IPCC’nin ilk toplantısından sonra, 1989 yılında ABD endüstrisinin 46 büyük şirketi ve ticaret birliklerinin oluşturduğu küresel ısınma inkarcısı kuruluşlar, tütün endüstrisinin dezenformasyon taktikleriyle, iklim değişikliğinin bilimsel anlayışını gölgelemek, küresel ısınma bilimi ve iklim değişikliği konusunda kuşku yaratarak kamuoyunu şaşırtmak ve soruna yönelik eylemi geciktirmek amacıyla “atmosfere salınan CO2’nin yararlı olduğu; bitki ve hayvan çeşitliliğini artırdığı” savlarıyla çok sayıda fon, web sitesi ve çok sayıda kişi ve kuruluşa büyük paralar aktararak lobiler oluşturdular. Büyük kârlar elde ettikleri fosil yakıt kaynaklı enerji tüketimini sürdürmek ve CO2 salımını azaltmamak için büyük bir çaba içine girdiler.
İnkarcılar, dünyanın en büyük tütün şirketlerinden, Philip Morris’in, ABD Çevre Koruma Ajansı (EPA)’nın “Pasif Sigara İçiminin Solunum Sağlığına Etkileri” adlı raporuna karşı geliştirdiği stratejiyi kullandılar. EPA, 1992 yılında yaynladığı raporunda “Passif içiciliğin, ABD’de her yıl akciğer kanserine bağlı yaklaşık 3.000 ölümden ve 150.000- 300.000 dolayında 18 aylıktan büyük çocukta, bronşit ve pnömoni gibi alt solunum yolu enfeksiyonlardan sorumlu olduğunun tahmin edildiğini” bildirince (33). Philip Morris, buna karşı APCO adlı bir halkla ilişkiler şirketi ile anlaşıyor; APCO, Philip Morris gösterileri için sahte vatandaşlardan oluşan Ses Bilim Geliştirme Koalisyonu (Advancement of Sound Science Center- TASSC) isimli endüstri destekli bir lobi grubu oluşturuyordu. TASSC, Philip Morris’in danışmanları tarafından bulunan terimleri kullanıyor; bilimsel fikir birliğine karşı, kamuoyunun zihninde kuşku yaratarak tartışma oluşturmaya uğraşıyor ve sigara, pestisitler ve küresel ısınma konularının Junk Science (Önemsiz bilim) olduğu, yerine Sound Science’in (Ses bilimi) (*) konması gerektiği düşüncesini ortaya atıyordu. APCO, TASSC’a katkıda bulunacak çok sayıda, yüksek profilli iş ve sanayi temsilcileri, bilim adamları, kamu görevlileri ve diğer bireylerin katılımını sağlamaya uğraşıyordu (34).
ExxonMobil kendi web sitesinde, iklim değişikliği inkarcısı ya da küresel ısınma kuşkucusu (Global Warming Skeptics) olarak bilinen 124 kuruluşa para verdiğini açıkladı. ExxonMobil’in finanse ettiği kuruluşlar, Philip Morris’inkilerle benzer bir dil ve yaklaşımlarla, bilimin çelişkili olduğunu, iklim değişikliği konusunda bilim adamlarının ikiye ayrıldığını, çevrecilerin şarlatan, yalancı ya da deli olduğunu ve eğer küresel ısınmayı önlemek için hükümetler harekete geçerse küresel ekonominin tehlikeye atılacağı gibi söylemlerde bulunuyorlardı. 1997- 2008 yılları arasında ExxonMobil’in bu örgütlere farklı kaynaklara göre 16-24 milyon dolar; en büyük çok uluslu Amerikan şirketlerinden olan Koch endüstrilerinin ise, aynı dönemde aynı amaçlarla 48-50 milyon dolar harcama yaptığı bildirilmiştir (35,36,37,38). Küresel ısınma inkarcılarının giderek taraftar yitirmesiyle, şirketlerin bir kısmı, CO2’nin küresel ısınmaya olan etkisini kabul etmeye başlamalarına karşın, bir yandan da inkarcı kuruluşlara gizli olarak ekonomik destek vermeyi sürdürmüşlerdir. Örneğin: ExxonMobil, 2007 yılında gezegenin ısınmasında CO2 düzeyinin artmasının etkili olduğunu kabul etmesine ve 2009 yılında küresel ısınmanın gerçekliğini sorgulayan kuruluşlara desteği kesmek için açık taahhütte bulunmasına karşın finanse etmeyi sürdürdüğü; 2011 yılında petrol ve gaz endüstrisinin, politikacılara ve Amerikan halkını yanıltıcı yazılar yazacak sahte düşünce kuruluşlarına reklamlar ve lobi çalışmaları için 146 milyon $ harcadığı bildirilmektedir (38).
