Şüphe yok ki geçtiğimiz aylarda Arap dünyasını harekete geçiren rüzgar; Yunanistan’da süregiden protestoların, İtalya ve İngiltere’deki öğrenci mücadelelerinin, Fransa’da Sarkozy karşıtı toplumsal hareketliliğin ruhu İspanya’ya ulaşmış durumda.
Piyasa demokrasinin konforlu rutini ile onun seçim ve medya ritüelleri öngörülmeyen bir yurttaş hareketliliğinin sokaklar ve kamusal alanlarda ansızın ortaya çıkmasıyla birlikte bozulmuş durumda. İnsanların demokrasiyi ciddiye alması ve kendileri için hayata geçirmeye karar vermesinden her daim büyük bir rahatsızlık duyan siyasi elitler ise ‘öfkelilerin isyanı’ karşısında yine son derece kaygılı.
İki yıl önce, Eylül 2008’de patlak veren kriz tarihsel bir boyuta sıçradığında ‘dünyanın efendileri’ kısa süren bir panik yaşamış ve öngöremedikleri büyüklüğe varan krizi anlamak için gerekli teorik enstrümanlara sahip olmaksızın, güçlü bir toplumsal tepki ihtimali karşısında alarma geçmişti. Ardından içi boş ‘kapitalizmin yeniden kuruluşu’ iddiaları ve toplumsal bir tepkinin yokluğunda finansal sistemin yeniden desteklenmesiyle birlikte yavaş yavaş buharlaşan yalancı günah çıkarmalar gündeme geldi.
Toplumsal tepkinin gelişi yavaş oldu. Krizin patlak vermesinden bu yana toplumsal direniş hayli zayıftı. Mevcut iktisadi modelin prestijini yitirişiyle bunun kolektif bir eyleme tercümesi arasında çok büyük bir uçurum söz konusuydu. Bunun birçok nedeni var. Özellikle korku, (şu anki durumdan farklı olarak) teslimiyet, sendikalara duyulan güvensizlik, toplumsal ve siyasal referans noktalarının olmaması ve ücretli çalışanlar arasında bireyci ve tüketimci değerlerin yaygınlığı.
Fakat mevcut patlama küçük bir sıyrıkla birlikte ortaya çıkmadı. Küçük çaptaki alternatif ağlar ve hareketler, daha sınırlı bir etkiye sahip girişimler ve direnişler bu zor dönemde mücadele alevini canlı tutmayı başardı. 29 Eylül 2010’da yapılan genel grev, CCOO ve UGT gibi büyük sendikal konfederasyonların hemen ardından geri çekilmeleri ve sendikal hareketliliğin önünü tıkayan -ayrıca bugünkü çadır eylemlerini örgütleyen gençliğin mücadeleci kesimleri nezdinde sendikal hareketin büyük prestij kaybetmesine neden olan- bir toplumsal uzlaşıya imza atmalarına rağmen ilk gediği açmış oldu.
Öfkeli!
Fransız direnişçi Stéphane Hessel’in kullandığı biçimde bu protestoları tanımlayabilecek ana fikirlerden biri ise ‘öfke’. Tıpkı Zapatistalarınn1 Ocak 1994’te ‘Ya Basta!’ (Yeter!) sloganıyla ayaklanması, ardından SSCB’nin çöküşü, Belin Duvarı’nın yıkılması ve ilk Körfez Savaşı’nın ardından baba Bush tarafından dillendirilen ‘yeni dünya düzeni’ne karşı ilk ayaklanmalarda olduğu gibi.
‘Öfke başlangıçtır. Biri haksızlığa ve zulme uğrar, ayağa kalkar ve ardından görür’ diyordu Daniel Bensaïd. Her ne kadar huzursuzluktan öfkeye ve ardından da hareketliliğe yavaş yavaş geçsek de gerçek anlamda ‘öfkeli bir kalkışma’ söz konusu. Bu kalkışma krizin neden olduğu deprem ve toplumsal hareketliliğin yaratığı tsunamiden besleniyor.
Daha fazla mücadele edebilmek için tedirginlik ve öfke ile kolektif eylemin önemine, yani üstünden gelmenin mümkün olduğuna ve harcanan enerjilerin kaybolmadığına inanmak gerekiyor. Geçtiğimiz yıllar içerisinde İspanya’da toplumsal hareketler birçok yenilgi yaşadı. Toplumsal hareketlerin gerekliliğini kanıtlayan ve olabileceklere dair beklentileri besleyen zaferlerin eksikliği, mezar taşı gibi bir ağırlık yaparak kriz patlak verdiğinde ilk tepkinin son derece cılız olmasına neden oldu. Tam olarak bu noktada Arap dünyasındaki devrimlerin halihazırda devam eden protestolara muazzam bir katkısı oldu. Kolektif eylemin faydasını, ‘birlikte başarabileceğimizi’ gösterdiler. Bu nedenle, bankerlere ve yönetici sınıfa karşı İzlanda’da kazanılan fakat gündemde kendisine daha az yer bulan zaferle birlikte Arap devrimleri eylemlerin başından itibaren protestocuların ve aktivistlerin başlıca referanslarından biri oldu.
