Marikana’nın öyküsü bir sendikal rekabet öyküsünden çok daha fazlasıdır. Katledilen insanları televizyonda izlemenin verdiği dehşetinin ardından şimdi Marikana, Bulhoek ve Sharpville katliamlarının ve şiddete dayalı iğrenç bir sermaye birikimi yöntemi tarihinin diğer imgeleri arasındaki yerini aldı.
Ancak bu yalnızca bir şiddet ve keder öyküsü de değil. Bu üslupla konuşmak, birçok yorumcunun yaptığı gibi, polisin grevci işçilerin üstünde açtığı yaralara yeni hakaretler eklemek, grevci işçileri, kendi geleceklerinin öznesi ve daha da önemlisi oluşmakta olan yeni bir hareketin kaynağı değil, basit birer kurban gibi görmek olurdu.
Geniş platin madeni havzası, son beş yıldır yeni kalkışmalara sahne oluyor. Merafong ve Khutsong’daki işçi sınıfı toplulukları arasındaki örgütlenmelerden Angloplat, Implat ve şimdi de Lonmin’deki grevci işçilere kadar uzanan ülke çapındaki “hizmet sunumu” ayaklanmaları da dahil olmak üzere bütün bu mücadeleler daha birçoklarını ve Lonmin işçilerini katleden devlet şiddetine rağmen yeni bir hareketin doğmakta olduğunun işareti. Artık, yalnızca öfkemizi kusmak yerine, saflarımızı seçmenin ve desteğimizi ortaya koymanın vakti geldi.
Marikana’dan sonra asla hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Öncelikle bu cinayetler ANC’nin bir büyük sermaye partisine dönüşmemiş olduğu yanılsamasının sonunun geldiğine işaret etmektedir. Çünkü ANC hala eleştirilerin tümüyle beyaz imtiyazı savunmaya çalışanların saflarından geldiğini ileri sürerek, kurtuluş kredilerini harcamaya devam etmektedir. DA bu role son derece uygundur çünkü ANC’ye sürekli olarak yeterince sermaye dostu davranmadığı için saldırmaktadır. Ama Marikana, tam da beyaz imtiyazı, özellikle de madencilik şirketi Lonmin’i savunanların işçilere saldırısıdır. Lonmin, Güney Afrika’daki yeni seçkinler oluşumunu özetlemektedir: yandaş Siyah beslemelerle sarmaş dolaş eski beyaz sermaye.
ANC, bu süreçte, madencilik sermayesinin karlarını şiddet yoluyla güvence altına almak suretiyle, selefinin, yani ırk ayrımcı apartheid rejiminin Milliyetçi Parti’sinin ayak izlerini sürmektedir.
İkincisi grev ve katliam bir yandan da ANC ve özellikle de COSATU etrafında kurulmuş olan kurtuluş ittifakındaki bir kırılma noktasına da işaret etmektedir.
Kitlesel Demokratik Hareket isimli topluluk ve gençlik kanatları 1994 sonrasında yozlaşmış belediye başkanlarıyla ilişkileri yüzünden kepaze olur ve günümüzün hizmet sunum ayaklanmaları yüzünden geri planda kalırken, COSATU’nun ahlaki otoritesi güçlenmişti. “Sivil toplum” adı verilen şeyin içinde, COSATU ahlaki bir ses olmaya devam etmekteydi. Dolayısıyla herhangi bir kampanya yürütmekte olan herkes COSATU ile ortaklık arayışı içinde oldu. Bu ahlaki otorite, aslında sadece COSATU’nun işçi sınıfı saflarındaki en örgütlü güç olmasından kaynaklanıyordu.
Ancak bugün COSATU’nun işçi sınıfıyla olan bağları son derece zayıftır.
İşçi dendiğinde, büyük bir fabrikada, süpermarkette ya da madende, belirli bir işveren için, tam zamanlı olarak çalışan birinden söz edilir. Aslında klasik sanayi sendikaları da, büyük fabrikalar ve sanayi bölgelerindeki işçilerce yaratılmıştır. Bu sendikaların örgütlenme hakkını elde ettikleri birçok ülkede ve 1973 Durban Grevlerinin ardından, büyük bir yeni sanayi sendikaları dalgasının ortaya çıktığı Güney Afrika’da yaşanan da bu olmuştur.