Küresel ısınma inkarcısı olsun olmasın fosil yakıt üreticileri, bir yandan da büyük bir kârlılık beklentisiyle, doğal gaz, kaya gazı (shale gas) ve temiz kömür (!) kullanımını artırmak için çaba göstermektedirler. Petrol türevi olan doğal gazın, kömürden yaklaşık olarak % 40-50 daha az CO2 salımına neden olduğu belirtilmektedir. Oysa % 70-90’ı, CO2’den çok daha etkili bir sera gazı olan Metan’dan oluşmaktadır. Doğal gaz kullanımı, son 30 yılda hızlı bir artış göstermiş ve dünya enerji tüketiminin yaklaşık % 24’üne ulaşmıştır.
Yer altındaki yaprak kayaçlar arasından çıkarılan kaya gazı (shale gas) da, son yıllarda daha çok kullanılmaya başlamıştır. Bazı çalışmalarda, kaya gazının çıkarılması ve kullanımı sırasında, konvansiyonel doğal gaza göre daha fazla sera gazı salımının olabileceği, özellikle de büyük miktarda metan gazının yayılabileceği bildirilmesine karşın, ABD yönetiminin sera gazı salımının azaltılmasına yardımcı olacağı düşüncesinde olduğu ve ABD’de 2035 yılında kaya gazı üretiminin, doğal gaz üretiminin % 46’sına ulaşacağı belirtilmektedir. Kaya gazının, çıkarılması sırasında, çok derinlerdeki kaya katmanlarının içine büyük bir basınçla çok büyük miktarlarda su enjekte edilmektedir. Enjekte edilen su kum, tuz ve bazen radyoaktif maddeler de içeren çeşitli kimyasallarla karıştırılmaktadır. Dolayısıyla kaya gazının çıkarılması da, aşırı su tüketimi, su kirlenmesi ve sera gazlarının sızması nedenleriyle çevre üzerinde büyük bir tehdit oluşturmaktadır (39,40,41,42).
Petrol endüstrisinden elde edilen rafine ürünlerin dünya çapındaki satışının, 2 trilyon Euro dolayında olduğu tahmin edilmektedir. En büyük beş petrol şirketi, son on yılda 900 milyar dolar kâr açıklamıştır. (,43,44,45). Dev petrol ve gaz şirketleri büyük harcamalar ve çabalarla iklim değişikliği konusunda kuşku ekmek için uğraşırken, aynı zamanda içinde yaşadığımız doğaya karşı hiçbir sorumluluk duymadıklarını; kendilerini yalnızca fosil yakıtlardan elde ettikleri kârlarının sürmesinin ve artmasının ilgilendirdiğini anlatmaya çalışıyorlar. Eğer fosil yakıtlara karşı tepkiler direnişlere, direnişler doğa açısından çok anlamlı önlemlere yol açarsa, kârlarının yitirilişiyle birlikte kendilerinin de yok olup gideceklerinden korkuyorlar. Bir çeşit ölüm korkusu içinde varlıklarını sürdürüyorlar.
