Kyoto Protokolu ile, ilk taahhüt dönemi olan 2008-2012 yılları arasında, gelişmiş ülkelerin CO2 eşdeğeri sera gazı salımını, 1990’daki seviyesinin en az % 5,2 aşağısına indirilmesi hedef gösterilerek, sınırlama veya azaltım yükümlülüklerini yerine getirmelerini kolaylaştırmak için salımların azaltılmasını veya sera gazlarının çökme yoluyla uzaklaşmasını amaçlayan Projeye dayalı etkinliklerin kredilendirildiği proje temelli esneklik mekanizmaları geliştirildi. Bu mekanizmalar şunlardı:
1. Ortak Uygulama (JI): Salım azaltma veya sınırlama yükümlülüğü olan gelişmiş bir ülke, gelişmiş başka bir ülkede (Ek-I Tarafları, salımlarını azaltmak ya da yutaklar yoluyla uzaklaştırılmaları arttırmak amacıyla diğer Ek-I ülkesinde) ortak salım azaltma veya temizleme projesi kurarak salım azaltma birimleri (ERU) elde edilebilecek; bu, yatırımcı Ek-I ülkeleri tarafından kendi salım azaltımı için kullanılabilecek, elde edilen miktar ev sahibi ülkenin ayrılmış miktarından düşülecek.
2. Temiz Kalkınma Mekanizması (CDM): Gelişmiş bir ülkenin sera gazı azaltımı proje etkinliklerinin maliyeti, genellikle çok daha düşük olan gelişmekte olan ülkelerde salım azaltma projesi uygulaması veya sponsorluğu ile, projeler sonucunda, her biri bir ton CO2’ye eşdeğer sera gazı salım azaltımı kadar, sertifikalı karbon salım azaltımı (CER) kredileri ve arazi kullanımı, arazi kullanımı değişikliği ve ağaçlandırma gibi ormancılık etkinlikleri temelinde ayağa kaldırma ünitesi (RMU) kazanılabilecektir. Bunun için şirketlerin, CDM projelerinin ek bir finansman sağlanmadan yapılmasının olanaksız olduğunu ve fon katkısı gerektirdiğini kanıtlamaları yanısıra, yapılacak yatırımın sürdürülebilir kalkınmayı geliştirecek bir proje olarak kabul edilmesi gerekmektedir.
3. Salım Ticareti (Emissions Trading System- ETS): Daha fazla azaltım sağlayan taraf ülkenin azaltımlarını başka ülkeye satma ve işletmelerin kendi aralarında sera gazı azaltım kredilerini alıp satmalarına hak sağlayan piyasa temelli esneklik mekanizmasıdır. Bu sisteme göre, Ek-I Tarafları, salımını azaltması daha kolay olan diğer Ek-I Taraflarından daha düşük girdili ayrılmış miktar birimleri (AAU) edinebilecek; CDM projeleri aracılığıyla CER; JI projeleri aracılığıyla ERU ve yutak etkinlikleri aracılığıyla RMU kazanabileceklerdir. Kyoto Protokol’unun, salım azaltım projelerinin diğer bir tarafa satılabilme veya bir taraftan satın alınabilme olanağını sağlaması, 2005 yılından sonra CO2salım azaltımı sağlayan proje tabanlı etkinliklerin,alınıp satıldığı, karbon piyasalarının ortaya çıkmasına yol açtı.
