazla kişi su baskınları ve tropikal fırtına etkinlikleri nedeniyle düz alanları terk edecektir. Tarım sistemlerinde bozulma, 600 milyon kişiyi yetersiz beslenme ile karşı karşıya bırakacak; Afrika’da 2020′ye kadar 250 milyon, Peru’da 10 milyon kişi; 2080 yılına kadar yaklaşık 1,8 milyar insan, su sıkıntısıyla karşı karşıya kalacaktır. Bazı Afrika ülkelerinde tarımsal üretimde 2060 yılına kadar % 26 gibi yüksek oranda verimlilik kayıpları olacak; aşırı ısınma nedeniyle virüs türlerinde ortaya çıkacak değişiklikler salgın hastalıklara yol açacaktır. Böcek yumurtalarının ölmesini sağlayan gece ve kış soğuklarının hafiflemesi önemli bir sorun olacaktır. 17 ° C altında ancak 1-2 gün yaşayabilen Malarya (sıtma) taşıyıcısı sivrisinekler, 5°C ısınma ile doğal yaşam alanlarını genişletecek ve her yıl bir milyon dolayında insanın sıtmadan ölmesine neden olacaktır. Ayrıca bazı bölgelerde kurak dönemlerin ardından gelen aşırı yağışlar virüs mutasyonlarını hızlandıracaktır. Yani sadece sıtma değil, kuzey enlemlerde az rastlanan bazı virüs hastalıklarına daha sık rastlanacaktır. Önü alınamayan ölümcül hastalıklar, özellikle savunmasız yoksul halklar, küçük çocuklar ve yaşlılar üzerinde çok etkili olacak; 400 milyondan fazla kişi, artan sağlık riskleriyle karşı karşıya kalacaktır.”
Sıcaklık artışının böylesine tehlikeli sonuçları göz önüne alınarak, 2015 yılına kadar 2000 yılına göre %50-85, gelişmiş kapitalist ülkelerde ise 2050 yılına kadar % 80-95 salım azaltımının (derin azaltım) gerektiği, bu durumda bile sıcaklık artışının sanayi devrimi öncesine göre 2.0 – 2.4°C’de dengelenebileceği öngörüldü.
2009’da (COP15) Küresel ısınma, sanayi öncesi döneme göre 2°C’den fazla artarsa, bunun doğada % 50 dolayında geri dönüşü olmayan zararlara neden olacağı, türlerin % 20-30 oranında yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacağı ve çok tehlikeli sosyal etkilerin olabileceği vurgulandı. Isınmanın 2°C altında tutulması ve 2015 yılından sonra gözden geçirme ile sıcaklık artışının 1,5°C’nin altına çekilmesi benimsendi.
Ormanların sürdürülebilir yönetimi, karbon stoklarının korunması ve karbon stoklarının artırılması, ormansızlaşma ve orman bozulmasından kaynaklanan sera gazı salımlarını azaltmak için piyasa oluşturmaya ve finansal değer yaratmaya yönelik olarak Ormansızlaşma ve Orman bozulması salımlarının azaltılması (REDD) programı oluşturuldu.
2008 yılında yaşanan ekonomik krizler, kaynak kıtlığı ve iklim değişikliği gibi sorunlara çözüm arayışları sonucu, aynı yıl Birleşmiş Milletler Çevre Programı ( UNEP), kamu harcamaları, politik reformlar ve yönetmelik değişiklikleri ile desteklenecek yatırımların gerçeklendirilmesiyle, ekosistemi koruma ve yoksulluğu ortadan kaldırma amaçlı olduğu belirtilen, . sürdürülebilir kalkınma çerçevesi altında “yeşil ekonomi” kavramını geliştirdi. 2010 yılında bu konuda bir rapor yayınladı. Raporda: Yatırımları desteklenecek “Doğal sermayeyi zenginleştiren, ekolojik sorunları ve çevre risklerini azaltan” sektörler, doğal sermaye yatırım alanları (tarım, balıkçılık, su, ormanlar) ile enerji ve kaynak verimliliği yatırım alanları ( yenilenebilir enerji, imalat, atık, binalar, ulaşım, turizm ve kent yatırımları ise, olarak) olarak, tüm kalemlerin ölçülebilir değerlerle değerlendirilebileceği ve tüm çalışmaların tek tek muhasebeleştirilebileceği iki ana başlık altında toplandı. Küresel yeşil ekonomiye geçişin nasıl destekleneceği ve finansmanı ele alındı. (32)
2011’de (COP-17) Kyoto Protokol’undaki Ek- I ülkelerin, toplam sera gazı salımını 2020 yılına kadar 1990 düzeylerinin en az % 25-40 altına azaltılabilmelerinin sağlanması hedeflendi. Konferansta küresel ısınmayla mücadele için tüm ülkeleri kapsayan ve 2020’de yürürlüğe girmesi amaçlanan bir anlaşmanın 2015’de tamamlanmasının öngörüldüğü bir yol haritası belirlendi. Kyoto Protokolu’nun, 2012’de sona ermesiyle; ikinci yükümlülük döneminin 1 Ocak 2013 tarihiyle başlaması kararlaştırıldı. 2020’ den itibaren ülkelerin, küresel ısınmayı 2ºC dolayında sabit tutabilmek için, CO2 salımını kontrol edecek önlemleri belirleyecek bir protokol metnini 2015 yılına kadar hazırlamak üzere, “Durban Platformu” adıyla çalışma grubu oluşturuldu. Rusya, Kanada ve Japonya ikinci yükümlülük döneminde yer almayacağını belirtti. (28)