Serdar M. Değirmencioğlu
Bahar geldi, meyveler bollaştı. Kimi meyveler zaten bahar habercisidir; baharın ayrılmaz parçasıdır. Bahar meyvelerini de, yaz meyvelerini de bol bol yemesi çok güzeldir. Ama meyvelerden bir şeyler öğrenmek, dersler çıkarmak da güzeldir. Bakın, meyvelerde ne dersler var!
Karpuz – İzmir’de yazları bir araya gelen iki aile, yani dört yetişkin ve beş çocuk, yemeklerden sonra bir karpuzu paylaşırdık. Bir karpuzu beş değil de dokuz kişi yerse nasıl daha keyifli olurmuş, o zaman öğrendim. Karpuzun çekirdekleri boşa gitmezdi; onları ablalar yerdi. Kabuklar ise yakındaki köye giderdi. Kabuğu fazla kemirene, “ineklerin hakkına geçme!” denirdi.
Portakal – Rengi de tadı da güzel. Hem de kendinden dilimli; paylaşılmaya hazır. Kokusu da güçlü. Öyle gizli saklısı olmaz; soyuldu mu hemen kokar. Sınıfın ortasında soyulduğunu ve herkesin kokuyu almasına karşın kimseye verilmediğini ABD’de doktora derslerimde gördüm. Paylaşmayı bilerek büyümek ne önemliymiş; herkese kokacak yiyecekleri ortalıkta yememek okul değil kültür meselesiymiş o zaman kavradım.
Muz – Biz küçükken zenginlerin meyvesiydi. Bir öğrencinin okula muz getirmesi görülmüş şey değildi. Beslenme çantasından iki muz çıkması düşünülemezdi bile. Ama çantadan çıkan iki muz, tüm sınıfın gözlerinin önünde, biri öğretmene biri de getiren öğrenciye paylaşıldığı ve sonra mideye indirildiği zaman, ayrımcılık ve kayırmacılık nedir bütün çocuklar hisseder ve bellerdi.
Dağ çileği–Gerede’nin güzelim yaylalarının mis gibi havasını soluyarak büyüyenler, ne zaman yaylaya gitsek, mevsimiyse çilek peşine düşerlerdi. Biz de top peşine düşerdik. Bir bahar günü beni de götürdüler. Gördüm ki, küçük çilekler küçük sevinçlermiş. İri çilekler gibi yıkamak, belki pudra şekerlemek falan gerekmezmiş. Küçük ama doğal olanı asıl çilekmiş.
Can eriği – Kim bilir Türkiye’den Filistin’e, tezgahlarda yer eden bu can eriği asırlardır kaç kişinin yüreğini oynatmıştır? Yedikçe yiyen kaç kişinin dişlerini kamaştırmıştır? Doğa harikası can eriğinin verdiği heyecanı başka ne verebilir? Kafayı koca kuramlar, büyük ve iddialı laflara takanlara can eriği birebir. İnsanı anlamak, onu toprağı ve bu topraktan beslenen kültürü ile anlamakla olur. Kuram ve felsefe devşirmekle değil.
Çağla – Biri İran, biri Türkiye göçmeni iki insanı yurtlarından çok uzakta nasıl kaynaştırırsınız? Birden önlerine çağla koymak ve çocuklar gibi sevinmelerini sağlamak bir yol. Hele senelerdir yememişlerse. Çağla, resmen meyve bile değil ama seveni çok. Etkisi ise seneler, sınırlar tanımıyor.
Dut – Bir insan dut görünce ağlar mı? Büyürken hep dut yemiş, dutla yaşamış ve sonra memleketinden uzak düşmüşse ağlar. Dut uzaklara taşınamayan birkaç meyveden biri. Yıkamaya bile gelmeyecek denli nazlı. Yetiştiği yerlerin kültürüne işlemiş, hârika bir meyve. Duttan, pekmezinden, kurusundan ve kültürünü besleyen topraklardan uzak düşmüş nice göçmen, dutu görünce allak bullak oluyor. Mutluluk denilen her ne ise, toprakla doğayla kök salmakla ilgili bir şey.
