Fındık Üreticileri Sendikası (Fındık-Sen) genel başkanı Kutsi Yaşar ve Fındık-Sen gönüllüsü Umut Kocagöz, 2 Aralık 2017 tarihinde İtalya’nın Lazio kentinde düzenlenen “Fındık Üretimi: Sorunlar ve Çözüm Önerileri” başlıklı Konferansa katıldı. Kutsi Yaşar’ın Konferans’ta yaptığı konuşmayı paylaşıyoruz.
***
Fındığın ana yurdu Giresun’dan hepinize merhaba!
Giresun, dünyanın en kaliteli ve en aromatik yağlı fındığının yetiştiği yerdir. Türkiye’nin Doğu Karadeniz bölgesinde bulunmaktadır. Fındık Üreticileri Sendikası’nı temsilen burada bulunmaktayım. Fındık-SEN, Türkiye’de Çiftçi Sendikaları Konfederasyonunu bir üyesi. Çiftçi-SEN de, Avrupa Via Campesina’nın (ECVC) bir üyesi ve küresel köylü hareketi La Via Campesina’nın üyesidir.
Türkiye’de Ferrero
Bu sunumun tabi en can alıcı sorusu şöyle: bir fındık çiftçisi olarak ben buraya ne için geldim? Biz biliyoruz ki dünyanın bir çok noktasında tarım yapılmakta. Fındık tarımı da Türkiye başta olmak üzere İtalya ve farklı bir çok ülkede yapılmakta. Dünyanın neresine giderseniz gidin çiftçiler bir çok sorunlarla karşı karşıya gelmekte. Bizim farklı bölgelerde yaşamamız, sorunlarımızı da farklılaştırmıyor aslında. Üretimden pazarlamaya, fiyat politikalarına kadar yaşadığımız bir çok sorun benzerlik gösteriyor. Belki benim ülkemde de ya da sizin ülkeniniz de yaşanan bu sorunların sorumlusu olarak diğer ülkelerdeki fındık çiftçilerini gösteriyorlar. Tam da bu noktada, aslında işin böyle olmadığını, dünya çiftçilerinin benzer sorunlarla karşı karşıya olduğunu ifade edebilmek için buradayım. Fındıkta, yetiştiği ülkeden ülkeye farklılıklar göstermesine rağmen, hemen hemen, üretimden kaynaklı sorunlar, tüketimden kaynaklı sorunlar, pazarlamadan kaynaklı sorunlar benzeşir özellikler göstermektedir. İtalya’yı çok ayrıntılı bilmiyorum. Ama bizim ülkemizde, son 20 yıldır, çiftçilerin ekonomik örgütleri olan kooperatifler ciddi bir tasfiye sürecine girdi, üretim dışına itildi. Bu sorun İtalya’da ne boyuttadır, bunu bilmiyorum. Ama şunu biliyorum ki dünyanın her yerinde şirket tarımcılığı her geçen gün daha da büyümekte. Bu İtalya’da da böyle, Türkiye’de de böyle.
Türkiye’nin fındık ihracatında bir zamanlar FİSKOBİRLİK tek başına söz sahibi iken artık İtalyan, Alman ve Fransız çokuluslu ve ulusaşırı gıda ve tarım şirketleri belirleyici konuma geldiler. Şimdi burayı çok iyi dinlemenizi istiyorum. İtalyan kökenli Ferrero ve ona bağlı şirketler, Türkiye’nin en büyük fındık şirketi olan Oltan gıdanın mülki haklarını satın aldı. Ferrero, yine bir İtalyan şirketi Stellifer, ayrıca Progıda ve Balsu gibi bir elin parmaklarını geçmeyen sayıda şirketler Türkiye’deki fındık ihracatının belirleyicisi haline geldiler. Bu şirketlerden, Ferrero ve Stellifer’in Türkiye fındık ihracatındaki payı %40’lara ulaşmaktadır. Bu şirketler, sadece fındık ihracatı yapmayıp, bir çok çalışanı ile, kırsalda da yer alarak üretim politikalarında da belirleyici olmaya başladılar. Adeta bir tarım bakanlığı gibi vizyona sahip çalışmaktalar.
