Röportaj,Çeviri:Umut KOCAGÖZ
Paris COP21 zirvesi sürecinde La Via Campesina delegasyonu içerisinde bulunan Iridiani Seibert ile Brezilya’daki köylü kadın hareketi ve La Via Campesina üyesi kadınların geliştirdiği “köylü feminizmi” üzerine bir röportaj yaptık.Röportaja çeviri katkılarından dolayı Hony Riquison Sobrinho’ya teşekkür ederiz.
Merhaba, sizi tanıyabilir miyiz?
Merhaba. Ben Iridiani Seibert. Brezilya Köylü Kadınlar Hareketi (Movimento de Mulheres Camponesas – MMC) üyesiyim. Yaklaşık 10 yıldır bu hareketin içindeyim. MMC, köylü kadınlardan oluşan bir hareket.
Kadınlar arasında örgütlenme motivasyonunuzdan bahsedebilir misiniz? Neden bağımsız bir kadın örgütü kurma ihtiyacı duydunuz? Biraz hareketinizin tarihini, kadınların yaşadığı spesifik sorunları anlatabilir misiniz?
1980li yıllardan beri bu hareketi inşa etmeye çalışıyoruz, Brezilya'da köylü kadınların 30 yılı aşkın süredir bir örgütlenme deneyimi var Bu tarih aynı zamanda, başta kır hareketleri olmak üzere, güçlü ve kitlesel toplumsal hareketlerin yoğun bir şekilde örgütlenmeye başladığı dönemi ifade ediyor. Bu dönemde Brezilya 20 yıllık Askeri-sivil diktatörlük rejimini yaşadı. Demokrasiyi inşa etme mücadelesi diktatörlük döneminden önce de vardı ve diktatörlük döneminde demokrasi mücadelesine katılmış bir çok kişi katledildi, işkence gördü veya sürgün edildi.Halkçı toplumsal hareketler, daha önce başlatmış oldukları demokrasiyi inşa etme sürecinin bir parçası olarak, 1964'teki askeri darbeden sonra iktidara gelen hükümetleri alaşağı etme mücadelesinin içerisinde yeralmaktaydılar
1980li yıllarda bu toplumsal hareketler yeniden örgütlenme sürecini hızlandırdı. Özellikle toprak için mücadele ön plandaydı ve toplumsal hareketlerin önemli temellerinden biri bu mücadeleye dayanıyordu. Bu dönemde toprak işgalleri yoğunlaşmış, Topraksız Kır İşçileri Hareketi (MST) de bu dönemde ortaya çıkmıştır. Kadınlar mücadelelerin bu ilk sürecine yoğun olarak katıldılar, özellikle büyük ve kullanılmayan toprakları işgal ettiler, toprak için mücadele ettiler. Ancak kadınlar toprak ve toplumsal değişim için mücadelenin ötesinde, kadınlar olarak örgütlenmenin ve feminizmi tartışmanın gerekliliğini hissettiler. Çünkü kadınlar genel olarak bir aktör olarak görülmüyor, arka plana itiliyorlardı.
Buna karşın kadınlar, başta örgütlenme çalışması yapılan alanlarda olmak üzere bütün Brezilya'da toplumsal sorunları tartışmak ve kendi bağımsız örgütlerini kurmak cesaretini gösterdiler. Bu süreç, diktatörlüğün devrilme dönemine tekabül ediyor. Ancak bu dönemde kadınların hakları devlet tarafından güvenceye alınmamıştı,
Kadınlar böylece ilk tartışma gruplarını başlattılar. Bunlar, Brezilya'nın çeşitli bölgelerinde, birbirleriyle iletişimleri olmayan, dernekler, birlikler ve başkaca formlarda örgütlenmeye çalışan gruplardır. Bu dönemde solun, hakları güvenceye almak adına yaptığı önemli mücadeleler vardı, ancak kadınlar, işçilik yapıyor olmalarına ragmen tarım işçisi olarak görülmüyorlardı. Yalnızca erkekler tarım işçisi statüsünde görülüyor, kadınlar “ev kadını” olarak görülüyordu. Tarım/Kır işçileri olarak görülmeyen bu toplumsal kesim, mücadele sonucu bir çok hak elde etti. Böylece çiftçi kadınlar emeklilik, ücretli doğum izni gibi çeşitli hakları kazandı.
