“İktidarsızlaştırılmış bir dünya için yontulan dişi bir dil.
Özgürlük ve eşitlik dili. Aşk ve devrim dili.
Korkulara, yasaklara, törelere pabuç bırakmayan bir dil.
Cesur; cesaretini böbürlenmeden gösteren bir dil.
Şiirini özgürlükten alan bir dil.”[1]
“Çocukluktan bu yana uysal olmak, şikâyet etmemek, katlanıp susmak, konuşmaktan ve katılmaktan kaçınmak öğretildi bize. Ama biz geride kalmak, çiğnenmek istemiyoruz. Hem yerli halklar hem de kadınlar olarak, kendimiz ve tüm haklarımıza saygı istiyoruz. Geleneklerimize saygı gösterilmesini istiyoruz, cemaatin kadınlar, erkekler ve çocuklar için uygun bulduğu geleneklere. Kadınları ve yerli halkı hesaba katan, haklarımıza saygı gösteren yasaların yapılmasına katılmak istiyoruz. (…)
Kadınlar hesaba katılmalıdır. Toplantılara katılmazsak, hiçbir şeyi değiştiremeyiz. Düşüncelerimizi paylaşmalıyız. Kadınlar da katılmalı, yalnızca erkekler değil. Kadınlar da düşünüp karar verebilir: bedenlerimiz ve kanımız aynı. Katıldığımız ve başka kadınlarla toplandığımızda, yüreklerimiz güçlü hissediyor. Örgütlenme yoksa, konuşma yoksa, gözlerimiz de kapalı. Dinlemezsem, kendimi nasıl savunacağımı bilemem. (…) Kadınlar cemaatlerde ve örgütlerde önderlik konumlarında olmalı, ve erkekler onlara saygı göstermeliler. Bugün bütün yetkeler erkeklerin elinde, ama kadınlar da yetke konumlarına gelebilmeli. (…)
Kadınlar erkeklerle aynı ücreti kazanmıyorlar. Gücümüz ve işimizin aynı olmasına rağmen biz daha düşük ücretlerle yetiniyoruz. Çalışmaya karar verdiğimizde, adil bir ücret alamıyoruz; bazen bir ay boyunca hizmetçilik yapıp sekiz peso kazanıyoruz sadece. (…) Zenginler insan çalıştırmak istiyor, ama ücret ödemekten kaçınıyorlar: çalışmamızla onları zengin ediyoruz. Bazı cemaatlerde kadınların çalışmasına izin verilmiyor. Ya da kadınlar kazandıkları parayı kocalarına vermek zorunda bırakılıyorlar. Bu adil değil. (…)
Kadınlar ne zaman, kaç çocuk doğuracaklarına karar verebilmeliler. (…) Biz kadınlar çok fazla çocuk istemiyoruz: çok yoruluyor, çok hastalanıyoruz. Rahimlerimiz gevşiyor, çocuk doğuracak gücümüz kalmıyor. Doğururken ölüyoruz.
Erkekler çok çocuk istiyor, çünkü düşünmüyor, aldırmıyorlar. Gebeliğin, doğurmanın, çocukları besleyip yetiştirmenin acısını onlar çekmiyor. (…) Bazen kocalar kız doğurduğumuzda öfkeleniyorlar, çünkü kızlar babalarıyla çalışmaya gitmezler. Kadın ile erkek, kaç çocuk sahibi olacaklarına birlikte karar vermeli. (…) Eğitime ihtiyacımız var; hakiki ve tam bilgilendirme. Doktorların bizi bilgilendirmesini istiyoruz, adımıza karar vermesini değil. Bazen doktorlar kadınlara, neyi imzaladıklarını söylemeden tüplerini bağlamalarına onay veren kağıtlar imzalatıyorlar.
Kadınların önderlik görevlerinde olmaları değerli, akıllı olduğumuzu gösterebilmemiz için önemlidir. Düşünebilen yalnızca erkekler değildir. Biz kadınlar da düşünebiliriz – hatta çoğumuz posch (alkollü bir içki – b.n.) içmediğimiz için daha da iyi düşünebiliriz. (…) Yetke konumlarına seçilebilmek için eğitim görmek istiyoruz. (…)
Ebeveynlerimiz okula gitmemize izin vermiyor. Eskiden eğitim zorunlu değildi; ebeveynlerimiz de bizim gibiydi, okula gitmemişlerdi. Ebeveynler tarlada çalışmanın okula gitmekten daha iyi olduğunu düşünüyorlar. Biz öyle düşünmüyoruz; çünkü bilgi, daha iyi çalışmamızı sağlıyor. Çocuklarımızı okula göndermek istiyoruz. Ama okula gitmek pahalı, üniforma var, defterler var. Yoksulsak çocuklarımızı okula gönderemeyiz. Cemaatlerimizde yetişkin okulları istiyoruz. (…) Okullarda hem İspanyolca, hem de kendi dillerimizde eğitim verilmeli.