Ferrero örneğini biraz açmak istiyorum, özellikle bölgede yaşayan ve şirket çalışanlarıyla sürekli karşı karşıya gelen bir çiftçi olarak. Ferrero özellikle Oltan Gıda şirketinin haklarını satın aldıktan sonra, Batı ve Doğu Karadeniz bölgelerinde özel ofisler açtı. Bu ofislerde, ziraat mühendislerinden sosyologlara kadar yüzlerce teknik-idari eleman istihdam etmeye başladı. Bu teknik elemanlarla, uygulamalı bahçe bakım çalışmaları ve çiftçi eğitim çalışmaları, başlattı. Sözleşme yaptıkları çiftçilere ton üzerinden fark fiyat uygulaması yaptı. Bunu da, sözleşme yaptıkları her bir çiftçiye, 500TL limitli kredi kartı uygulamasıyla gerçekleştirdi. Ayrıca, jüt çuvallar ve fındık kurutma makinası dağıtımı yaptılar. Böylelikle, her türlü girdi üzerinden çiftçilerde bağımlılık ilişkisi yarattılar. Şirketler tarafından yapılan tüm bu çalışmaların nihai amacı, fındık ürünün kontrolünü ele geçirmekti. Böylelikle gıda üretiminde kontrole sahip olacaklardı. Tüm bu çalışmalarını Türkiye’deki tarım bakanlığı ve tarım bakanlığına bağlı ziraat odaları ile koordineli bir şekilde yürütmekteler. Böylelikle, bir çok gelişmekte olan ülkede olduğu gibi, ülkemizde de iktidarların uygulattıkları şirket tarımı programları sonrasında biz çiftçiler kendi ürünlerimize ve toprağımıza yabancılaşmaktayız. Hiç bir fındık üreticisi artık kendi çocuğuna fındıkta gelecek görmemektedir.
Tüm bu süreç aslına fındık çiftçilerinin altın bir tepside şirketlere sunumundan başka bir şey değildir. Tüm bu ifadelerin özeti, tarımda sürdürülebilir bir sömürü düzenini inşa etmek, bunun için de gıda üzerinde şirketlerin kontrolünün sağlanmasıdır.
Fındık üretiminde kimyasal girdiler
Tarımsal ilaçlardan gübresine, tarım aletlerinden tohumuna kadar tüm girdilerde yaratılacak bağımlılık süreci, bu şekilde daha da hızlanacak, şirketler tarıma müdahil olacaklardır. Böylesi bir durumda çiftçilerin topraklarına göz dikmek, pek önem arz etmeyecek, girdi bağımlılığı üzerinden şirketler sömürü sistemini daim kılacaktır.
Türkiye’de fındık tarımında her ne kadar konvansiyel-endüstriyel tarım yaygın gibi gözükse de, bu girdilerin kullanım miktarları dünyadaki diğer ülkelere ve AB ülkelerine kıyaslandığında çok düşük olduğu görülebilir. Daha öz bir ifadeyle, fındık plantasyonları içeren doğu ve batı Karadeniz toprakları saflığını korumaktadır. Baskın bir kimyasal girdi kullanımıyla karşı karşıya değildir. Ama, bunun bugüne kadar olmaması, bundan sonra olmayacağı anlamına gelmemektedir. Ülkemizde son yirmi yılda uygulanan tarım politikaları, endüstriyel tarım uygulayıcılarının iştahını kabartmaktadır.
Buna karşın, biraz ironik olacak ama, fındık kurdu böceğine karşı mücadelede yoğun olarak kullanılan ilaçlar, Mayıs ayı döneminde kullanılır. Bu dönemde bölge iklimi çok yağışlı geçmektedir. Sanki tanrının gizli bir eli kimyasal kullanımını engellemektedir. Fındıkta özellikle dikkat edilmesi gereken, son dönemde herbisit kullanımındaki artışlardır. Bölge coğrafyası, topografyası, engebeli ve zor bir arazi olduğu için, herbisit kullanımı ciddi oranda toprak kaybı riski taşımaktadır. Ancak, yine de yukarıda ifade ettiğim gibi AB ülkeleriyle kıyaslanmayacak ölçüde azdır.
Yine ironik bir şekilde, bu sefer tanrının eli değil hükümetin güvenlik sendromu sebebiyle azotlu gübre kullanımında ciddi bir kısıtlama getirilmiş, topraklarımız “kimyasal saldırıdan” kurtulmuştur. Özellikle Avrupa’da kullanılan, nano teknolojiyle üretilmiş yavaş gübreler, bu güvenlik sendromu ile beraber pazarı zorlamaya başlamıştır. Buradaki kimyasal gübre kullanımı da, gerek alan bazında, Avrupa’daki kullanımından azdır. Bunun temel sebebi de, fındık çiftçisinin küçük, çok parçalı arazi kullanımına sahip olması, ve yüksek girdi maliyetini karşılayacak ekonomik güce sahip olmamasıdır.
Gıda Endüstrisinin Baskısı
Fındık özellikle çikolata sanayinin önemli bir hammaddesi. Fındıkta pozisyon alan şirketlerin büyük bir bölümü çikolata sanayinde söz sahibi olan şirketler.