Şeftali – Acaba şeftaliden yaralanan olmuş mudur hiç? Olgun şeftaliyle olmamıştır ama ABD’de veya diğer “ileri” ülkelerdeki şeftalilerle olabilir. Meyvenin zamanlamasına uymak yerine, dağıtım ve pazarlama zincirine meyve uydurmak şeftaliyi şeftali olmaktan çıkarıyor. Dalından erken koparılan, has rengine kavuşamayan, garip renkler alan bir şeye dönüştürüyor. Süpermarketlerin besinleri belirlediği yerlerde insanlar boşuna meyveden soğumuyor. Meyve sevenler, sağlıklı beslenmek isteyenler her yere dadanan süpermarket zincirlerinden kesin uzak durmalı.
Ayva – Küçükken ağaçtan topladığımız – arkadaki evin bahçesine dalarak – alçakgönüllü ve tüylü meyve. Bir şekilde Avustralya’ya ulaşmış ve yetişir olmuş. Ayva yediğimi gören birkaç Avustralyalı “o nasıl yenebilir ki?” dedi. Tüketim toplumunda, küreselleşen pazarlarda ne nerden gelir, pek araştıran yok ki. “Bizim oraların meyvesidir; hem de nasıl yenir!” dedim. Of, hem de nasıl!
Nar – Mucizevi bir meyve. Dışardan görüntüsü başka, içi bambaşka. Yemesi zor. Annem sağ olsun, soyar ve tanelerdi. Nasıl incirin çekirdeğini sayabilen olmazsa, narın içinden kaç tane çıkar bilen olmazdı. Ya da öyle bilirdik. Derler ki, Hrant saymış, 365 tane çıkmış. Meğer nar Ermeniler için bereket, paylaşım anlamına gelir; düğün günü, yeni yılın sabahı, mutlu bir an neyse kırılırmış. Hrant’ın öldürülmesinin ardından başka bir kavrayışa da yol açtı; “Aldılar bir tane, olduk bin tane.”
Kim ne derse desin, meyvesiz yaşanmaz. Yaşanırsa da, ona yaşamak denmez. Bunu da meyvelerden öğrendim. Bir de Anadolu’yu ve meyvelerini iyi bilen birinin sözü var, o da bellemelik: Tek meyve ile bahçe olmaz.
serdardegirmencioglu@gmail.com
Kaynak:25 Mayıs 2008 Birgün
4 Yorumlar
Canan Dilman
Meyveler bu kadar güzel anlatılabilir..Ellerinize,kaleminize saglık..
özgül kaptan
“Tek meyve ile bahçe olmaz” sözü aynı zamanda gayet bilimsel bir gerekliliğe işaret ediyor. Döllenme olabilmesi için bir bahçede aynı meyveden en az iki tane olması gerekiyor. (Yan komşunun bahçesinde aynı meyve ağacı varsa sorun yok tabii). Bunun gibi yaşam imbiğinden geçerek bugüne ulaşmış sözlerin sayfalar dolusu bilimsel raporu bir cümle ile özetleyivermesi tıpkı meyveler gibi MUCİZEVİ diye düşünüyorum.
AYL KESİCİ
PAZARDA, ÜSTELİK ŞİŞLİ ORGANİK PAZARIN KURULDUĞU PAZARDA ZERDALİ BULAMIYORUM 2 YILDIR.aKLI KENDİNE YETMEZ VE PAZARDA 6 MEYVE TEZGAHI SAHİBİ PAZARCILARA HALDEN GETİRMELERİ İÇİN SİPARİŞ VERİYORUM,KAYISIYI ZERDALİ DİYE BANA SATMAYA ÇALIŞIYORLAR İNATLA.ÇEKİRDEĞİNİ KIRIP YİYORUM VE BU ZERDALİ DEĞİL DİYORUM.HERKES AKLINI MI KAYBETTİ, YOKSA BİRİLERİ BENİMLE DALGA MI GEÇİYOR, ASLINDA ZERDALİ DİYE BİR MEYVE YOKMUYDU, YOKSA BU PAZARCILAR DA ŞARK KURNAZI MI?ARKADAŞLAR ZERDALİ DİYE BİR MEYVE VAR, HEM DE ÇOK GÜZEL LİKÖRÜ OLUYOR, ARAYIN, İSTEYİN,BULUN, LÜTFEN BU DA UNUTULUP GİTMESİN.ZERDALİ….ZERDALİ….ZERDALİ….ZERDALİ….ZERDALİ….ZERDALİ…
AYL KESİCİ
ZERDALİ…..ZERDALİ….ZERDALİ….ZERDALİ….ZERDALİ….ZERDALİ….ZERDALİ…