5177’nin ilk ışıkları Nisan 2004’te gözlerimizi kamaştırmıştı aslında. 28 Nisan’da kabul edilen 5491 sayılı Kanun ile Çevre Kanunu’nda değişiklik yoluna gidilmiş ve amacı çevrenin korunması olan bir kanunda çubuk ilk kez kalkınmanın sürdürülebilirliğine doğru bükülmüştü. Ülkenin doğa değerleri açısından yeni bir yönelim olan bu durum, 5491’in 13 Mayıs 2004’te yürürlüğe girmesinden iki hafta sonra daha büyük bir yıkımın tohumu ile tamamlanacaktı. Bu yıkımın adı da takip eden beş sene boyunca ezberlenecek 5,1,7 ve 7 rakamlarından fazlası olacaktı.
Adı 5177
Kalkınmanın sürdürülebilirliğinin taçlandığı gün, tarihe 5 Haziran 2004 olarak geçti. Tüm itirazlara rağmen dünya çevre gününde yürürlüğe giren 5177 sayılı Maden Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 2004’ten bugüne yaşanan yıkımın başrol oyuncusu oldu. Öyle ki yaşamsal önemde olan bir kısım düzenlemeler getiren Yasa metnine karşı sokaktan yükselen itiraz sesleri ne Meclis komisyonlarında ne de genel kurul salonunda dikkate alınacaktı. Yasa görüşmeleri 27 Mayısta sona erip kabul oyu için eller havaya kalktığında yeni bir dönemin başladığı bilincinde olan herkes yıkımın bu denli çabuk başlayacağını, vahşi ve de pervasız olabileceğini düşünmemişti.
Maden şirketleri, yasal değişiklik ile Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliğinde değişiklik yapılmasını bekleyemeden ilk dozeri, çevresel etki değerlendirmesinden muaf olarak sahaya indirdi. İşte beklenen kabus o an gerçek oldu. Yaşam alanları tam kalbinden vuruldu…
Bir sene sonra 2005 senesinin Haziran ayında Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği yayınlandığında talanın uygulama boyutunun sınırları çizilmiş ve resim nerede ise tamamlanmıştı. Şirketleri kimse durduramadı. Uygulama olanca hızı ile devam ederken maden şirketleri ile orman idareleri arasında yaşanmaya başlayan gerilim bu kez orman alanlarında maden ve diğer izinleri düzenleyen yeni bir Yönetmelik yayınlanmasına sebep oldu. Mart 2007’de yayınlanan Orman Sayılan Alanlarda Verilecek İzinler Hakkında Yönetmelik ile orman alanlarında maden izinlerinin önü de açıldı, bu değişiklikler Nisan 2007’de Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği değişikliği ile temel metne de yedirilerek biten resmin imzası ve tablo en nadide eser olarak 5 senelik sergisine başladı.
5 Senelik Kabus
2004’ten 2009’a kadar geçen 5 senelik süreçte ülke sayısız katliam haberi ile sarsıldı. Uşak Eşme’de siyanür zehirlenmeleri, İzmir Efemçukuru’nda su havzalarının yurt savunması gerekçesi ile acele kamulaştırılması, Bergama Kozak Yaylası’ndaki fıstık çamlarının kitlesel katliamı, Kaz Dağları’nın delik deşik edilmesi… Yükselen çığlıklardan süzülenler Anayasa Mahkemesi’ne 5 senede ancak ulaşmış olmalı ki Ocak 2009’da 5491 ve 5177 Kanunlar ile ilgili Mahkemenin yasalar ile ilgili bir kısım hükümleri iptal ettiği kamuoyuna açıklandı.
Öncelikle 5491 sayılı Kanun’un petrol, jeotermal ve maden arama faaliyetlerinin çevresel etki değerlendirmesi kapsamı dışına çıkarılması hükmü, daha sonra da 5177 sayılı Kanun’un orman ve diğer korunan alanlarda verilen izinler ile ilgili düzenlemeleri iptal edildi, ancak iptal kararının gerekçenin yayınlanmasından bir sene sonra yürürlüğe girmesine karar verildi. Bu kararları şubat 2009’da Danıştay’da görülen Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği ile ilgili davalarda verilen iptal kararları izledi.
Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararları haziran ve temmuz aylarında Resmi Gazete’de yayınladığında halihazırda geçen 6 aylık süreye eklenen bir senelik süre işlemeye başladı. Ancak görüldü ki şirketlerin bir sene değil bir gün beklemeye tahammülü bile yoktu ve Bakanlar Kurulu ağustos 2009’da toplanarak Danıştay’ca yürütmesi durdurulan Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği’ne ‘geçici’ olarak adlandırdığı bir hülle madde koydu. Madde ile orman sayılan alanlarda madencilik faaliyetlerine izin veriliyordu. Ortada iptal edilen Kanun ve Yönetmelik hükümleri varken Bakanlar Kurulu’nun böyle bir düzenleme yapması, söz konusu düzenleme ile ilgili Ekoloji Kolektifi’nin açtığı davanın ekim 2009’da verilen yürütmesinin durdurulması gerekçesinde şu ifadelerde kendini buldu. “Yapılan değişiklik yargı kararlarını bertaraf etmeye yöneliktir.”
Takip eden günlerde çıkarılan ve de Anayasa Mahkemesi kararı yorumuna aykırı olarak arama faaliyetlerini belirli derinlik mesafeler altında çevresel etki değerlendirmesi kapsamından çıkaran yönetmelik ile adı maden sahalarının rehabilitasyonu ve doğaya yeniden kazandırılması olan, ancak %90’lara tekabül eden orman sayılan alanlar uygulamasını kapsam dışında tuttuğu için uygulanma şansı olmayan yönetmelik hükümleri dava edildi.
