FATİH DİKMEN (*)
Türkçe ve bilim ile ilgili bir yazı, halkımızın sıklıkla yaptığı ve kendi çalışma konum ile ilgili olduğu için pek çok kere şahit olduğum bir kavram kargaşasını hatırlamama neden oldu. Özellikle bilimsel gelişmeler karşısında dilimizin bu gelişmelere paralel olarak genişletilememe-si durumu, çok yakından tanıdığınız ya da aslında tanıdığınızı zannettiğiniz bir canlı isminin yani “arıların” makus talihi ile birebir örtüşmektedir. Naçizane gözlemlerime göre, ister üniversitede okusun ister mezun olup makine mühendisi, doktor veya bilmem ne olsun ya da evinde dantel ören bir ev kadını olsun, Türkiye’de bir insana “arılardan” bahsettiğimde onların aklına hemen “bal arısı” gelir. Benim üzgün bakışlarımı görenler (yoksa “eşek arısı” mı?) diye durumu kurtarmaya çalışsa da, ben çoğu zaman ikisinden de bahsetmiyor olurum. Burada fırsat bulmuşken konuştuğum o geniş kitleye de söyleyeyim; ben “arı” demekle aslında çoğu zaman uzmanlık alanım ile de ilişkili olarak “öteki arılardan” yani “yabani arılardan” bahsetmekteyim!
Burada size hani toplumda hep yapılage-len işte bu ötekileştirdiklerimizden(!) bahsetmeye çalışacağım. Ama burada asıl önemli olan, insanların aslında 21.000 türden oluşan arı grubu canlıları 21.000’den biri olan bal arısı ile anması! Yani 20.999 tanesinin aslında akıllara getirilmemesi. Bugün Türk futbolu dendiğinde akıllara sadece Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ve Trab-zonspor’un gelmesi Anadolu kulüplerine hakaret niteliği taşırsa aynı şekilde arılar dendiğinde sadece bal arısı düşünmek de bu “yirmi bin küsur mahlûkatı” yok saymak ile aynıdır!
KARŞILIKLI FAYDA İLİŞKİSİ
Tamam, olayı bu kadar dramatize etmeye gerek yok. Haklısınız, derhal sadede geliyorum. Tekrar ana mevzuya dönecek olursak, burada “öteki arılar”dan bahsedeceğim bu gün. Belki bugüne kadar, sizin de arı dendiğinde aklınıza ilk gelen şey bal arısı idi. Bu ilk bakışta anlaşılabilir bir durum. Zira bal arılarından fayda sağlamamız ve onlarla neredeyse insanlık tarihi kadar bir hukukumuz var gibi gözükmesi, insanoğlunun bal arısını daha kolay tanımasına neden olmuş olabilir. Ama meselenin iç yüzü tam olarak böyle değil. Yani aslında insanlığın “öteki arılar” ile hukuku, “insanlık bunu bi-lemese de” ya da “insanlık tarihi bunu yazmamış olsa da” daha uzun yıllar öncesine dayanır. Hatta bırakın insanlığı “öteki arılar” aslında tüm canlılığa hizmet eder. Nasıl mı? İşte size iddialı bir cümle: Onlar olmasaydı sizler elma yiyemeyecek, portakal suyu içemeyecektiniz. Daha da önemlisi hani çocukken gezdiğiniz, oyun oynadığınız o kır çiçekleri sadece hayal ürünü bir nesne olacaktı. Çünkü onlar olmasa rengârenk çiçeklerin açtığı bir dünya olmayacaktı. Peki ama arılar ve çiçekler arasındaki bu ilişki nerden kaynaklanır?
Arıların çiçekler ile, onların renklenmelerine bile karışabildiği, bu sıkı ilişkisi karşılıklı bir faydaya dayanır. Çiçeklerde de aynı insanlarda olduğu gibi erkek ve dişi cinsiyetler vardır. Erkek çiçekler veya bir çiçekteki erkek organ, eğer polen üretip bunu dişiye iletemezse, iki çiçek de nesillerinin devamını sağlayamaz. Peki, eli veya ayağı olmayan yani hareket edemeyen çiçeklerdeki bu farklı cinsiyetler birbirine nasıl polen transfer edebilecek? Evet, arılar ile! Ama nasıl? Arılar polen toplayıp bunu kendileri ve çocukları için besin olarak kullanmazsa yaşam ve çoğalma gibi faaliyetleri gerçekleştiremez yani nesillerini devam ettiremez. İşte bu, yani polen, arılar ile çiçeklerin birbirinden faydalanmasını sağlayan temel ortak paydadır. Birbirinden metrelerce uzaklıkta olan erkek ve dişi çiçeklerin, birbirine kavuşması için arada bir çöpçatanın olması ve bu çöpçatanın, erkekten dişiye mesaj taşır gibi polen taşıması gerekir. Polenin dişiye taşınması olayına “tozlaşma”, tozlaşmaya yardımcı olan çöpçatanlara ise “tozlaştırıcı” deriz. Tozlaştırıcılık işini genel anlamda böcekler ve özellikle de arılar yapmaktadır. Hatta öyle ki arılar, tüm canlılar arasında bitkilerin yüzde 75’ini tozlaştırmasından dolayı en temel tozlaştırıcı sıfatını gönül rahatlığı ile hak eder.