Kentlerin yerleşim mekanları da bu yapıya paralel gitmiştir. 1950’lerden itibaren, apartheid rejimi yerleşik bir kentli proletaryanın fiili varlığını kabul etmeye ve apartheid çağı kentlerinde kibrit kutusu gibi tuğla evler inşa etmeye başladı: Soweto’da, Kathlehong’da, Tembisa’da.
Yani kapitalizm işçi sınıfını büyük sanayi bölgeleri ve büyük biçimsiz kentlerin tuğla evleri içinde örgütledi.
1980’lerden bu yana, kapitalizmin neo-liberal evresi bu durumu değiştirdi.
Neo-liberalizm yalnızca özelleştirme ve küresel spekülasyon demek değildir. Aynı zamanda işin ve evin yeniden inşası da demektir. Bugün geçici çalışma, taşeronlaştırma, evde çalışma, amele tellallığı ve diğer kayıt dışılık biçimleri, çalışmanın egemen biçimi ve gecekonduculuk da işçi sınıfının varlık tarzı halini almıştır. Bu ikincisi, yani gecekonduculuk, devletin konut ve ilgili hizmetlerin sunumundan çekilmesiyle doğrudan ilişkilidir.
Yirmi yıl önce, Lonmin’de çalışan yeraltı işçileri, şirket tarafından sağlanan bir yerleşkede yaşıyorlardı. Bugünse kaya delme işçileri, madenin yakınlarındaki bir gecekondu kasabasında yaşıyorlar.
Madenin kendisi de değişti. Yeraltındaki zor işlerin çoğu şimdi amele tellalları tarafından bulunan taşeron işçilerce yapılıyor. Bunlar, en esnek düzenlemelerle birlikte en uzun saatler boyunca çalışıp en fazla sömürülen işçiler. Bugün bir madene sahip olup da bu madeni kendi başınıza çalıştırmayıp, madenciliği sizin için gerçekleştirecek mühendislik firmalarıyla sözleşme yapmak bile mümkün. Bu karışıma, kendi kazma ve dinamitleriyle maden çıkartıp sonra da bunu büyük iş çevreleriyle bağlantılı aracılara satan sözüm ona “yasadışı madenciler” de eklenebilir.
Lonmin, eski madencilik endüstrisinin istihdamda kabile çizgileri üzerinden hareket etme stratejisini kullanarak, bu bölünmelerden yararlandı. Kaya delme işçileri, ocaktaki sömürüyü artırmak için Eastern Cape bölgesinden getirilmiş olan Xhosa’lardan oluşuyor.
Bu zehirli maden güvenliği bileşimine, dikenli tellerle yapılan çitlemeleri ve gecekondu yerleşimlerini de eklediğinizde ortaya çıkan kurumsallaştırılmış şiddetin resmidir.
Bunun aksine, Güney Afrika’da egemen olan sendikalar, büyük ölçüde, bu çoğunluktan uzaklaşarak daha üstteki beyaz yakalı işçilere doğru kaymışlardır. Bugün COSATU’ya üye büyük sendikalar, Güney Afrika Demokratik Öğretmenler Sendikası gibi kamu sektöründeki beyaz yakalı işçilerinden oluşmaktadır. Daha altlarda yer alan mavi yakalı işçilerse şimdi amele tellalları tarafından temizlik, güvenlik ve benzeri hizmetlerde istihdam edilmektedir. Bunlar Kamu Sektörü Toplu Pazarlık Konseyi’nin pazarlık birimlerine dahil değillerdir.
Lonmin grevi, platin sektöründe son üç ayda patlak veren ikinci grev oldu. Öncesinde Implats’da bir grev daha yaşandı. Her ikisi de işçilerin öfkelerini akıtmanın bir kanalı olarak gördükleri Madencilik ve İnşaat İşçileri Sendikası Birliği (Association of Mining and Construction Workers’ Union -AMCU) ile ilişkiliydi.
Madencilik sendikası gazetesi Miningmix 2009’da şu öyküyü yayınlamıştı:
“Son 15 yıl içinde NUM üyelerinin profilinde yavaş yavaş bir değişim yaşanıyor; bu kimsenin fark etmediği bir değişim. NUM orijinal olarak, Güney Afrikalı maden işçilerinin en altta yer alan meslek kategorisi olan altın madeni işçileri arasından doğdu. Üyelerinin yüzde 60’dan fazlası yabancılar, çoğunlukla da okuma yazma bilmeyen göçmen işçilerdi.