Bazen cemaatlerimizde zorla evlendiriliyoruz. Bazen inek verip kadın alıyorlar. Bu adil değil. Zorla evlendirildiğimizde, kötü muamele görüyoruz. Kız evladın kararına saygı gösterilmeli ve evlilik yalnızca çiftin kararı olmalı. Bir kadın evliliği istemiyorsa o zaman sorun çıkar ve ev içi şiddet kolaylaşır. (…)
Kocalarımız, çocuklarımız, babalarımız, kaynanalarımız, kayınbiraderlerimiz: bize dayak atmamalı ya da kötü muamelede bulunmamalı; polis, asker ya da başkaları da öyle. Koca dayağı doğru bir şey değil, dayak yemek için evlenmiyoruz. Dayak atan, cezalandırılmalı. Ama cezaevi yeterli değil. Cezaevinden çıkınca eve dönüp bizi yine dövüyorlar. Yetkililer bu adamları cezaevine koyup bize de ayrılma hakkını tanımalı ve geri dönmemelerini sağlamalı, çünkü geri dönerlerse bizi öldürebilirler bile. Bir kadına tecavüze kalkışan ya da tecavüz edenler çok sert bir biçimde cezalandırılmalı. (…) Eğer istemiyorsak kocalarımız bile kendileriyle yatmaya bizi zorlayamaz. (…)
Yasanın kadınlara da mülkiyet hakkı vermesini öneriyoruz çünkü kadınlar da çalışıyor, yemek yiyor, onların da ihtiyaçları var. (…) Kadınların toprak, ev ve başka şeylere sahip olmaya, ve mülklerinin kocaları tarafında ellerinden alınmamasına hakları var. Dullar daha iyi yaşam koşullarına sahip olacak şekilde desteklenmeli, çünkü yaşam zor. (…)
Bütün farklılıklara rağmen, saygıyı hak ediyoruz, ve kadınlar saygıyı hak ediyor. Tıpkı
Kaxlan’lar[2] gibi biz de et ve kandan oluşuyoruz. Kaxlan’lar altın ya da gümüşten değil ki. Ve kimi mestizo’ların düşündüğü gibi geleneksel olarak sadece sebze yiyip pozol[3] içtiğimiz doğru değildir. Et yeme, süt içme, çocuklarımızın beslenme yetersizliğinden, kadınların doğum sırasında ölmesini engelleme hakkını istiyoruz. (…)
Hangi geleneklerimizin değişmesi gerektiğini de düşünmeliyiz. Yasa yalnızca cemaatler ve örgütler tarafından incelenip yararlı bulunan gelenekleri koruyup desteklemeli. Geleneklerimiz kimseye zarar vermemeli. Yetkililerin[4] toprağın nasıl dağıtılacağına ilişkin kararlar alınırken bizi dışlamasından hoşlanmıyoruz. Yetkililer keyiflerince davranıyor ve kendimizi her zaman savunamıyoruz. (…)
Yetkililerin cemaatten erkek ve kadınlar tarafından seçilmesini öneriyoruz ki, bizim yoksulluğumuzu ve çektiklerimizi bilen kişiler olsunlar. Cacique’leri[5] istemiyoruz. Bunca sömürüye bir son vermek istiyoruz. (…)
Bazı yerlerde yalnızca erkek çocuklar toprağı tevarüs edebiliyor, kızlara bir şey verilmiyor. Sorun şurada ki, eğer yetkililer kadınların toprağa sahip olamayacağını söylerse, 4. Madde buna izin verecek.[6] Ve dul ya da çok çocukluysak, kendimize ait bir toprağımız olmayacak. Toprağa ilişkin gelenek erkeklerle kadınlar arasında ayrım gütmeyecek şekilde değiştirilmeli. (…)
Bazı gelenekler var ki, bize saygı göstermiyor ve değiştirilmeliler. Şiddet –dayak ve tecavüz- doğru değil. Parayla alınıp satılmak istemiyoruz. Bunlar geçmişin adetleri, ama onları değiştirmemiz gerek. Zorla evlendirilmemeliyiz. (…) Temsil ya da toprağa sahip olma hakkımızı elimizden alan ‘gelenek’ iyi bir gelenek değildir. Erkeklerin çok fazla içki içme geleneğinden de hoşlanmıyoruz, çünkü ya kavgaya tutuşuyorlar ya karılarını dövüyorlar ve yiyecek için gerekli olan parayı harcıyorlar…[7]
* * *
Mayıs 1994’te Meksika Anayasası’nın 4. maddesinde yapılan değişikliği tartışmak üzere bir araya gelen Tzotzil, Tzeltal, Tojola’bal ve Mam kadınlarının Meksika’nın Chiapas eyaletinde, San Cristóbal de las Casas’daki buluşmasının sonuç bildirisinden bölümler böyle… Meksika’nın ABD ve Kanada ile imzaladığı NAFTA (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması)’nın yürürlüğe girdiği 1 Ocak 1994 günü yüzlerinde kar maskeleri, ellerinde kırık dökük silahlar, Lacandone ormanlarından Chiapas’ın en önemli kenti San Cristóbal’i ele geçiren, on gün boyunca Meksika ordusuyla çatıştıktan sonra müzakere masasına oturup Meksika hükümetine yerli özerkliğine olduğu kadar neo-liberalizmin toplumun en yoksul kesimleri üzerindeki tahripkâr etkilerine de ilişkin bir programı kabul ettirmeye çalışan EZLN’nin, ormandan çıktığı gün ilan ettiği “Devrimci Kadın Yasası”yla[8] birlikte, Zapatista hareketinin kadınlara yönelik ilk ve temel belgesini oluşturuyor.
Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu EZLN’yi kendini önceleyen Latin Amerika gerilla örgütlerinden ayırt eden -ve onun “postmodern gerilla” olarak adlandırılmasına yol açan- bir çok yönü var kuşkusuz; bunlar arasında en önemlilerinden biri, hem tabanında hem de komuta kademelerinde kadınların yoğunluğu. EZLN saflarının yüzde 30’unu kadınların oluşturduğu bildirilmekte. (Moncayo 2006: 76) EZLN sözcüsü Subcommandante Marcos’un, “EZLN feminist bir örgüt olduğu için ön saflarında kadınlara yer vermiyor; onlar bunu dişleriyle, tırnaklarıyla kazandılar;” dediği aktarılır (Moncayo 2006: 75). Gerçekten de, Chiapas’ın yerli kadınlarının, okuma-yazmayı EZLN saflarına katıldıktan sonra öğrenen gencecik bir yerli kadının, Komutan Esther’in 28 Mart 2001 günü Meksika Kongresi’nde yaptığı tarihsel konuşmaya dek uzanan serüveni, kadınların kurtuluş mücadelesi açısından çarpıcıdır. Şöyle diyordu Commandanta Esther, Kongre’ye seslenişinde:
Milletvekilleri, Hanımlar ve Beyler.
Senatörler.
Kadınlara saygının Amayasa’da güvence altına alınmış olduğu varsayımıyla sizlere biraz da cemaatlerimizde yaşayan yerli kadının durumundan söz etmek istiyorum.
Durum, çok zorludur.
Yıllarca acıya, unutulmaya, aşağılanmaya, marjinalleşmeye ve baskılara maruz kaldık.
Unutuluşa maruz kaldık, çünkü kimse bizi hatırlamıyor.
Bizi dağ köşelerinde yaşamaya gönderdiler ki kimse nasıl yaşadığımızı görmek için kimse gelmesin yanımıza.
Ama içme suyundan, elektrikten, okuldan, insan onuruna yakışır konutlardan, yollardan, -hastaneden vazgeçtik- kliniklerden yoksunuz; pek çok kız kardeşimiz, kadınlar, çocuklar, yaşlılar tedavi edilebilir hastalıklardan, yetersiz beslenmeden ve doğum yaparken ölüyor. (….)
Kadınlar iki üç saatlik yoldan, bebekleri sırtlarında, kovalarla su taşıyorlar, ve mutfakları için ellerinden geleni yapıyorlar.
Çok küçük yaşlarda basit işler yapmaya başlıyoruz.
Yaşımız ilerledikçe, tarlalarda çalışmaya gidiyoruz, çocuklarımız kucağımızda.
Bu arada erkekler, azıcık para kazanmak üzere kahve plantasyonlarında ve şekerkamışı tarlalarında çalışmaya gidiyorlar. Bazen hiç geri dönemiyorlar, çünkü hastalıklardan ölüyorlar.
Eve dönecek zamanları olmuyor, ya da dönebilirlerse, hasta, beş parasız, yarı-ölü vaziyette dönüyorlar.
Ve kadın daha fazla acıya sürükleniyor, çünkü çocuklarıyla yalnız başına kalakalıyor.
Doğduğumuz andan itibaren küçümseniyor ve marjinalleştiriliyoruz, çünkü doğduğumuz andan itibaren ihmal ediliyoruz.
Çünkü kızlar olarak değersiz olduğumuz düşünülüyor. Düşünmeyi, çalışmayı, yaşamayı bilmiyoruz.
Biz kadınların çoğunun okuma yazmayı bilmeyişimizin nedeni bu; çünkü okula gönderilmedik.
Biraz büyüyünce, babalarımız bizi zorla evlendiriyor. İstekli olmayışımız hiç önemsenmiyor. Rızamız sorulmuyor bizden.
Kararlarımızı hor görüyorlar. Kadınlar olarak bizi dövüyorlar; kocalarımız ve akrabalarımızdan kötü muamele görüyoruz. Ağzımızı açamıyoruz, çünkü kendimizi savunma hakkımız elimizden alınmış durumda.
Mestizolar ve zenginler, giyimimiz, dilimiz, ibadetimiz, sağaltım yöntemlerimiz, toprağın rengi olan tenimiz için biz yerli kadınlarla alay ediyor.. (…)
Yerli olduğumuz için pis olduğumuzu, hiç yıkanmadığımızı söylüyorlar.
(…)
Ve bize Cocopa Girişimi’nin[9] bizi marjinalleştireceği söyleniyor.
Bizi marjinalleştiren ve aşağılayan, mevcut yasadır.