Gönüllü karbon piyasası, şirketlerin, kurumların, bireylerin ve sivil toplum örgütlerinin proje temelli salım azaltımı etkinlikleri sonucu oluşan sera gazı salımlarını gönüllü – para karşılığı sağlanan gönüllülük- olarak azaltmalarını ve denkleştirmelerini sağlamak amacıyla oluşturulan bir pazardır. Gönüllü karbon piyasasında, ticareti yapılan emisyon kredilerine Voluntary Emission Reduction Units –VER adı verilmektedir. Üretim etkinlikleriyle atmosfere saldıkları sera gazlarını dengelemek isteyen firmalar salımlarının – karbon ayak izleri- miktarını hesaplamakta ve salımlarını azaltmak ve dengelemek için standartlara uygun olarak geliştirilen, standart kuruluşları tarafından değerlendirilerek uygun bulunan projeler için verilen sertifika azaltım projelerinden elde edilen karbon sertifikalarını sosyal sorumluluk(!) prensibi çerçevesinde günlük piyasa fiyatları üzerinden satın almaktadırlar. (20,28)
Temiz kalkınma mekanizması, gelişmiş ülkelere gelişmekte olan ülkelerde CO2 salımını azaltan veya emilimini artıran projelere yatırım yapma olanağı tanıyor. Yenilenebilir enerji santrallarının- hidroelektrik, rüzgar, güneş gibi- yapımı, agroyakıt üretimi, ormanların yok edilerek ticari niteliğe dönüştürülecek şekilde yeniden ağaçlandırılması, jeolojik depolama, organik tarım ve ekoturizm gibi alanlarda yapılacak proje temelli yatırımlara karbon ticaret borsalarında pazarlanabilen sertifikalar veriliyor. Bu yatırımların bir kısmı yeni teknoloji gerektireceği için, bu teknolojiler, daha kolay pazarlanıyor; yeni teknolojilerle üretilmiş daha az enerji tüketen beyaz eşyadan, campule ve ısı yalıtım malzemelerine kadar çok çeşitli ürünler için yeni pazarlar oluşturuluyor. Doğanın kirletilmesi artarak sürdürülürken, salım azaltımı, temiz enerji, kirletmenin bedelinin ödendiği söylemleriyle atmosfere salınan gazlar üzerinden, doğanın tümü sermaye tarafından sahiplenilerek,ticari mal haline dönüştürülüyor ve pazarlanıyor.
Uluslararası sözleşmeler, yasal düzenlemeler ve ödüllendirme mekanizmalarıyla, tüm canlı varlıklarıniçinde barındığı doğada, geride hiç bir şey bırakılmadan her şey pazarlanıyor. Sera gazlarını azaltmaya yönelik bir anlaşma olarak sunulan Kyoto Protokolunun, küresel ısınmayla mücadeleden çok, doğanın tümüyle mallaştırılmasına yönelik bir anlaşma olduğu; bu protokolu temel alan mekanizmaların da, doğanın küresel şirketlere nasıl peşkeş çekileceğinin düzenlenmesinden başka bir şey olmadığı görülüyor. Protokol ile belirlenen salım hakkının neden olduğu karbon ticaretinin, tarihte görülen en büyük uluslararası ticarete dayalı mali sermaye birikimine yol açacağı söyleniyor (49). “Finansal danışma şirketi Morgan Stanley Research: “ yıllık temiz enerji gelir potansiyelinin, 2020 yılında 500 milyar dolara ve 2030 yılında bir trilyon dolara ulaşabileceğini tahmin ettiklerin” söylüyor (50). Yalnızca temiz enerjinin satışından beklenen paranın miktarı bile, küre sel semayenin esneklik mekanizmaları aracılığıyla yapacağı tüm yatırımlarından nasıl bir kâr beklentisi içinde olduğunu açık seçik ortaya koymuyor mu?
Üretimi azaltmak gibi bir çabası olmayan ama yeşillenmekte (*) kararlı olan kapitalizmin, kaynağı tükenmeyen ve temiz diye nitelendirilen enerjiden büyük kâr beklentisi, bu kaynaklardan enerji üretiminin miktarına bağlı olarak, doğa ve insan üzerindeki olumsuz etkileri de giderek artacaktır.