Bugünlerde bu oran yüzde 40’ın altına düştü. Öte yandan, NUM üyelerinin giderek artan bir bölümü, önceden tamamıyla Solidarity ve UASA sendikaları tarafından temsil edilen beyaz yakalı maden işçileri arasından gelmeye başladı. Rustenburg’daki yerel NUM şubeleri, tıpkı şube yöneticileri ve işyeri temsilcileri gibi, bu vasıflı, yüksek düzeyli işçiler arasından geliyor. Bunlar okuma yazma bilen, düzgün konuşan ve işçilerin geneliyle yeraltındaki makine operatörlerine kıyasla daha iyi durumda olan işçiler. “
Dolayısıyla NUM, COSATU’nun en büyük sendikası olmayı sürdürürken, bir maden ocağı işçileri sendikasından bir yer üstü teknisyenleri sendikasına dönüşüyor. Ayrıksı bir sendikanın kurulmasına neden olan gelişmeler bunlar. AMCU’nun ortaya çıkışı, niteliği ne olursa olsun, NUM ve COSATU hegemonyasının karşısındaki dolaysız bir meydan okumadır. Bu yüzden, federasyon, grevci işçilere ve sendikalarına karşı onursuz bir karalama kampanyası başlatmıştır.
Bunda medya da ona katılmıştır.
Cape Times istisna olmak üzere, medyanın, grevci işçileri şeytanlaştırmadaki yeteneği kayda değerdir. Bilgi verirken sadece NUM kaynaklarına başvurmanın yanı sıra, kandırılmış işçiler ve sendikal rekabet fikrinin altını kazımak için hiçbir girişimde bulunulmamıştır. Hepsi, kaya delme işçilerini eğitimsiz, Basotho ya da Eastern Cape bölgesinden gelme Xhosalar olarak resmederken, 12 500 R’lık zam talebini “makul olmayan” bir talep olarak damgaladılar.
Bunu işçilerin AMCU’ya 12 500 R’lik vaat için gittiği fikri takip etti. Bu kurgu, medya tarafından sonsuz kereler tekrarlandı. Gazeteciler elbette bu bilgiyi “adını vermeyen” NUM kaynaklarına dayandırmanın memnuniyeti içindeler. Buradaki karalama işçilerin her türlü boş vaade inanacak kadar kandırılmaya açık oldukları düşüncesidir. Kaya delme işçilerinin eğitimsiz işçiler oldukları fikrini tekrarlayıp duran NUM yöneticisi Frans Baleni’nin yarattığı önyargılara oynanmakta ve AMCU’nun katliamın sorumluluğunu üstlenmesi gereken bir tür kandırmaca operasyonu olduğu fikri pekiştirilmektedir.
Örgütlenme konusuna en ufak bir deneyime sahip olan herkes sendikaların işçilere sigorta poliçesi satıcıları gibi yaklaşmadıklarını bilir. İşçiler genelde kendi komitelerini oluşturur ve sendika şubesine, örgütçülerin kendilerini üye yapmasını talep eden heyetler gönderirler. Ya da işverenlerini, sendika örgütçüleriyle anlaşmaya zorlamak için iş bırakırlar.
Ayrıca, bunun gibi, kabul edilmiş bir sendikanın koruma şemsiyesi altında olmayan, maden güvenliğinin iş başında olduğu ve işçilerin kendilerinin de evlerinden çok uzakta olduğu yabancı bir bölgedeki bir işyerinde yapılan bu grev gibi bir grev bir yana, hiçbir grev kararı, hafife alınabilir bir karar değildir. Fiili grevler, öfke ve umutsuzluğun yönlendirdiği, işini ve ailesinin geçim kaynağını yitirebileceğini kesinlikle bilen insanların gerçekleştirebileceği en bilinçli fedakarlık ve cesaret eylemleridir.
Normal zamanlarda sendikalar, üyelerinden çok uzakta müzakereler yürüten küçük ekipleriyle tıpkı şirketler ya da bakanlıklar gibi devasa bürokratik aygıtlardır. Grevler bunu değiştirir… sendikalar birdenbire üyelerinin özlemlerinin aktığı kanallar olmaya zorlanırlar.
AMCU’nun demokratik bir sendika ya da herhangi bir dönüşüm vizyonuna sahip bir sendika olarak sahip olduğu değer her ne olursa olsun; Marikana işçileri seçimlerini yaptılar: AMCU’ya üye oldular ve daha iyi bir gelecek uğruna, hayatları dahil olmak üzere her şeyi riske attılar.