Zapatista kadınları olarak mücadele için örgütlenmeye bu nedenle karar verdik.”[10]
Zapatista isyanının patlak verdiği Chiapas eyaleti, Oaxaca ile birlikte, ülkenin yerli nüfusunun en yoğun olduğu iki eyaletinden birini oluşturmaktadır. Meksika hükümetlerinin, başta kahve yetiştiricileri (fincaleros) olmak üzerebüyük toprak sahiplerinin mülkiyet haklarını güvence altına almak üzere, 20. yüzyılın ortalarından itibaren toprak dağıtımı yapmamaya karar vermeleri ve bunun topraksız yerli-köylüler arasında yarattığı huzursuzluk, hükümetleri, eyaletin yağmur ormanlarını yerli cemaatlerin kolonizasyonuna açmalarına neden olacaktı. Böylelikle, ülkenin dört bir yanından topraksız köylülerin Chiapas’a hücum etmesi, bölgede çok-etnili bir yapıyı ortaya çıkartacaktı. (Hernández Castillo 2001: 74) Lacandon ormanında buluşan etnik cemaatler, ilk kez kendi kabuklarını kırarak birbirlerini tanımaya ve bölgedeki, kendilerini yerlerinden etmek için uğraşan büyük kereste işletmelerine karşı ortak mücadeleye böylece başladılar.
Chiapas’ın yerli toplulukları ülkenin en yoksul, en marjinalleşmiş kesimini oluşturmaktadır. Yetersiz beslenme, tedavi edilebilir hastalıklardan kaynaklanan bebek ve yetişkin ölümlerinin yüksek oranı, toplumsal ve iktisadî marjinalleşme ve kültürel ayırımcılık eyalette kronik bir tablo sergiler. Meksika’da yetmiş yıl olan ortalama yaşam süresi, Chiapas’da 45 yıla düşmektedir, örneğin. Eyaletin yerli nüfusun yoğun olduğu Lacandon ormanları kesiminde doğum sırasında yaşamını yitiren kadınların oranı 10 000’de 15-18 arasında seyrederken bu oran, yerli nüfusun daha düşük olduğu orta ve kıyı bölgelerinde, 10 000’de 3’tür. Ormanlık bölgede başta doğum öncesi enfeksiyonlarla mide-bağırsak hastalıkları olmak üzere tedavi edilebilir hastalıklar nedeniyle, her 1000 bebekten 37-38’i daha bir yaşına varmadan, yaşamını yitirmektedir. (Moncayo 2006: 76; Forbis 2006: 178). Chiapas, Meksika’nın doğal kaynaklar açısından en zengin, ama insanî gelişim göstergeleri bakımından en yoksul eyaletidir.
Hiç kuşku yok ki bu sefalet tablosunun birincil kurbanı, kadın ve çocuklar olmaktadır. Kırsal kesimde ortalama doğurganlık oranı 7.32’dir. Ve bu 7-8 çocuktan ortalama sadece 2 tanesi sağ kalabilmektedir.
Yetersiz beslenme, kırsal kesimin en ciddi sorunudur ve tahmin edilebileceği üzere, bu sorundan en yüksek pay, kız çocuklara düşmektedir. Yetersiz beslenmenin büyüme üzerindeki etkileri, Chiapas yerli nüfusunda çarpıcı bir biçimde tezahür etmekte: 15 yaş üstü kadınlarda 10 yıl öncesi 142 cm. olan boy ortalaması, günümüzde 132 cm.’e düşmüştür! (Moncayo 2006: 76)
Dahası, yerli kadınların sorunları yoksulluk, marjinalleşme ve ırkçılıktan ibaret değildir.
Özellikle kırsal cemaatler, yoğun bir ataerkiyle yüklüdür:
“(…) Geleneksel cemaatlerde kadınlar özel alana hapsedilmiş, biyolojik, iktisadî, toplumsal ve kültürel yeniden üretim rolüyle sınırlandırılmış, toplumun geri kalanıyla ilişkilerinde kendilerinin kurbanı olduğu suiistimal ve şiddeti üzerlerinde uygulayan erkeklerin tahakkümüne boyun eğmek zorunda bırakılmışlardır. Küresel toplumun eril-merkezciliği ve cinsiyetçiliği, cemaatler bünyesinde içselleştirilmiştir ve genellikle daha vurguludur. Bu geleneksel cemaatler, zirvesinde kadınların erişemediği bir yaşlılar konseyinin bulunduğu, dikey bir yapı çevresinde örgütlenmişlerdir.” (Le Bot 2009: 277-278)
Evet, Meksika kırsalında yerli cemaatlerin yerel siyasal-toplumsal yaşamlarının çevresinde kümelendiği ejido demokrasisi[11] toprak üzerindeki tasarruf üzerine temellenmiştir ve kadınlar cemaatlerin çoğunda, bu haktan dışlanırlar. Cemaat siyasetinin bir başka eksenini oluşturan kargo sistemi[12] de kadınların dışlamaktadır.