Birşeylerin değişebileceği inancının yanı sıra kriz ve zorluklar döneminde korkunun ortadan kalkması ise diğer önemli bir etmen. İçinde bulunduğumuz günlerde en çok duyulan sloganlardan biri ‘Korku yok!’ oldu. Halihazırda duydukları korku işçilerin büyük bir kısmını ve farklı toplumsal kesimleri boyunduruğu altında tutarken onları pasifliğe ya da ırkçı ve kabul edilmesi mümkün olmayan başka reaksiyonlara sevk ediyor. Fakat 15M hareketi ve meydanlarda kurulan çadırlar yağ lekesi gibi yayılıyor. Korkunun en güçlü panzehiri olan bu hareket, giderek meşruiyetini daha da fazla yitiren bir sistemin ve yönetici elitin dayattığı programı geçersiz kılmakla tehdit ediyor.
15M hareketi ve çadırları kuranların yeni bir kuşak, bu göz ardı edilmemesi gereken bir özellik. Her yeni mücadele döngüsüyle birlikte, yeni kuşak aktivistler ortaya çıkar ve ‘gençlik’ bu dolayımla görünürlük ve meşruiyet kazanıyor. Yeni bir eylemci kuşağının ortaya çıkışı son derece önemli olmakla birlikte ve bu durum ‘Geleceği Olmayan Gençlik’ gibi bazı örgütlü hareketlerle görünür olsa da hareketin sadece yeni ve genç bir kuşaktan ibaret olmadığını belirtmek gerekiyor. Bu hareket mevcut ekonomik modelin ve krizin bedelini işçilere -ve asıl ağırlığı gençlerin sırtına yıkma- çabalarının bir eleştirisi. Bu noktadaki en önemli mesele -birçok durumda olduğu gibi- gençlik protestolarının tetikleyici, daha büyük toplumsal mücadeleler açısından bir katalizörü işlevi görmesidir.
Karşıt Küreselleşme Ruhu Geri Dönüyor
Dinamik, kendiliğinden karakteri ve tazyik gücü düşünüldüğünde mevcut protestolar küreselleşme karşıtı hareketin ortaya çıkışından bu yana görülmüş en güçlü örneklerden biri. Kasım 1999’da Seattle’da yapılan Dünya Ticaret Örgütü zirvesinde uluslararası olarak ortaya çıkan (öncülleri 1994’te Chiapas’taki Zapatista ayaklanmasına kadar uzanan) küreselleşme karşıtı dalga İspanya’ya çok hızlı bir şekilde intikal etmişti. Mart 2000’de dış borçların iptali için düzenlenen toplantı (genel seçimlerle aynı güne denk gelmişti) ile Eylül 2000’de Prag’taki IMF ve Dünya Bankası karşıtı gösteri için yapılan hazırlık özellikle Katalonya açısından bu dalganın ilk işaretleriydi. Fakat kitle hareketi asıl olarak 22-24 Haziran 2001’de Barselona’da gerçekleştirilen Dünya Bankası zirvesi esnasında gerçekleşen protestolarla ortaya çıktı. Bu tarihten sonra hareket enerjisi, coşkusu ve kolektif gücünü yitirdi. On yıl sonra, yeni bir hareketin doğuşuna şahitlik ediyoruz. Dolayısıyla bu nostaljik bir onuncu yıldönümü olmayacak. Aksine, bu yıldönümünü yeni bir hareketin doğuşuyla kutlayacağız.
Katalonya Meydanı’ndaki devasa toplaşma (Madrid’in Puerta del Sol meydanıyla başlayan ülke çapındaki bütün çadırlar) eşsiz dakikalar yaşamamızı sağladı. 15M hareketi ve meydanlara kurulan çadırlar otantik ‘kurucu mücadeleler’ olmalarının yanı sıra mücadele döngüsünün değiştiğinim ve isyan rüzgarının yeniden esmeye başladığının açık birer işareti. Tıpkı daha önceki ‘Seattle kuşağı’ veya ‘Cenova kuşağı’ gibi gerçek bir ‘Tahrir kuşağı’ doğuyor.
