Önce özelleştirmenin neye çözüm olabildiğine bakalım. 1986 yılından 2007 yılı sonuna kadar geçen 22 yıllık dönemde gerçekleştirilen özelleştirme işlemleri toplamı 30 milyar dolardır. Yıllık ortalama, 1,36 milyar dolar etmekte. Bunun Türkiye’nin hiçbir derdine deva olamayacağını anlamak için herhangi bir karşılaştırmaya gerek yok.
Buna karşılık özelleştirmenin yarıdan fazlasının son beş yılda yapıldığını, hatta son iki yılın (2006 ve 2007) toplamının 12,3 milyar dolar düzeyinde gerçekleştirildiğini hesaba katarsak, bugünkü iktidarın, bütçe açıklarının ve dış açıkların azaltılmasında özelleştirmeye ne denli bağımlı duruma geldiğini görebiliriz. Bu nedenle, sadece KİT’lerin değil, satılabilir görülen her şeyin satılmak istenmesini kavrayabilirsiniz. Ama iktidarın ve tükenmiş bulunan bugünkü ekonomik programın ömrünü yapay olarak uzatma çabalarının yararsızlığını da farkedebilirsiniz.
Devlet yönetimi şirket yönetimine benzemez. Şirketler faaliyet alanlarını değiştirebilirler; bir sektörden çıkıp diğerine kolayca girebilirler. Tıpkı Koç’un TÜPRAŞ’ın alımı dolayısıyla içine girdiği büyük borçlanmadan/açık pozisyondan ve bunun bugünkü kriz beklentileri içinde oluşturduğu büyük risklerden kaçınmak için Migros’tan bile vazgeçebilmesi gibi. Ama egemen devletler bir sektörü kolayca yabancı hakimiyetine terketmezler. Eğer edebilselerdi, sanayi ülkeleri onlarca yıldır gözden çıkardıkları tekstil-konfeksiyon sektörlerinden -sosyal sonuçlarını düşünmeden- bütünüyle çekilmiş olurlardı. Eğer her şey parayla ölçülseydi, gelişmiş ülkeler de bankacılık sektörünü yabancı sermayeye hatta Arap sermayesine kaptırmış olurlardı. Stratejik sektör kavramı olamazdı. Teknolojik inovasyon, serbestçe alınıp satılabilen bir mal olurdu…
Şimdi daha kapsamlı karşılaştıralım: 22 yıllık özelleştirme toplamı brüt 30 milyar dolar getiriyor; buna karşılık sadece 2008 bütçesinden ödenecek iç ve dış borç faizleri toplamı 48 milyar dolar (56 milyar YTL)! Buna kaynak dayanır mı? Bu yamayla bu delik kapanır mı?
Özelleştirmenin nasıl yapıldığı ayrı bir sorun alanı. Şaibeli işlemlere konu olmasaydı özelleştirme gelirlerinin hangi miktarlara ulaşılabileceği konumuz değil. Ama kamuoyunun belleğinde çok sayıda fırsatçılık ve yandaş kollama örneği bulunmakta. (i) Balıkesir SEKA’nın, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın kendi değer tespitlerinin ellide birine yani 1,1 milyon dolara satılması. (ii) TÜPRAŞ’ın ilk ihalesinde yüzde 75’lik hissenin 1,3 milyar dolara satılmak istenmesi. (iii) TÜPRAŞ’ın yüzde 14,76’lık hissesinin bir gece operasyonuyla borsa değerinin çok altında satılması. (iv) Kuşadası Limanı’nın şartnamede yer almayan imtiyazlarla devredilmesi. (v) TEKEL Alkollü İçkiler Şirketi’nin değerinin çok altında satışı.
Bunlardan sonuncusu, bugün TEKEL Tütün İşletmeleri’nin satışının gündemde olması nedeniyle yeniden güncellik kazandı. Kısaca anımsayalım. TEKEL İçki Nurol-Özaltın-Limak-TÜTSAB ortak girişimine (MEY İçki) satıldı. (TÜTSAB: Tekel Ürünleri Toptan Satıcıları Birliği). TEKEL İçki 292 milyon dolara satılıyor. Ama nakit sayılan içki stokları 126 milyon dolar; ve işçilerinin kıdem tazminatı olan 32 milyon dolar da devlete yükleniyor. Yani gerçekte devletin eline geçecek olan sadece 128 milyon dolar. Bu arada şirketin devri bir hafta ertelenince, içki dağıtımı engellenerek alıcılara 9 milyon dolarlık bir ikram daha yapılıyor. Dahası var: Satılan şirketin TEKEL AŞ’ye 307 trilyonluk borcunun, devirden 9 gün önce tasfiyesi kararlaştırılıyor! Bitmedi: YDK Raporu’na göre, TEKEL İçki’nin genel müdürü devirden önce 100 trilyonluk hammadde alarak devleti zarara uğratıyor ve Kamu Etik Yönetmeliği’ne aykırı olarak MEY İçki’ye genel müdür oluyor! Alıcılar 2 yılı ödemesiz banka kredisiyle TEKEL İçki’yi devralıyorlar. İki yıl geçmeden yani ceplerinden para çıkmadan şirketin yüzde 90 hissesini 810 milyon dolara (yani toplam değeri 900 milyona) Texas Pacific Group’a satıyorlar!
Şimdilerde TEKEL Tütün’ün satış serüvenini izlemekteyiz.
27.02.2008 – Dünya Gazetesi