Güneş, tüm canlıların varlığını borçlu olduğu, insan eliyle asla tüketilemeyen en temel ve en temiz enerji kaynağıdır. Böyle olmasına karşın günümüzde Güneş kaynaklı elektrik enerjisi üretimi çeşitli sorunlara neden olmaktadır. Büyük ölçekli güneş çiftliklerinin potansiyel çevresel etkileri endişelere yol açmaktadır. Bu çiftliklerin oluşturulması sırasında sera gazı salımları ve enerjiyi dönüştürmekte kullanılan güneş panellerinin çok yer işgal etmesi nedeniyle çok geniş araziye gereksinim olması; doğal yaşam alanları ve tarımsal üretimin olumsuz yönde etkilenmesine neden olmaktadır. 20-60 MWH’lık bir santralın, yaklaşık 1 km2 alana yayıldığı göz önüne alınırsa, tüm dünyanın tükettiği elektrik enerjisinin (2009 yılında 17 milyar MWH) büyük ölçüde güneşten elde etmeye kalkışılması halinde, ne denli büyük bir alanın güneş panelleriyle dolacağını hesaplamak ve bunun ne kadar genişlikte tarım arazisini kullanımdan alıkoyacağını ve tarımsal üretimin ne ölçüde azalacağını tahmin etmek güç olmayacaktır. Bazı güneş enerjisi sistemleri de, çok fazla su kullanılması sonucu yerel su kaynakları üzerinde ek bir yük getirmektedir. Güneş enerjisi elde etmek için üretilen malzemelerin bazılarının (kadmiyum, arsenik, silikon gibi), üretimde çalışan işçilerde sağlık sorunlarına yol açabileceği ve fotovoltaik pillerden çeşitli nedenlere bağlı (yangın vb) gaz sızıntılarının da, yakın çevrede bulunanlar üzerinde toksik etki göstereceği de bildirilmektedir.
CO2 salımı açısından temiz enerji olarak önemsenen rüzgâr enerjisi de rüzgar türbinlerinin yapımı, işletme sırasında türbin yapraklarının hareketleri, ortaya çıkarttıkları gürültü ve elektromanyetik etkilerle çevre üzerinde olumsuz etkilere yol açmaktadır. Kuşların yaşama, yavrulama ve beslenme alanlarının bozulmasına, türbinlere çarparak ölmelerine, göç yolları üzerindeki türbin hareketleri ve gürültünün göçmen kuşların şaşkınlıklarına ve göç yollarını değiştirmelerine, memelilerin gıda zincirinin ve yaşam alanlarının bozulmasına, balık ve balık larvaları ile deniz dibi hayvan ve bitki örtüsü üzerinde olumsuz etkilere; rüzgar tarlalarının yakınında bulunan göllerdeki buharlaşmanın sularda ısınma ve toprak neminde artışa neden olduğu bildirilmiştir. Ayrıca Ormanlık alanlarda türbin ve yol yapımı gibi nedenlerle yoğun olarak ağaç kesilmesi ile türbinlerin yapımında kullanılan kompozit malzemelerin geri dönüşümlerinin olmayışları da önemli bir sorundur. Diğer yandan türbinlerin görüntüsü ve gürültüsüne bağlı psikolojik etklerden de söz edilmektedir.
