Obama kendi iç sorunlarına piyasaları açmak için baskı yapmak yoluyla bir çözüm arayan ilk ABD başkanı değil ancak Obama yönetimi yapmakta olduğu şeyi samimiyetle itiraf eden ilk yönetim.
Obama’nın uluslar arası ekonomik ilişkiler konusunda ulusal güvenlik danışmanı Michael Froman’a göre “Obama’nın Latin Amerika gezisi temel olarak ABD’nin toparlanması, ABD ihracatı ve Latin Amerika’nın Amerika Birleşik Devletelri’nin ekonomik geleceği ve iş olanaklarında oynadığı kritik ilişkiyle alakalıdır.” ABD’nin yurt içindeki sorunların üstesinden gelmekte (yani hem Demokratları hem de Cumhuriyetçileri aynı şekilde büyüleyen tasarrufa dönük tapınmada), yatırımlar ve piyasayı canlandırma meselelerinde başarısız olması nedeniyle derman bulmak amacıyla gözünü dışarıya çevirmesine dair oldukça dürüst bir itiraftır. Obama’ya göre, –askıda olan Kolombiya serbest ticaret antlaşması da dâhil olmak üzere– daha fazla küreselleşmiş ticaret, Amerika Birleşik Devletleri’nin bataklıktan çekip çıkaracaktır.
Geçmişte Latin Amerika ile ticaret, ABD açısından, hem soğuk savaş dönemi Keynesçi hem de soğuk savaş sonrası neo-liberal ekonomisini sağlama bağlamak üzere her yönden haddinden fazla kârlıydı. Bugünse sanki işler değişti ve Latin Amerika ile daha fazla “serbest ticaret” ABD’nin mustarip olduğu şeyi tedavi edecek gibi görünmüyor.
Bu noktayı bir yana koyarsak, Obama’nın içeride elini ayağını bağlayan bir dizi engel, onun Brezilya’nın yardımını almak üzere ciddi imtiyazlar önermesini, özellikle de etanol tarifeleri, sübvansiyonlar ve fikri mülkiyet hakları gibi alengirli meselelere gelindiğinde –daha önce de belirtmiş olduğum üzere– imkânsız hale getirmektedir. Obama’nın Brezilya’ya, özellikle de Rio de Janerio’nun “Tanrı Kent” namlı gecekondularına yaptığı ailecek ziyarette hüsnüniyet ve muazzam fotoğraf kareleri vardı. Bu ziyaret, pek çok kişinin de söylediği üzere ABD’nin ilk Afro-Amerikan başkanının, Afrika dışındaki en büyük Afrikalı nüfusuna sahip ülkesine yapılan bir ziyaret olarak (özellikle de Obama’nın selefi George W. Bush’un bir keresinde, Conde Rice’ı panikleterek patronunu Yeni Dünya köleliğinin tarihi üzerine hızlıca bilgilendirmek yönünde harekete geçirecek biçimde Brezilya başkanına “sizde de siyahlar var mı?” diye sormasından bu yana) yüksek oranda sembolik önemdeydi.
Ancak durum esasında farklıydı. Brezilya’nın yeni başkanı Dilma Rousseff beklendiği üzere dostça ve “sıcak”tı ancak Amerika Birleşik Devletleri’nin bir yandan korumacılığı hayata geçirirken diğer yandan utanmazca “serbest ticareti” vaaz etme yeteneğini eleştirdi. Ve Brezilya, Obama’nın, Washington’un Brezilya ile bir eşit olarak anlaşmaya hazır olduğunu göstermesine karşın BM Güvenlik Konseyi’nde sürekli bir sandalyeye ilişkin teklifi onaylamayacağı konusunda ileri derecede hayal kırıklığına uğramıştı.
Washington ve Brasilia birkaç önemsiz ticaret antlaşması imzalamıştı ancak Obama, – ticari ilişkilerdeki herhangi bir gerçek hareketin cereyan edeceği– ara verilmiş olan Doha müzakerelerini canlandırabilecek bir şey önermedi. Yıllar boyunca Brezilya, birinci dünya ülkelerinin tarımsal sübvansiyonları ve tarifeleri ve de fikri mülkiyet haklarına ilişkin meseleleri düzenlemeyen bir dünya ticaret antlaşmasına muhalefet etmekte başı çekmişti. Dilma’nın gösterişli dostluğuna karşın Obama’nın ziyaretindeki hiçbir şey, Brezilya’nın taleplerine dair bir şey önermiyordu (Lula her zaman aşırı dostluk gösteriyordu; aynı zamanda daha insaflı bir küresel oyun alanından taraf görüşünde sebatkârdı ve Brezilya’nın, o muazzam ekonomisiyle birlikte bunu talep edecek bir konumda olduğuna emindi).