Böylelikle, Chiapas’ın yerli kadınları (ve kıtanın kırsal yerlilerinin çoğu) açısından yaşam bir yandan yoksulluk, bir yandan aşağılanma ve ırkçılık, bir yandan da cemaatin yoğunlaştırılmış ataerkisi altında, okula gönderilmemek, küçük yaşta rızası alınmaksızın evlendirilmek, çok sayıda çocuk doğurmak, erkeklerin çoğu genellikle ekmeklerini köy dışında aradıklarından, evin, kayınların, çocukların ve tarlanın bütün yükünü tek başına omuzlamak, en temel sağlık hizmetlerinden yoksun ve açlık sınırının altında bir yaşam sürdürmektir. Cemaatler arasında yüksek oranlarda seyreden alkolizm oranları ve sefaletin bir getirisi olan sınırsız şiddet ve hem beyaz hem de yerli erkeklerin pervasızca sürdürdükleri tecavüzler de cabası…
Elbette açlık ve baskının en yoğun olduğu hâller, aynı zamanda başkaldırının da mekânlarını biçimlendirirler. Chiapas’ta da böyle oldu…
Aslında Chiapas kırsalının yerli kadınları, mücadeleye atılmak için EZLN’yi beklememişler, eyaleti 20. yüzyılın ortalarından, özellikle de 1970’li yıllardan itibaren sarsan köylü hareketleri içindeki yerlerini almışlardı: kişisel olarak sahip olamayacaklarını bildikleri toprak ve daha çok erkeklerine ait olan onur mücadelesinde…
Eyalette 1974 yılında “yoksullardan yana tercih” yandaşı, Kurtuluş Teolojisi kökenli Piskopos Don Samuel Ruiz’in önayak olduğu, hazırlanışında Marist[13] rahip ve rahibelerin yanı sıra, öğretmenler, çeşitli Marksist gruplar, Maoist Halkın Birliği örgütü militanlarının katkıda bulunduğu ve 327 cemaatin 1230 yerli (Tzeltal, Tzotzil, Tojola’bal ve Chol) delegeyle temsil edildiği eyalet ölçekli Yerli Kongresi (Congreso Indígena) bir yerli-köylü hareketinin başlangıcına işaret etmektedir. Ağırlıklı olarak toprak taleplerinin çevresinde dönen Kongrenin ardından, eyalette köylü-yerli örgütleri birbiri peşisıra mantar gibi bitecektir.
Böylelikle, 1980’de birkaç ejido birliğinin birleşerek oluşturdukları Ejidal Birlikler Birliği ve Chiapas Birleşik Köylüleri (UU), 1988’de UU’nun başka örgütlerle birleşerek oluşturduğu ve Lacandon ormanlarında de facto bir yer altı hükümetine dönüşen ARIC-UU[14] EZLN’nin üzerinde biçimleneceği bereketli zemini oluşturmuştur.
Meksika’nın 1980’lerin ortalarında neo-liberal siyasaları uygulamaya koyulması bir avuç Meksikalının servetlerini katlamasına yol açarken, bir yandan ülke ekonomisinin kuzey komşusu ABD karşısında zemin kaybetmesine, bir yandan da milyonlarca yoksul köylünün geçim temellerinin ortadan kalkmasına neden oluyordu. 1989’da Uluslararası Kahve Örgütü üretim kotaları konusunda bir anlaşmaya varamayınca, kahve fiyatlarındaki yüzde 50’lik düşüş, ürünün temel ticarî gelir kaynağını oluşturduğu eyalet yerlileri için öldürücü bir darbe oldu. Ama aynı zamanda gizli Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu’na paravan oluşturan Alianza Nacional Campesina Indipendente “Emiliano Zapata”nın (Emiliano Zapata Ulusal Bağımsız Köylü İttifakı) doğumuna da vesile olacaktı.
Bu ve benzeri örgütler, bir yandan Meksika’nın köylü hareketlerinin mücadeleci geleneğini sürdürürken, bir yandan da, yerli onuru ve kimliğini vurgulayarak, geleneksel köylü hareketlerinden bir kopuşa işaret etmektedirler. Latin Amerika’nın diğer ülkelerinde olduğu gibi, büyük çoğunluğu köylü olan yerliler, Meksika’da da yalnızca köylüler değil, aynı zamanda ırkçılık ve ayrımcılığa maruz kalan, marjinalize edilen “yerliler” olduklarının da bilincine varmaya başlayacaklardır. Böylelikle, 1970’lerin başlarından itibaren hızlanan toprak işgalleri, mitingler, protesto yürüyüşleri ve toprak sahiplerinin paramiliter kuvvetleri ve ordu birlikleriyle girişilen çatışmalar bir yandan köylülerin toprak talepleri, ama artan ölçüde yerli kimliği ve haklarını gündeme getirmiştir. Örneğin 1983’te eyalet köylülerinin başkent Mexico City’ye gerçekleştirdikleri 27 günlük büyük yürüyüş, “Yerli Saygınlığı Yürüyüşü” adıyla anılacaktı.