Dünyadaki ‘küreselleşme karşıtı’ hareket içerisinde Washington, Prag, Quebec, Göteborg, Cenova ve Barselona’daki resmi zirveleri takip eden binlerce insan kendilerini bu protestolarla tanımladılar ve geniş insan toplulukları ortak hedefleri ve mücadeleyi paylaşan tek bir hareketin parçası oldukları hissettiler.
Benzer bir şekilde şu anki hareket de mücadelenin en güncel ve önemli uluslararası referanslarından ilham alıyor. Mısır ve Tunus’taki devrimlerden, İzlanda’daki zafere kadar henüz ortaya çıkmış ve birbirinden çok farklı hareketlerin oluşturduğu bu bağlam içerisinde eylemlerini küresel kapitalizme ve onun emir eri olmuş bir siyasal elite karşı sürdürülen genel mücadele içerisinde anlamlandırıyorlar. İspanya’daki 15M hareketi ve ardından meydanlara kurulan çadırlar bir yandan merkezsizleşme ve koordinasyonun kendiliğinden bir örneğini teşkil ederken, öte yandan paylaşılan bir kimliği ve sembolik olarak aynı topluluğa üye olmayı ifade ediyor.
Küreselleşme karşıtı hareket Dünya Ticaret Örgütü, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kurumlar ve ulusötesi şirketleri hedefi olarak belirlemişti. Ardından, oğul Bush’un başlattığı ‘teröre karşı küresel savaş’ ile birlikte savaş eleştirisi ve emperyalist tahakküm merkezi bir önem kazandı. Şimdiki hareketin eksenini ise küresel ekonomik güçlerle işbirliği hiçbir zaman bu denli ifşa olmamış bir siyasal sınıfın eleştirisi oluşturmaktadır. 15M harketinin temel sloganlarından biri olan ‘Siyasetçilerin ve bankerlerin elinde bir mal değiliz!’ bunu ifade etmektedir. Bu siyasal sınıfın, profesyonel siyasetim ve -her zaman tutarlı ve anlaşılabilir bir şekilde ifade edilemese dahi- mevcut ekonomik modelin eleştirisi söz konusudur: ‘Kapitalizm? Oyun sona erdi.’
Geleceğe Doğru
15M tarafından başlatılan hareketin geleceği kestirilebilir gibi görünmüyor. Kısa vadede ilk yapılması gereken mevcut çadırların sayısını artırmak ve hareketi henüz ulaşmayan şehirlere taşıyarak 22 Mayıs Pazar gününe kadar ayakta kalmalarını sağlamaktır. Seçim yasaklarının başladığı 21 Mayıs Cumartesi ve yerel seçimlerin yapılacağı 22 Mayıs Pazar günü belirleyici olacaktır. Bu iki gün boyunca çadırların daha da kitlesel bir şekilde kurulması hayati bir öneme sahip.
Ayrıca hareketin temposunu sürdürebilmesi için yeni eylem günlerinin belirlenmesi gerekiyor. Son birkaç gün içerisinde kendiliğinden gelişen kitleselleşme dinamiği ve radikalleşmenin sürdürebilmesi şu an için önümüzde duran en önemli görev. Katalonya açısından ise 15M ve çadır eylemleri esnasında ifade edilen radikalizm ve sistemik değişim talepleri ile başta eğitim ve sağlık olmak üzere kamusal harcamalarda yapılan kesintilere karşı halihazırda sürdürülen mücadeleler arasında bir sinerji sağlanması gerekiyor. Katalonya Meydanı’ndaki çadırlar mücadele içindeki bütün dinamik unsurlar için şimdiden kamusal bir buluşma noktası, güçlü bir çekim merkezi haline gelmiş durumda. İnsanların direniş ve mücadele için buluştuğu meydan yeni köprüler kurulmasını ve diyaloğun artmasını sağlarken önümüzdeki eylemler için sürükleyici bir güç olmuş durumda. Gündeme gelecek diğer protestolar için örgütlü olmayan aktivistler, alternatif sendikacılık, mahalle hareketleri ve benzerleri arasında ittifaklar oluşturmak önümüzdeki birkaç günün en önemli meselelerinden biri olacak.
‘Devrim burada başlıyor…’, dün Katalonya Meydanı’ndaki iddia buydu. En azından yeni bir mücadele döngüsünün başladığı aşikar. Hiç şüphesiz küreselleşme karşıtı hareketin ortaya çıkışından on yıl, krizin patlak vermesinin ardından iki yıl sonra toplumsal protestolar kalmak üzere geri dönmüş durumda.
Kaynak : sdyeniyol – 23 Mayıs 2011