Aynı zamanda, ABD şahin kanadının henüz pek kavranmamış olan şimdiden üçüncü açık uçlu savaşı tahrik etmekteki başarısı tarafından büyülenmiş Washington Post’un editör yazısı ise “Hugo Chávez’in Amerika’nın kapısının hemen eşiğinde bir terör ağı kurup kurmadığını” sorarak Obama’nın Latin Amerika gezisi fırsatını dümenini Roger Noriega’dan yana kırarak değerlendirdi.
Noriega, Demokratların sözde yönetimde oldukları zaman bile ABD’nin Latin Amerika politikasında muazzam biçimde etkili olmayı sürdüren, başı Otto Reich tarafından çekilen aynı İran/Kontra tayfasının üyesidir (Honduras başkanı Manuel Zelaya’ya karşı istikrarsızlaştırma kampanyasını gerçekleştiren de Reich’in ta kendisidir).
Hem Noriega hem de Reich, Venezüella’yı nükleer silah üretmek ya da İslamcı terörizmle ilişkilendirerek birtakım uluslar arası komplolarla ilişkilendirmek için uzun süredir uğraşıyor. Bu iddiaların her ikisinin de foyaları Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon tarafından yayınlanmış Wikileaks yazışmaları vasıtasıyla döküldü. Ancak Irak meselesinde olduğu gibi, bunlar asla gerçeklerin kayda geçirilmesine izin vermediler.
Aslında Chávez, Japonya’daki felaketin ardından Venezüella’nın başlamış olduğu nükleer programı durdurduğunu açıklamıştı. Venezüella geçtiğimiz yıl Rusya’daki bir özel şirketle nükleer gücünün geliştirmek üzere bir antlaşma imzaladığında, Noriegagiller ve Reichgiller Venezüella’yı İran’a nükleer enerjiyi İran’a yollamak üzere bir arka kapı açmakla suçlayarak keyiflenmişlerdi. İşte bu antlaşma şu anda askıya alındı ve Chávez muhtemelen Japonya’daki olayları pek az beklenen bir vazgeçişle pahalı bir programı sürdürmeye son vermek üzere kullandı. Bu yine de halen makbul bir siyasa değişimidir. Chávez’in de genel olarak nükleer enerji üzerine konuşurken söylediği üzere “nükleer enerji bütün dünya açısından ileri derecede riskli ve tehlikeli bir şeydir”. Bölgede sadece Meksika, Brezilya ve Arjantin nükleer santral işletmektedir.
Ancak Obama’nın daha sonra gittiği Şili’de devlet başkanı Sebastián Piñera bütün bu olanlardan tam tersi bir ders aldı. Her ne kadar ülkesi Japonya gibi sismik faaliyetlerin aynı Pasifik “Ateş Halkası” üzerinde olsa da ve yaklaşık bir yıl önce yerle bir edici bir deprem ve tsunami felaketini yaşamış olsa da, Piñera nükleer seçeneği açık tuttuğunu söyledi. Obama’nın ziyaretine dair tahmin edildiği üzere, Şili ve Amerika Birleşik Devletleri, ABD’nin Şilili nükleer mühendisleri eğitmesini de içeren bir nükleer işbirliği antlaşması imzaladılar.
Nihayet Obama’nın Latin Amerika ziyareti zamansız bir dizi olaya da yol verdi: Brezilya’ya Aristide’in Haiti’ye dönmesinin hemen ardından ulaştı; Libya’nın bombalanmasını, BM Güvenlik Konseyi’nin çözümünü onaylamaktan kaçınan ve bu kararı eleştiren ülkelerden olan Brezilya’dan duyurdu; ve daha önce deprem ve tsunami felaketini yaşamış olan Şili ile Japonya’daki depremin yol açtığı nükleer felaketin hemen sonrasında bir nükleer antlaşma imzaladı.
[Venezuelanalysis’teki İngilizce orijinalinden Soner Torlak tarafından Latinbilgi için çevrilmiştir]
Kaynak : LatinBilgi- 6 Nisan 2011