Kadınlar Bağımsız Tarım İşçileri ve Köylüler Örgütü’nün (CIOAC) çağrısıyla gerçekleşen bu yürüyüşe bizzat katılmanın yanı sıra, büyük destek verdiler. (Aileler genellikle toprak hakkına sahip erkekler tarafından temsil edildiğinden, katılımcı kadınlar, genellikle dullardı.[15]) Ve çatışmalar dâhil diğer köylü eylemlerine de: Toprak işgalcilerini dağıtmak üzere baskına gelen polis, ordu ya da özel kuvvetlere karşı kucaklarında çocuklarıyla dikilenler onlardı…
Bu çatışkılı mücadele süreci, Chiapas’ın kırsal kadınları için paha biçilmez bir okul olacaktı. Mücadele pratiklerini köylü mücadeleleri içerisinde biçimlendirirken, teorik gelişmelerinde, rahip ve rahibelerinin çoğunluğu Kurtuluş Teolojisine bağlı Katolik Kilisenin rolü, reddedilmezdi. Meksika’nın diğer bölgelerinde olduğu gibi Chiapas’da da Kilise kurslar ve atölye çalışmalarıyla mestizo toplumun eşitsizliği ve ırkçılığı konularını tartışmakta, marjinallerin en marjinalleri olan yerli kadınlar bu çalışmaların ana hedef kitlesini oluşturduğundan, cinsiyet eşitsizlikleri kaçınılmaz olarak gündeme gelmekteydi. San Cristóbal’de kurulan Diyakozluk Kadın Konseyi (CODIMUJ) Chiapas’lı yerli kadınları kadın hareketinin özgül talepleriyle buluşturmada önemli bir rol üstlenmiştir. Katolik Kilise, bunun yanı sıra, yerli kadınların İspanyolca’yı, okuma-yazmayı ve topluluk önünde konuşmayı öğrendikleri bir okul oldu. Aynı süreçte bölgede faaliyetlerini yoğunlaştıran beyaz kadın örgütleri, yerli kadınlarla (çatışmalı da olsa) bir diyaloga girecekti.[16]
İsyan, bulaşıcıdır. Hayatın bir alanından diğerine sirayet eder.
Chiapas kadınları, önce erkek sınıf kardeşleriyle birlikte yoksulluğa başkaldırdılar. Mahkûm kılındıkları yoksulluğun, içinde yaşadıkları toplumun ırkçı yapılanışıyla bağlantılarını keşfettikçe, mücadeleleri hem topraklarını ellerinden alan büyük toprak sahiplerine ve onların destekçisi olan devlete, hem de ırkçı kurum ve uygulamalara yöneldi – yerli erkek kardeşleriyle birlikte.
Ancak onların boyunlarında bir pranga daha vardı: ataerkil rejimin prangası. Mücadele hedefleri arasına onu yerleştirmedikçe, içine itildikleri parya konumundan kolay kurtulamayacaklarının farkına varmakta gecikmediler.
Ne ki ataerkil sistem, yalnızca kendilerini sarmalayan dışsal dünyada değildi, varlığını özellikle eril baskı olarak içinde yaşadıkları cemaatin içerisinde hissettiriyordu. Cinsiyet rollerinin katı bir biçimde tayin edildiği ve genç kadınların en alt basamaklarında yer aldığı hiyerarşik bir yapılanışın egemen olduğu cemaatlerde. Bir başka deyişle, yerliler olarak geniş toplumun onaylamasını, değer vermesini, saygı göstermesini talep ettikleri kültürlerinde…
Bir kültüralistin kolayca düşebileceği tuzağa düşmediler. “Modern” Meksika toplumunun önlerine uzattığı seçenek(sizliğ)e teslim olmadılar: “Ya yerli kalarak cemaatin içerisinde sefil, arkaik bir yaşam sür, ya da modernleş, mestizo’laş, Meksikalılaş!”. Onun yerine, hem köylüler, hem yerliler, hem de kadınlar olarak insanca bir yaşam talep edilebileceğini göstermeye kalkıştılar dünyaya… Gerçek özgürlüğün, herhangi bir tahakküm gücüne teslim olmaksızın, ve kimliğini reddetmek zorunda kalmaksızın kendi yaşam koşullarını kendi iradeleri doğrultusunda değiştirebilmede yattığını sergilemeye…
* * *
Bugün Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu ve Cephesi içerisinde pek çok kadın yer alıyor. Bir kısmı Komutanlık konumuna yükselen bu kadınların (Komutan Ester, 2006 yılında böbrek yetmezliğinden yaşamını yitiren Komutan Ramona, Komutan Susana, Komutan Yolanda, Yüzbaşı Ana Maria, Yüzbaşı Elisa, Yüzbaşı Laura…) yanı sıra,[17] Zapatista taban cemaatlerindeki kadınlar da örgüt içerisinde önemli görevler üstlenmiş durumdalar.