Bu yüzden onlara sadece riyakarca bir sempatiden daha fazlasını borçluyuz. Yapılması gereken şey eyleme geçmek ve bir hareket inşa etmektir.
Neredeyse bundan 40 yıl önce, 1973’te, Durban civarındaki şirketlerden gelen işçiler, o zaman gerçekten de yasadışı olan bir fiili grevler dizisini başlatmışlardı. Bugün bu olay herkes tarafından apartheid karşıtı hareketin canlanışının parçası ve COSATU’nun kurulmasıyla sonuçlanan radikal sendikacılık dalgasının yeni aşamasının doğuşu olarak kutlanmaktadır.
Ancak 1973’te, medya, şiddet tehdidini ortaya çıkartmış ve kanun ve nizamın yeniden tesis edilmesi çağrısında bulunmuştu. Apartheid devleti olaylara Marikana’da meydana gelen türden cinayetlerle yanıt verememişti çünkü grevler sanayi bölgelerinde gerçekleşmişti. Ancak o zaman da yine (o dönemde cahil Zulular diye damgalanan) kandırılmış işçiler düşüncesi yaygınlaştırılmış, Inkatha Özgürlük Hareketi’nin yerel lideri Mangosutho Buthelezi işçilerle konuşması için kendi elçisini göndermişti.
SACP (Güney Afrika Komünist Partisi) sürgündeyken, Buthelezi’nin işe karışması nedeniyle grevlerin iyi niyetini sorgulayarak, “cahil Zulular” kurgusunu pekiştirdi çünkü işçileri harekete geçiren kurtuluş cephesi organı SACTU (Güney Afrika Sendikalar Kongresi) değildi. [1975 yılında ANC’nin desteği ile kurulan Zulu-İnkatha Özgürlük Hareketi ile ANC arasındaki ilişkiler 1979 sonrasında bozuldu ve İnkatha hareketi ANC tarafından apartheid rejiminin işbirlikçisi olarak görüldü; ç.n.] SACTU içindeki kimi çevreler yeni işçi oluşumlarında, “kurtuluş hareketini bertaraf etme” gündemine sahip liberallerin ve CIA’nin hayaletlerini aradılar. ANC ve müttefiklerinin emek hareketinin ilk evrelerinden bu biçimde ayrışması, emek hareketi içinde “işçici sendikalar” ile “halkçı sendikalar” ayrımına yol açtı ve bu bölünme COSATU içinde de devam etti.
Bugün işçiler yeni hareketler yaratırken insanlar bunları nasıl da kolaylıkla unutabiliyor.
Ülkenin dört bir yanında uzunca bir zamandır sürmekte olan hizmet sunum isyanları ise geveze sınıfların iPadlerine ve Blackberrylerine yansımış değil. Bunun nedeni orta sınıfların yeni işçi sınıfına olan sosyal uzaklığı.
Şimdi ise grevci işçi katleden polis görüntülerinin televizyonlara yansıması, mevcut mücadelelerin gerçek dünyasını kamuoyu salonlarının ve yatak odalarının tam ortasına taşıdı.
Grevciler şu ana kadar sadece polis ve Lonmin değil, aynı zamanda grevi “yasadışı” olarak damgalayan medyaya karşı da sağlam durmayı başardılar. Güney Afrika’da yasadışı grev yoktur; sadece koruma altına olan ve olmayan grevler vardır. Bu arada NUM ve COSATU, grevcileri ve sendikalarını “BHP Billiton ve Madenciler Odasından para aldılar” diye damgalayarak, müttefiki ANC’nin arkasında saf tutmayı sürdürmektedir.
Bu zulme karşı duyduğumuz öfkenin ortasında yeni bir hareketin ortaya çıkmakta olduğunu anlamalıyız. Bu ilk işaretler henüz büyük ve örgütlü bir şeye işaret etmiyor. Bunlar dağınık; önceden belirlenmiş ideolojik torbalara sokmanın mümkün olmadığı hareketler. Halkın hangi iniş çıkışlardan geçeceğini bilmiyoruz ancak yeni bir hareketin tohumları ekilmeye başlandığı zaman, geriye kalanlarımızın bunların büyümesi için ne yapılması gerektiğini sorma vakti gelmiş demektir.
The South African Civil Society Information Service’deki İngilizce orijinalinden Sendika.Org için çevrilmiştir.
Kaynak: Sendika.org – 25 Ağustos 2012