Gıda endüstrisinin öncelikli hedefi, ucuz hammadde olarak ucuz fındık teminine gitmektedir. Bunu da endüstriye mümkün olarak sağlayacak olan şey endüstriyel tarım modelidir. Bu da, her türlü kimyasalın ve makineleşmenin kullanıldığı bir modeli dayatmaktadır. Her ne kadar endüstri “etik ticaret” kurallarına son dönemde atıfta bulunsa da, ve fındıkta çocuk işçiliğinin önüne geçecek bir takım adımlar atmayı düşünse de, üretim modellerinde yoğun çocuk işçiliği kullanımı görülmektedir. Her ne kadar çocuk işçiliğe karşı mücadele yapılıyor gibi gözükse de, dayatmış olduğu model çocuk işçiliğini teşvik etmektedir. Çünkü dayatılan model, üretimde emeğin maliyetinin düşük olmasını gerektirmektedir. Bu da en kolay çocuk işçilikle mümkün olabilmektedir.
Buna alternatif olarak, yine gıda endüstrisinin talebine cevaben organik tarım ve iyi tarım uygulamaları geliştirildiğini gözlüyoruz. Halbuki bu tarımsal model, hakiki bir ekolojik tarımsal model değil. Bu model de endüstriye dayanmaktadır. Burada, şirketlerin önerdiği kimyasallar ve gübreler kullanılmaktadır. Sanayi yemi tüketmiş hayvansal-organik gübrelerin – fabrikasyon hayvan yemlerinin organik materyal dye kullanıldığına tanık olmaktayız. Biz biliyoruz ki bunlar konvansiyonel veya yarı konvansiyonel tarımın girdileridir. Özetle, organik tarımın da endüstriyelleşmiş olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca, bu tarımsal model belli bir sertifika kuruluşları tarafından yönetilmektedir. Bu tarımsal modelde emek ve doğa kısımları arka plana itilmekte, işin ticari kısmı ön plana çıkmaktadır. Bu durum gıda endüstrisinin bir talebi olarak karşımıza çıkıyor, ancak çözüm değil.
Ekolojik Tarım ve Alternatifler
Bölgede, münferit olarak, iyi niyetiyle ekolojik tarım yapmak isteyen çiftçiler mevcut. Bu ne yazık ki genel durumu ifade etmiyor. Ekolojik olarak üretim yapan çiftçiler, hiç bir şekilde kimyasal girdi kullanmıyor. Bitki kompostu ve hayvan dışkısı kullanıyor. Yeşil gübreleme yapanlar olabiliyor. Zararlılarla mücadelede, doğanın imkanları dahilinde ilaçlar yapıyor – doğal ilaçlar kullanılıyor. Bunlar daha çok eski kuşaklardan kalma yöntemler kullanılıyor.
Bu uygulamalar az sayıda da olsa, toplum destekli tarıma inanan bir takım örgütler, örneğin tüketim kooperatifleri aracılığıyla, bu ürünler tüketiciye ulaştırılmaktadır. Üretici de piyasanın üzerinde bir fiyatla, Fındık-SEN’in belirlediği fiyatla bu kooperatiflere ve tüketici gruplarına ürünlerini teslim etmekte, ancak bu çok çok küçük bir oranı ifade etmektedir. Esas amacımız, hem üretim hem tüketim noktasında bunların sayıca ve hacimce büyümesini sağlayacak politikaları yaşama geçirmektir.
Biz biliyoruz ki, tarımsal üretimde, fiyat ve piyasa belirlemede, çiftçilere, adil bir piyasaya ve tatmin edici bir fiyata erişim hakkı, Birleşmiş Miletler tarafından Cenevre’de kabul görmüş bir haktır. Fındık Üreticileri Sendikası olarak, bu çiftçi hakkını yaşama geçirmek öncelikli görevimizdir. Fındık-SEN, herkesin kazanacağı bir formül peşinde değildir. Tüm orta ve küçük ölçekli fındık çiftçilerinin kazanacağı stratejileri geliştirip hayata geçirmekle yükümlüdür. Fındık-SEN, tüm bunları yaparken, fındık ürünün pazarlanması noktasında bir yandan tasfiye sürecine girmiş FİSKOBİRLİK’in yeniden çiftçilerin söz sahibi olacağı bir kooperatife dönüştürmek, bir yandan da büyük kentlerde ortaya çıkan topluluk destekli tüketim kooperatifleri ile çiftçiler arasında bağı kurma rolü üstleniyor. İletişimi kuruyor, ağı örüyor.
Fındık çiftçisi, kendi üzerinde oynanan bu küresel oyunu ancak küresel düzeyde bir direnişle bozabilir. Bu direnişe güç verecek olan da ilk önce fındık çiftçilerinin kendi yerellerinde örgütlenmesi olacaktır. Tüm fındık çiftçilerini “örgütlü güç asla kaybetmez” şiarı ile fındığımıza ve alınterimize sahip çıkmaya davet ediyoruz.
Umudu büyütelim – Mücadeleyi büyütelim.
Kutsi Yaşar
2 Aralık 2017
Ayrıntılı bilgi için bknz:
FINDIK-SEN İtalya’da: fındık üreticilerinin uluslararası dayanışmasını örelim