Daha sonra mücadeleye yeni boyutlar eklendi. Güvenceli çalışmanın yanında, her daim var olmuş kadına yönelik şiddete karşı mücadelede sosyal güvenlik kurumlarının inşa edilmesi tartışıldı. Örneğin, alanda şiddete uğrayan kadınların sorunlarına odaklanan denetim merkezleri yoktu, veya kadınların uğradıklar şiddeti anlayabilecek veya çözebilecek bir yasal sistem bulunmuyordu. Yasalar son derece cinsiyetçiydi. Bu açıdan, kadınlar bir yandan ev içi şiddete uğruyordu, çünkü şiddet vakaları büyük çoğunlukla ev içinde gerçekleşiyordu, bir yandan da bizim “kurumsal şiddet” olarak ifade ettiğimiz, kamusal iktidarı elinde tutan erkekler tarafından uygulanan başka bir şiddete uğruyorlardı.
Şiddete karşı bu mücadeleyi hep veriyoruz, çünkü şiddet meselesi hiç konuşulmayan,,aile içinde kalan,toplumdan gizlenen bir şey. Özellikle toplumdan, cemaatten, kamusal iktidardan gizlenir ve kadınların kendi kendilerini suçlamasına bile yol açar. Bu durum esas olarak toplum tarafından empoze edilmiştir. Böylece, korku, utanç, ve baskıya dayanan, kadının konuşmadığı ve yaşadıklarını kamusallaştıramadığı bir süreç ortaya çıkar. Ve kır alanında bu süreç daha da zordur, çünkü aileler birbirlerinden uzakta yaşar, ve herhangi bir şiddet durumunda bir komşunun diğerine yardım etmesi zorlaşır. Kırda bu durum daha karmaşıktır. Bu nedenle kırda yaşayan kadınları kapsayan bir kamu politikasının geliştirilmesini hep savunuyoruz.
Bir diğer husus da, biz köylü kadınların ekolojik tarım projesini el üstünde tutmamız, yerli atalık tohumları korumamız, çoğaltmamız ve takas etmemiz süreci. Bu süreç kadınlar arasında sıkça uygulanan bir pratiktir; şifalı bitkileri biliriz, şifalı kökleri kullanırız. Bu aynı zamanda “sağlık” denilen şeyin ne olduğuyla da ilgili. Sağlık yalnızca hastahaneye gitmek değildir; ne yediğimiz, ne ürettiğimiz ve nasıl yaşadığımız bir bütün olarak sağlık kapsamındadır. Pestisitlerin ve GDO'ların yaşamlarımız ve sağlığımız üzerindeki etkileri; sömürü, çalışma arkadaşları arasındaki psikolojik ilişkiler, kır işçilerinin dış kaynaklı maruz kaldıkları süreçler ve bu süreçlerin kadınların ve köylülerin sağlığını nasıl etkilediği gibi meseleler de üzerine çalıştığımız konular. Bu açıdan mücadelemiz, haklar mücadelesi, şiddete karşı mücadele ve kadının özgürlüğü, ve ekolojik köylü tarımı mücadelesi olarak düşünülebilir.
Peki Köylü Kadınlar Hareketi (Movimento de Mulheres Camponesas -MMC ) nasıl kuruldu?
Ve nihayet 2000 yılında, çeşitli toplantılar sonucunda ulusal kapsamlı bir kadın hareketinin inşa edilmesine yönelik fikir olgunlaştı. Peki bu hareketin adı ne olmalıydı? Kırda yaşayan hangi kadınların hareketi olmalıydı? 2004 yılında ülke çapındaki ilk konferansımız yapıldı ve Köylü Kadınlar Hareketi’nin kuruluş süreci ilan edildi.
Hareketin parçası olan kadınlar toprakla, ormanla ve su ile ilişkisi olan kadınlardır. Çiftçilik yapan, göçebe veya yerleşik yaşayan, nehir kenarında yaşayan, balıkçılık yapan, Maroon kadınlar (kölelikten kaçıp yaşam alanı kuran siyahi topluluklar), yerli halklardan kadınlar, madenlerde çalışan kadınlar, zanaat kadınlar, siyah kadınlar… Yani, toprakla ilişkisi olan bütün kadınlar. Ve bugün, 27 eyaleti olan Brezilya'da 21 eyalette örgütlüyüz.
Nasıl bir örgütlenme modeliniz var?