Ve cemaatin iç ilişkilerini değişmeye zorluyorlar. Tıpkı Marcos’un dikkat çektiği gibi:
“Devrimci kadınlar dağlara çıktığında, köylerdeki yaşlı kadınlar onları fahişelikle suçladı, oralarda onlara sahip çıkacak kimsenin olmayacağını söylediler. Kadınlar devrimci kadınlara kendilerine nasıl davranıldığını soruyordu…. “Eğer sana sahip olmalarını istemezsen, cezalandırıyorlar mı?” “Hayır, sen istemezsen kimse sana sahip olamaz.” “Eğer bir erkeği istemiyorsan onunla evlenmeyebilir misin?” “Evlenmek istemiyorsan, evlenmezsin…” Böylece pek çok kadın saflarımıza katılmaya başladı. (Durán de Huerta 1994: 33-34)
Evet, Zapatistalara katılmak, binlerce kadın için yaşamı ve yaşamın anlamını değiştirdi. Hem eli silahlı olanlar, hem de destek örgütlerindeki sivil kadınlar için. Zapatista cemaatlerinde içki kullanımı, kadınların talebi üzerine yasaklanmış durumda, örneğin. Bu cemaatlerde kız çocuklar erkeklerle birlikte eğitim görüyor, Caracol’lerdeki sağlık ocaklarındaki sağlık hizmetlerinden ücretsiz olarak yararlanıyor, kurdukları el sanatları kooperatiflerinde ürettiklerini pazarlamak üzere uzak kentlere yolculuk ediyor, yığınlar önünde konuşuyor, kitlesel eylemleri örgütlüyorlar.Onlar gönüllerinin çektiğiyle evleniyor, kaç çocuk sahibi olacaklarına kocalarıyla birlikte karar veriyor, kocalarından ya da babalarından şiddet gördüklerinde Caracol yöneticilerine şikâyet ederek cezalandırılmalarını sağlıyorlar…
Tabii Chiapas’lı kadınlar, hatta Zapatista kadınları için her şey güllük gülistanlık değil. Yerli bölgeleri, hâlâ ülkenin en yoksul ve marjinal bölgeleri olmayı sürdürüyor. Gücünden yitirmiş de olsa, ırkçılık gündelik yaşamda süregidiyor. Ve cemaatlerin çoğu içerisinde yerli kadınlar hâlâ kölelerin kölesi konumunda yaşıyorlar.
Ancak, kırmızı mendillerin ardına gizledikleri yüzlerinin aydınlığıyla onlar, hayatın değişebileceğine dair umudu uyandırdılar. Hem yoksulluğa, hem ırkçılığa hem de ataerkine meydan okuyan küçücük gövdeleri, kadınların üç cephede birden savaşabileceğini gösterdi dünyaya. Kadınların, kültürel kimliklerini reddetmeksizin, bu kimliğin yeniden biçimlenişine katkıda bulunabileceklerine, köylüler, yerliler ve kadınlar olarak insanca bir yaşama layık olduklarına dair bir çağrıyı seslendirdiler, Lacandon ormanlarının derinliklerinden.
Bu çağrı bugün yeryüzünün pek çok bölgesinde, dışlanmış ulusların yoksul kadınları arasında yankılanıyor…
Sibel Özbudun
12 Şubat 2011 11:59, Ankara.
Notlar
[*]Newroz, Yıl:5, No:165, 9 Mart 2011…
[1] Yıldırım Türker, “Marcos’un Dili”, Radikal, 15 Ocak 2011, s.19.
[2] Ki’che dilinde beyaz Meksikalılar (İspanyolca anlamındaki Kastilyan’dan gelmektedir).
[3] Pozol (Nahuatl dilinde pozolli’den): kakao ve mısırdan yapılan, popüler bir Orta Amerika içeceği.
[4] Burada sözü edilen geleneksel cemaat otoriteleridir. (b.n.)
[5] Genellikle yerel ya da eyalet düzlemindeki güç odaklarıyla iyi ilişkilerinden dolayı cemaat önderleri olarak (beyaz) otoritelerce desteklenen, onlarla kliyentalist ilişkiler içerisinde olan yerli cemaat önderleri için kullanılan bir terim.
[6] Burada, Meksika Anayasası’nın 4. maddesinde, ülkenin “özgün olarak çokkültürlü bir bileşime sahip olduğu”nu belirten ve “dillerinin, kültürlerinin, adetlerinin, geleneklerinin, kaynaklarının ve özgül toplumsal örgütlenme biçimlerinin yasa tarafından korunacağı”nı vurgulayan değişikliğe (1992) gönderme yapılmaktadır.
[7] “Women’s Rights in Our Traditions and Customs”, Speed, Hernandez Castillo ve Stephen (der) (2006: 5-14).
[8] Devrimci Kadın Yasası için bkz. Özbudun (2006: 305-306).
[9] EZLN ayaklanmasının ardından, sivil toplum ve akîl adamların da aracı olduğu, EZLN ile Meksika hükümeti arasındaki müzakere süreci. (b.n.)
[10] “Commandanta Esther: Speech Before the Mexican Congress”, Speed, Hernandez Castillo, ve Stephen (der.), (2006: 15-27).