Şirketler, karbon kredisi elde edebilmek için neredeyse musluktan akan sudan bile enerji elde edebilmenin yollarını arıyorlar. Doğa üzerine olabilecek olumsuz etkileri göz ardı edilerek, tüm dere ve çaylar üzerine kârlılık vadeden hidroelektrik santrallar (HES) yapılıyor. Büyük nehirler üzerine yapılan hidroelektrik santralların ormanlar, tarım arazileri, doğal yaşam alanlarını ve kasabalarla bazan insanlığın tarihsel ve kültürel mirası olan ören yerlerini kapsayan geniş alanların sular altında kalmasına neden olduğu; köyünü, kasabasını ve topraklarını terketmek zorunda kalan çiftçiyi çaresizliğe sürüklediği ve ekosistemlerde radikal değişikliklere yol açtığı bilinmektedir. Küçük ölçekli hidroelektrik santrallar ise yapım aşamasında kesilen ağaçlardan, çevreye saçılan inşaat artıklarına, akan suyun kanallar içine alınmasıyla kuruyan bitkilerden, susuzluk nedeniyle yaşamını yitiren ya da çevreyi terketmek zorunda kalan hayvanlara ve geçimlerini tarımsal üretimden sağlayan köylülere kadar bölgedeki tüm canlı varlıkların büyük zararlara uğramalarına; su ve karadaki bitki türlerinin yok oluşu nedeniyle CO2 emiliminin azalmasına neden olmaktadır. Yani kaş yaparken göz çıkarılmaktadır. “Derenin üst kotlarına suyu yönlendirici regülatör ve suyu temizlemek için çakıllı geçitler , çökeltim havuzları yapılır.Daha sonra derenin bir yanına su kanalı ve ve suyun içinden geçeceği bir su tüneli yapılır.Alt kotlardaki santral binasına doğru suyu ulaştıracak bir dere bacası, vanna odası ve cebri boru yapılır ve su santral binasına ulaştırılır. Tünel ve borularla santrala gelen su elektrik türbinlerini çevirerek elektrik üretir… regülatörün suyu tünele yönlendirmesi ve deredeki suyun en çok %10’unun dere yatağına bırakılmasıyla, dere yatağı boyunca ekosistem bozulacak, bitkiler kuruyacak… tünelden çıkacak malzemeler ormanlık alana dökülecek… iletim hattının yapılması ve olası yangını engellemek için bu hat boyunca en az 10 metrelik ağaçsız emniyet kuşağının oluşturulması gerekecektir.”( 51,52,53,54)
İnsan, diğer tüm canlı varlıklar gibi, beslenme ve korunma gibi temel bedensel gereksinimleri yanısıra ısınmadan aydınlanmaya ve iletişimden ulaşıma, yaşamının her alanında enerji tüketir. Varlığını sürdürübilmek için bedenini güçlendirecek ve gereksinimlerini karşılayacak miktarda ve nitelikte gıda ile beslenmek ister. Türünü sürdürülebilmek için, yaşam ortamının, yaşamsal kaynakların ve diğer canlı varlıklar ile kendi arasındaki doğal dengenin sürmesini ister. Enerji kaynakları ve enerji üretim yöntemleri, bu istekleri karşılayacak nitelikte olmalıdır. İnsan, bedeninin enerji üretim yeteneği üzerinde etkili olamazsa da, enerji kaynağı gıdaları seçebilme şansına sahiptir. Ancak günümüzde, milyonlarca insan böyle bir olanaktan da yoksun olup, besleyiciliği ve tadı olmayan gıdalarla besleniyor yada açlık çekiyorlar. Kullandığımız enerji, yaşam ortamının istediği gibi değil, ya kaynağı ya da elde edilme yöntemleri kirletici. Yani, yaşamın sürdürülebilirliği için yalnızca besleyici gıda ve temiz enerji kaynaklarına yönelmek yeterli değildir. Özellikle gelişmiş ülkelerde büyük boyutlara ulaşmış olan gereksiz gıda ve enerji tüketiminin de ortadan kalkması ve insanlığın tümünün, doğanın olanaklarından yeterince ve adil bir şekilde faydalanması gereklidir.
Kâra odaklanmış bir üretim tarzıyla bu sağlanabilir mi?
Tüketimin azalması, üretimin azalması demektir. Üretim azaldığında çalışanların ücretlerini azaltmadan çalışma süreleri kısaltılarak, emek üzerinden sağlananan büyük kârdan mı vazgeçilecek? Yoksa ücretlerin azaltılmasıyla birlikte çok sayıda insan işten çıkarılıp, milyonlarca yeni aç insan yaratılarak, “kârdan edilen zarar” azaltılmaya mı çalışılacaktır?
(*)Yeşillenmek : başkasının malında gözü olmak