Hareketimizin temel örgütlenme birimi “taban grupları”dır (base groups). Bu gruplar, topluluklarda veya beldelerde yan yana gelen, onları köylü kadınlar olarak ilgilendiren konularda beraber araştırmalar ve tartışmalar yapan taban örgütlenmesi birimleridir. Yerel, bölgesel, ulusal ve uluslararası düzeylerde bilgi paylaşımı yanında, tohumlar, fideler, kazanç, üretime dair ekolojik tarım pratikleri deneyimlerinin de paylaşıldığını söyleyebiliriz.
Organizasyon yapısı olarak ülke çapında, her eyaletten 2 kişinin katılımıyla oluşan ulusal koordinasyonumuz ve 12 koordinatörden oluşan ulusal liderliğimiz var. Bu liderlik farklı bölgeleri temsil edecek şekilde yapılandırılıyor ve tartışmaları koordine etmek, hareketin politik kapasitesini yönlendirecek katkılar sunmak gibi görevlere sahip.
En yüksek karar alma mercimiz ulusal düzeyde gerçekleşiyor ve bu toplantıları en yüksek düzeyde mümkün olan katılımla gerçekleştiriyoruz. Bu toplantılarda kadın çiftçiler hareketin yönünü ve geleceğini belirlemek için en yüksek kolektif katkıyı sunuyorlar, meseleleri kolektif olarak tartışıyor, kolektif öneriler getiriyorlar.
Peki genelde ne kadar üyeniz var?
Aslında hareketimizin bir parçası olan kadınların, sendikalar veya benzer örgütlerdeki gibi bir üyelik formu doldurması ve resmi üye olmaları gerekmiyor. Toplantılara katılmak, hareketin etkinliklerinde yer almak yeterli. Bu açıdan belirli bir sayı ifade etmek zor, ama azımsanamayacak bir sayıda kadının oluşturduğu bu hareketin Brezilya'nın kır kesiminde kitlesel bir hareket olduğunu söyleyebilirim.
Biraz La Via Campesina'dan bahsedelim mi? Paris'te COP21 kapsamında düzenlenen etkinliklere MMC'yi temsilen La Via Campesina delegasyonu içerisinde yer alarak katılıyorsunuz. Brezilya'da La Via Campesina üyesi kaç örgüt var? Bu örgütler arasındaki ilişkiler nasıl? Problemler, çatışmalar yaşanıyor mu?
Brezilya'da bugün La Via Campesina üyesi 16 örgüt bulunuyor. Bu üye örgütler beraber çalışmak için çaba harcıyor. Bir çok eğitim çalışması, formasyon çalışması, toplantılar ve mücadeleleri beraber örgütlüyoruz. Çeşitli mücadele günlerinde, örneğin 8 Martta, ki bu bizim örgütümüzün genel olarak düzenlediği ve ülke düzeyinde veya eyalet düzeyinde yapılan etkinliklere tekabül ediyor, her daim beraberiz. Veya, 16 Ekim'de sağlıklı gıda için mücadele gününü beraber örgütlemeye çalışıyoruz.
MMC üyesi olan kadınlar başka örgütler içerisinde de yer alıyor. Elbette bu durum çeşitli zorlukları barındırıyor. Bir çok örgüt içinde feminist bir bakş açısı yok, feminizmi örgüt içerisinde inşa etmekte zorluklar yaşanıyor. Bazı örgütlerde kadınların eğitimi ve formasyonu olsa da, bunlar bizim ki gibi, MMC gibi bağımsız bir kadın örgütlenmesi değil. Ve bir çok zorlukla karşılaşıyoruz, çünkü patriarkal ve cinsiyetçi bir toplumda yaşıyoruz. Bir toplumsal hareket olmamız, bu eşitsiz ve baskıcı ilişkileri otomatik olarak yeniden üretmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Bu açıdan MMC'nin, bağımsız bir kadın hareketi olarak, La Via Campesina'nın toplantılarında ve mücadele alanlarında özgün bir yeri olduğunu düşünüyorum. Aslında böyle değilmiş gibi görünüyor, ama kadınların bağımsız bir mücadele hareketi olmasaydı ve bu hareket La Via Campesina içerisinde yer almasaydı, toplantılarda ve mücadelelerde kendisini ifade etmeseydi, kadınlarn varlığını sürekli yeniden hatırlatmak ve olumlamak zorunda kalacaktık. Çünkü erkekler hatırlamıyor, kadınların varlığını olumlamıyor ve gündemin dışında tutuyor. Nasıl ki sınıf mücadelesinde her gün mücadelenin gerekliliğini yeniden olumlamak zorundaysak, kendi örgütlerimiz içinde de feminist bir bakış açısını geliştirmek ve kadın mücadelesini sürekli olumlamak durumundayız.