Fosil yakıt kullanımının desteklenmesi için uğraş veren, büyük paralar akıtan iklim değişikliği inkarcıları, politikacılar, bazı bilim insanları(!), halkla ilişkiler ve reklam şirketleri gibi çeşitli kuruluşlardan oluşan “paralı askerleriyle” kârlarını korumak için doğrudan saldırırlarken; pek çok uluşlararası şirket, CO2 salımının küresel ısınmaya yol açtığını kabul ettikleri ve salımın azaltılması için çaba gösterdikleri görüntüsü arkasında CO2 salımına neden olan kârlı üretimlerini azaltmaya yanaşmadıkları gibi, kirlettikleri havayı pazarlayarak daha çok kâr peşinde koşturuyorlar. Kendi ülkelerinde ve gelişmekte olan ülkelerin pek çoğunda ülke yöneticilerini, politikacıları, sivil toplum kuruluşlarını ve toplumsal etkinliği olan kişi ve kuruluşları çeşitli yöntemlerle kullanarak, doğada var olan her şeyi sahiplenmelerini ve pazarlanabilecek mal haline getirmelerini sağlayacak yasal ve toplumsal alt yapı oluşturuyorlar.
Bu ortamda IPCC’nin eski başkanlarından İngiltere Çevre ve Gıda Bölümü bilimsel baş danışmanı Bob Watson, “ yüzyılın sonunda 4ºC sıcaklık artışına hazır olunması” konusunda uyarıyor insanlığı (45). 2001 yılında, iklim değişikliği aktivisti Larry Lohmann ise, “sera gazı miktarını endüstri devrimi döneminin iki katı gibi bir düzeyde tutmak için kişi başına bir tonluk miktarının 0.4 tona çekilmesi gerektiğini, ABD’nin bu miktarın 13, Batı Avrupa ülkeleri ve Japonyanın 5-12 katını, 50’den fazla güney ülkesinin ise kişi başı 0.2 ton daha az sera gazı saldıklarını; kuzey ülkelerinin geçen yüzyıl boyunca orantısız salımları nedeniyle güney ülkelerine borçlu olduklarını ve ABD’nin salımını onda birinden daha aşağıya düşürmek zorunda olacağını ” (46,47) haykırıyor. IPCC 2007 yılındaki raporunda sıcaklık artışının sanayi devrimi öncesine göre 2.0 – 2.4°C’de tutulabilmesi için, 2015 yılına kadar, 2000 yılına göre %50-85 salım azaltımının (derin azaltım) gerektiğini bildiriyor. Stern raporunda bile sera gazı salımının, önümüzdeki 10 yıldan sonra yılda % 5 azalarak, 2050 yılında, 1990’dakine oranla % 70 azalması gerektiği öngörülürken (48)
G8 ülke liderleri, 2050 yılına kadar ülkelerinden kaynaklanan salımları %50 azaltma gibi yetersiz bir hedeften söz edebiliyorlar. Yani sermaye çevreleri, “sinekten yağ çıkarma” sevdalarından bir türlü vaz geçmek istemiyorlar. Ve onların koruyucu ve kollayıcısı durumuna düşmüş devletler, insanın tek yaşama ortamı olan dünyayı, insan ve diğer tüm canlı türleri için daha yaşanılır hale getirmenin değil, hizmet ettikleri egemen azınlığa nasıl daha çok yaranacaklarının peşindeler.
(*) Önemsiz bilim, belirli sektörlerde, bazı şirketler adına halkla ilişkiler ve lobi faaliyetleri uygulayan kişilerin buluşuydu. Bazı konular üzerinde tartışma meşru zeminde olsa da şirketler, hükümetler ve gruplar tarafından, tüketici güvenliği ve çevre riskleri hakkında kaygılarını dile getiren dürüst kamu yararını gözeten kurum, duyarlı bilim adamları ve aktivistleri karalamak için bu ifade çok sık kullanıldı. Ses bilimi ise, genellikle bilimsel araştırmaların bir iddia ya da konumunu haklı çıkarmak için kullanılan halkla ilişkiler ve hükümet sözcüleri tarafından kullanılan bir deyimdir. “ses bilimi”, iyi bilim uygulamaları eş anlamlısı değildir, daha ziyade ideolojik bir politika amacıyla. kamu sağlığı çalışanları ve tüketici aktivistlere karşı kullanılan, onların kamu güvenliği ve çevre riski konusunda kaygılarını gözden düşürmeye yönelik yaygın bir eleştiridir. Ses bilim savunucuları, genellikle kendi tuttukları özel ilgili “uzmanlardan gelen, referanslara dayanarak bilimi, belirli bir bakış açısını desteklemek için siyasallaştırıyor.