İşte bir çiçek bahçesinde veya bir otlak alandaki uçsuz bucaksız kır çiçekleri arasında dolaşırken etrafta bir sürü vızıltı duyarsınız ya! işte onlar bu kır çiçeklerini gezerek onlardan kendileri için besin (polen-nektar) toplamaya çalışan ve bu esnada bir çiçekten diğerine polen taşıyan yani çöpçatanlık yapan yüzlerce “arı” yani “öteki arı”dır. Siz o vızıltı dışında bunların ne kadar çok veya ne kadar çeşitli olduğunu belki de fark etmezsiniz ama evet onlar olmazsa dünya bu kadar renkli olamazdı. Onlar olmasa o rengârenk çiçekler açmazdı. Düşünsenize bir kere, eğer binlerce çiçek var diyorsak dünyada, bunların tozlaşması için binlerce arı gerek. Eğer ki arıların çevreye kattığı bu renkler sizin ilginizi çekmediyse, (bana ne onların peyzaj cılar gibi etrafı renklendirmesinden) diyorsanız, bu düşünce muhakkak ki, öteki arıların, midelerimizden geçen önemli bir faydasını henüz söylemediğimizden kaynaklanmaktadır. Aslında bitkilerin hem ekolojik dengeler için hem de beslenme açısından ne kadar önemli olduğunu zaten kavrayanlarınız için, arıların tarımda çok önemli işlevleri olduğunu söylemek abes kaçabilir, ama biz yine de şimdi tekrar söyleyelim. Dünyadaki 3000 tarım ürününün yarısından fazlası tozlaşma için bu 21 bin küsur arıya muhtaçtır. Bu tozlaştırıcıların dünya ekonomisine katkısı, 1999 verilerine göre yıllık 65-70 milyar dolardır. Arıların tarımda bizzat kullanılabileceğini anlayan devletlerin sayısının artması ile bu ekonomi gittikçe de büyümektedir.
HORMONAL TEHDİT
Evet, bugün tarımı yapılan mesela yakından tanıdığınız çilek, domates, fasulye, biber, salatalık, elma, portakal… vs gibi yüzlerce meyvesi yenen bitkiden doğal yoldan ürün elde edilebilmesi işi, özellikle bal arısı olmayan öteki arıların çalışmasına bağlıdır. Bu bitkiler, arılar yardımı olmadan tozlaşma yapamazlar ve tozlaşma olmadan da meyve gelişimi olmaz. Fakat geçmişte, kurnaz insanoğlu, arılara olan bu bağımlılıktan kurtulabilmek için meyve gelişimini yapay yollarla, hormonlar veya ilaçlar kullanarak, sağlamaya çalışmış bunda kendince başarılı(!) olmuştur. Ancak gelin görün ki, bir gün gelip bu yapaylık insanların sağlığını tehdit eder olmuş. Bunun yanında insanların dilinden de “domatesin eski tadı yok” cümlesi düşmez olmuş. Ancak fark ettiyseniz son yıllarda biraz pahalı da olsa, sera domateslerinden bazıları ya da bazı bahçe domatesleri (hormon kullanmadı-larsa) lezzetli olabiliyor. Yine dikkat ettiyseniz o leziz domateslerin üzerinde genelde, karikatür gibi şirin bir arı resmi var: Bal arılarının çok yakın akrabası (bir nevi kuzeni-amcaoğlusu) olan ama onlardan çok daha tüylü ve çok daha iri “öteki arılar”dan Bombus arısı. Bombus arıları özellikle 90’h yılların sonlarından itibaren özellikle de Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü’nden Dr. A. Murat Aytekin’in öncü çalışmaları ile Antalya ve civarındaki domates seralarında, doğal domates tozlaş-tırıcısı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu sayede azaltılan kimyasalların yerini lezzet almış, bu şekilde lezzetlenen domateslerin üzerine ise işte bu arıya teşekkürlerimizin) belirtmek amacıyla resmi yapıştırılmaya başlanmıştır. Tabii tüketicinin lezzet ve arı resimli domates arasında ilişki kurması kurnazların gözünden kaçmamış ve bunların da sahtesi çıkmıştır. Yani sizi uyarmak istiyorum, hormonlu “korsan domates”lerin market ve pazarlarda yerini bulması ve o domateslerin lezzetsiz olması ne öteki arıların ne de Bombus’ların suçu değil! (*) Hacettepe Üniversitesi
(*)02.04.2007 tarihli Birgün Gazetesi
Lezzetli domatesler ve ‘öteki arılar’