Ayrıca, bağımsız bir hareket olmamız, mücadeleden izole olmak istediğimiz, ayrı olmak istediğimiz anlamına gelmiyor. Mücadeleyi kolektif inşa etmenin ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Bu açıdan, iki davada mücadele etmek için bir tanesini başlatmak sabır isteyebiliyor. Bazen kadın meselelerine yönelik yaklaşımımız temel odağımız oluyor ve genel mücadelemiz içinde en büyük mücadelenin bu mücadele olduğu zamanlar oluyor. Ancak, genel bir çatışma yaratmamak için geri dönmek gerekir. Bunun için, kadın kolektiflerini inşa etmeyi ve güçlendirmeyi önceleyerek, onların gücünü sağlamlaştırmayı ve kadınların mücadeleye katılımına yönelik kavgalarını destekleyerek, erkek ve kadınların karma mücadelelerde yer almasını, bu süreç için de kadınları güçlendirici çalışmalar yapmayı önemsiyoruz.
Bu açıdan, başka örgütlere üye olmayan, bir tek bizim hareketimizin üyesi olan kadınlar, çeşitli başka örgütlerdeki diğer kadın gruplarını destekliyor, görünür olmalarına destek veriyor, örgütlenme süreçlerine ve örgüt içindeki katılımlarına katkı sağlıyor. Çünkü mesela, katılımcılık yalnzca yüzde elli kota üzerinden düşünülemez. Örneğin, 50 kadın ve 50 erkeğe sahip bir örgüt olabilir, ama burada kadınların gerçek anlamda bir seçme hakkı olmayabilir; veya, 10 kadının ve 100 erkeğin olduğu bir örgüt olabilir, ama burada liderliği garanti altına alan şey sayı değildir, katılım kapasitesi, katkı sunma kapasitesi, bu kadınların sahip oldukları liderlik ve yönelimlerdir. Bu alanda ne kadar gerçekten katkı sahibi olunduğudur.
La Via Campesina'nın feminizmle ilişkisi nasıl? Bunu biraz açıklayabilir misiniz?
Latin Amerika'da yalnızca MMC değil, La Via Campesina üyesi farklı bağımsız kadın hareketleri de var. Bunlar arasında, özellikle Şili ve Paraguay'daki yerli halklar kadın hareketlerinden ve Orta Amerika'daki kadın hareketlerinden bahsetmek mümkün. La Via Campesina'nın Afrika'da yapılan 5. konferansında “Feminizm olmadan Sosyalizm de olamaz” sloganı çok önemli bir etki yarattı. Bu sloganla, uluslararası çiftçi hareketi olan La Via Campesina'nın temel gündemi olan sosyalizmin, yani yeni bir toplumun, kadın ve erkeklerin eşit katılımı olmadan mümkün olamayacağını söylemiş olduk. Başka bir ifadeyle, feminizm olmadan sosyalizm mümkün değildir. Bu bağlamda, La Via Campesina'nın Latin Amerika bölgesel örgütü olan CLOC'un son kongresinde kadın toplantısı büyük bir etki yarattı. Bu toplantıda, köylülüğe dayanan sınıf temelli bir feminizm kavramını inşa etme sürecini önümüze koyduk. Böylece kendimizi, dünyada mevcut olan farklı feminizm anlayışlarından ayırt edebilecektik. Örneğin, klasik feminizmden ve feminizmin en çok bilinen ve popülerleşmiş ve belki de yanlış kavramsallaşmış biçimlerinden ayırt etme şansımız olacaktır. Bu, bizim daha çok “burjuva feminizmi” olarak ifade ettiğimiz, daha çok kadınların oy hakkı mücadelesine odaklı ve 1960ların başında etkisini göstermiş, kapitalist toplum içinde bazı hakların burjuva devleti tarafından güvence altına alınmasına odaklanan ancak toplumsal dönüşümü amaçlamayan bir feminizm anlayışıdır. Biz, bağımsız kadın hareketinin içindeki köylü kadınlar olarak, esasında, toplumsal bir dönüşüm istiyoruz. İnsanların ve doğanın sömürülmediği, baskının, ezilen,ezen ilişkilerinin, kadına yönelik ayrımcılığın ve şiddetin olmadığı bir toplum.