[11] Ejido: Meksika devriminden sonra uygulamaya konulan toprak reformu uyarınca, köylülere dağıtılan topraklar. Pek çok cemaat, ejido topraklarını ortaklaşa temellük etmektedir. Devrimden sonra 3 milyon kadar kullanıcıya, 70 milyon hektar toprak dağıtılmıştır. Ancak 1992’de Meksika hükümeti Anayasa’nın 27. maddesini değiştirerek toprak dağıtımını durdurmuştur. Ejido, yerli halklar açısından Cumhuriyet dönemindeki cemaat yaşamının temeli sayılmaktadır. Ejidolar, toprak tahsis edilen cemaat üyelerinden oluşan konseyler tarafından yönetilir; ancak kadınlar bu tahsis sisteminden dışlanmışlardır.
[12] Kargo sistemi: Meksika yerli köylerinde (pueblolar) kimi dinsel görevler (kilisenin bakımı, azizler adına düzenlenen yortular vb.) yaş hiyerarşisine tabi erkekler tarafından yerine getirilmektedir. Sisteme dahil olan erkeklerin yaşı ilerledikçe kargo sistemi içerisindeki sorumlulukları ve buna koşut olarak da prestijleri artar.
[13] Marist: Peder Jean-Claude Colin tarafından 1816’da Fransa’da kurulan Roman Katolik Mary (Meryem) Derneği tarikatı izleyicileri.
[14] Stephen, Speed ve Hernández Castillo (2006: xiii) Leyva Solano’ya dayanarak ARIC-UU’nun dört temel ilkesini, “Katolik iman, Guevarist ve Maoist sosyalist ideolojiler ve Ladino’lara karşı etnik bilinç” olarak sıralıyorlar.
[15] Toledo Tello ve Garza Caligaris (2006: 106).
[16] Meksika’nın yerli kadın hareketiyle mestizo feminizmi arasındaki çatışmalı ilişki, Marcos ve Waller (2006)’da ayrıntılı biçimde irdelenmektedir.
[17] “Yüzbaşı Laura yirmi bir yaşlarında, bir kayanın üzerine oturmuş, dizlerinin üzerine yerleştirdiği silahıyla gazetecilerle konuşuyor. Ona Marcos’u soruyorlar, yanıtlıyor, ‘Bizim mücadelemize ait bir adam o, ama gördüğünüz gibi, bir mestizo.’ ‘O kadar çok askerî alt etmeyi nasıl başardınız?’ ‘Rütbemizi dağlardaki deneyimimize, çalışma kapasitemize ve sorumlulukla baş etme yetimize göre kazanıyoruz. Bir üye olarak çalışmaya başladığınızda, bir asttan ibaretsinizdir. Üstleriniz ilerlemenizi gözlemler, komutanıza insanlar vermeye başlar. Ben de böyle yükseldim, başarılı olduğumu görünce, rütbemi yükselttiler.’ Şimdi emri altında yüzeli kişi var.” (akt.: Moncayo 2006: 84) Ve: “Savaştan önce erkekler arasında kadınların komuta kademelerine getirilmesi konusunda çokça kuşku vardı. İnsanlar kazan kaldırıyordu, onları yatıştırmak için çok uğraştım. ‘Hiçbir orospu bana ne yapacağımı söyleyemez,’ diyorlardı… Sorun, kadın subayların en iyi savaştığı Ocosingo’da çözüldü. Yararlıları alandan kuşatıldığımız yere taşıyanlar, onlardı. Kadınların birliklere komuta edip edemeyeceği sorununa onlar son verdiler.” (Komutan Yardımcısı Marcos, akt.: Moncayo 2006: 84-85.)
Yararlanılan kaynaklar:
Durán de Huerta, M. (1994). Yo, Marcos: Entrevistas y pláticas del Subcommandante. Mexico City: Ediciones del Milenio.
Hernández Castillo, A. (2001). Histories and Stories from Chiapas. Border Identities in Southern Mexico. University of Texas Press.
Forbis, M. M. (2006). “Autonomy and a Handful of Herbs: Contesting Gender and Ethnic Identities Through Healing”, S. Speed, A. Hernandez Castillo, ve L. M. Stephen (der.) Dissident Women. Gender and Cultural Politics in Chiapas, University of Texas Press.
Le Bot, Y. (2009). La grande révolte indienne. Paris: Robert Laffont.
Marcos, S. ve M. Waller (2006). Diyalog ve Fark: Feminizmler Küreselleşmeye Meydan Okuyor İstanbul: Chiviyazıları.
Moncayo, M. M. (2006). “Indigenous Women and Zapatismo”, S. Speed, A. Hernandez Castillo, ve L. M. Stephen (der.) Dissident Women. Gender and Cultural Politics in Chiapas, University of Texas Press.
Özbudun, S. (der.). (2006). “Latin Amerika Yerlileri: Yeniden!”, Latin Amerika Yerlileri, İstanbul: Anahtar Yayınları.
Speed, S., A. Hernandez Castillo, ve L. M. Stephen (der.) (2006). Dissident Women. Gender and Cultural Politics in Chiapas, University of Texas Press.
Toledo Tello, S. ve A. M. Garza Caligaris (2006). “Gender and Stereotypes in the Social Movements of Chiapas”, S. Speed, A. Hernandez Castillo, ve L.
Kaynak : LatinBilgi- 5 Nisan 2011