Durmak Yok, Talana Devam
Söz konusu kararlar ile birlikte hiçbir yasal dayanağı bulunmayan, ancak daha önceli ruhsatların kazanılmış hak tartışmaları çerçevesinde faaliyetlerini yürüttüğü günlerde madencilik faaliyetleri ile ilgili yeni yasa çalışmalarına hız verildi. Mart 2010’da Meclis’e sunulan 1-0821 sayılı Taslakta Anayasa Mahkemesi kararına uyumun sağlanıldığı iddia edilse de bir kısım değişiklikler ile doğal çevrenin korunması yerine madencilik faaliyetlerine muafiyet ve ayrıcalıklar getiren yeni düzenlemelerin önerildiği görülüyor.
Taslakta madencilik faaliyetleri ile çevresel konularda üniversitelerde uzman olduğu bilinen kişilerden oluşacak bir heyetin bilimsel ve de teknik değerlendirmeleri ile yasa taslağının gerekçesindeki ifade ile “alt” düzeydeki mevzuat ile madencilik faaliyetlerinin önüne geçilmesinin engellenmesi temel hedef olarak ortaya konulmuş ve kısıtlamanın ancak Kanunla koyulabileceği düzenleniyor; özellik arz eden alanlardaki faaliyetler için de Başbakanlık Müsteşarı başkanlığında oluşturulacak Kurulun kazanılmış hakları gözeterek bazı kısıtlamalar getirebileceği ifade ediliyor. Bu düzenleme ile çevresel etki değerlendirmesi olumlu ya da gereksiz kararlarına karşı açılan davalarda yapılan bilirkişi incelemelerini adeta etkisiz bırakmak ve her iki değerlendirmeyi birbirine kırdırmak için öncül bir inceleme getiriliyor. Her ne kadar önleyici bir düzenleme gibi gözükse de raporun ısmarlanacağı isimlerden oluşan listenin şimdiden elden ele dolaştığı iddia ediliyor.
Yine işyeri açma ve çalışma ruhsatını mevcut hukuk düzeni içerisinde faaliyetin yürütüleceği mücavir alanlar içerisinde belediyelerin vermesinin, yasa taslağının gerekçesindeki ifade ile “farklı” belediye uygulamaları ile faaliyet yürütenler açısından eşitsizlik yarattığı gerekçe olarak sunuluyor ve ruhsatın İl Özel İdarelerince verileceği düzenleniyor.
İmarsız alanlarda yürütülen madencilik faaliyetleri için geçici tesis ve müştemilatları için inşaat ve yapı ruhsat izni şartı ortadan kaldırılıyor.
En önemlisi de, madencilik faaliyetleri ile diğer yatırımların birbirini engellemesi ile madencilik faaliyetlerinin yapılamaz hale gelmesi durumunda Genel Müdürlük ve/veya Başbakanlık Müsteşarı başkanlığında toplanacak Kurulun, söz konusu yatırım zararının karşılanması ile ilgili kararlar verebileceği düzenleniyor.
Görülüyor ki madencilik faaliyetleri yeni düzenleme ile çevre üzerindeki vahşi baskının artması bir yana, faaliyetin yürütüleceği yereldeki insanların temsilcisi olan seçilmiş yerel yöneticiler ve bu kişilerden oluşan belediyelerin ruhsat yetkileri elinden alınıyor, imar kanunu anlamında belirli istisnalar getiriliyor ve de en önemlisi madencilik faaliyetleri diğer yatırımlar açısından da üstün tutularak engellenmesi durumunda zararının karşılanmasına yasal dayanak oluşturuluyor.
Ülkemiz vahşi madenciliği ve madencileri, konu ile ilgili kurulan Meclis araştırma komisyonu üyesi milletvekillerine dahi sen benim vekilim değilsin nidaları ile saldırırken, sizce çevresel değerlerin yatırım amaçları ile çatışması durumunda bizi dinleyecekler mi?
Bu çalışmalar yetmemiş olacak ki madencilik faaliyetleri önündeki en büyük engellerden birisi olan Zeytin Yasası’nda değişiklik önerisi Madencilik Sektörü Başkanlar Konseyi tarafından Meclis’e sunulduğunu öğreniyoruz.
Maden Kanunu değişikliği, Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun’da değişiklik önerisi ve en önemlisi Anayasa reformu kapsamında yürütülen değişiklik çalışmalarında yargının yerindelik denetimi yapamayacağına dair hüküm, zaten kanunlarda yer alıyorken, Anayasa değişikliği kapsamına bu değişikliklerin sokuşturulmaya çalışılmasını hayra yormanın olanağı yok. Özellikle Bergama’nın mirası, Anayasa’nın 56. maddesindeki sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı temelinde verilen madencilik faaliyetleri ile ilgili yerleşik 20 yıllık Danıştay içtihatlarını aşmaya yönelik bir sürece girildiği görülmelidir. Bu dönüşümün, kalkınma masallarıyla süslendiği bir ortamda soruyoruz, bu masala inanıyor musunuz?
“Demokratikleşme” nin ekonomik liberalizasyon olarak sunulduğu, siyasal haklarda bir açılım yapılmadığı bir süreçte, maden kanunu ver türlü türevinin, tüm doğa varlıklarını özel şirketlerin malı haline getirilmesine yol açtığını ve yağmayı hızlandırdığını görüyoruz, bu nedenle biz bu masala inanmıyoruz. Ya siz?
Emre Baturay ALTINOK
KOLEKTİF Dergisinin 4. sayısında yayınlanmıştır. (Nisan 2010)