Bu açıdan bizim feminizm anlayışımız sınıfa dayanıyor, bir sınıf-feminizmi. Biz halk sınıflarına dayanan köylü kadınlar olarak kapitalizmin temel sorunumuz olduğunu düşünüyoruz, bu açıdan da köylü kimliğini feminizm anlayışımızın içine yerleştiriyoruz. Peki, köylü kadınlar olarak bu önermemiz kime yöneliktir? Esasında köylü tarımına dayanmaktadır. Bu açıdan bu kavramımız çok sağlam temellere dayanır, ve klasik feminizm öncesinde, kadın işçilerin sınıf mücadelesinde yaygın olan bir feminizmi kurtarmaya çalışıyoruz. Örneğin, Rus devrimi zamanında, ilk önemli grev kadınların fabrikalarda çalışmayı durdurup sokaklara çıktığı zamandır, ki bu Rus takviminde 8 Mart tarihine tekabül eder. Kadınlar bu günü bir mücadele günü olarak kullanırlar, ve sınıfa dayalı bir feminist perspektif geliştirirler. Bu mücadeleyi işçi kadınlar yapmıştır.
Kapitalizmin üzerini örttüğü bu tarihi kurtarmak, toplumsal dönüşüme odaklanan bir mücadele örgütlemek istiyoruz. Bunun için, spesifik olarak köylü kadınların mücadelesine odaklanıyoruz; ancak, elbette ki kır ile kent arasındaki bağı sürekli araştırıyoruz. Ama, doğduğumuz, yaşadığımız, bildiğimiz ve olmak istediğimiz yer hakkında, kır hakkında konuşuyoruz. Bu açıdan, La Via Campesina üyesi hareketlere üye kadınlar olarak kendi feminizmimizi inşa ediyoruz. Aslında bu feminizm bizim pratikte icra ettiğimiz, halka dayanan köylü feminizmidir. Şimdi bu pratiği bir teori olarak sunmak istiyoruz. La Via Campesina içinde ve tüm dünyada görünürlük kazanmak, biz köylü kadınların, diğer feminizm bakış açılarından farklı bir feminizm vizyonu olduğunu göstermek istiyoruz.
Son söz olarak ne söylemek, Türkiye'deki köylü kadınlara ne iletmek istersiniz?
Biz kadınların mücadelesinin kadın ve erkekleri beraber özgürleştireceğini düşünüyorum. Ancak biz kadınlar, çifte ayrımcılık ve baskı yaşıyoruz; hele ki siyah veya yerli halklara mensup kadınlarsak bu durum daha da yoğunlaşıyor, Mücadelenin içinde olmak, mücadelenin öznesi olmak, özgürleşme sürecinin parçası olmak bizi özgürleştirecektir. Bunun dışında başkalarının, kolektif de olsa, bizim adımıza mücadele etmesi söz konusu değildir.
Bu açıdan, genel olarak her yerde olduğu gibi, Türkiye'de de kadınların kendi özgürleşme süreçlerini inşa etmeleri gerektiğine inanıyorum,Kadınlar olarak; kadın olduğumuz için baskı ve şiddet görürken, bu özgürleşme sürecinin soldan veya erkeklerden gelmesini bekleyemeyiz. Bu açıdan, cesur ve yürekli olmak zorundayız; bunun, alan çalışmalarımızda özgürleşmek için ilk adım olduğunu düşünüyorum. Örneğin bazı durumlarda bir toplantıya katılmak bile çok zorlu koşullar içerebilir. Bir kadının ev işlerini bırakması, eşi veya bulunduğu topluluk üyeleri tarafından baskı görmesine sebep olabilir. Bir kadını bir toplantıya çağırmak bütün bunları göğüsleyebilecek cesaret ve yürekliliğe sahip olmayı gerektiriyor. Gündelik hayatlarımızda yapmak zorunda olduğumuz şeyleri bırakarak cesurca adım atmamız, bir iki günlüğüne toplantı için şehir merkezine gitmemiz bile önemli bir adım olabilir. Özgürleşmemiz için bu adımları örgütlememiz gerekiyor.
Bu güzel söyleşi için teşekkür ederim.
Ben de teşekkür ederim.
Bir Yorum
Pingback: Gezegeni köylüler kurtarabilir mi?