Finansal çöküş küresel kapitalizmin en aşikar mantık dışılığına önem vermemeyi imkansız kıldı. Bankacılık sistemini stabilize etme amaçlı sadece ABD’nin koyduğu 700 milyarı bu yılki gıda krizinde fakir ülkelere yardım için daha zengin ülkelerin bağışlamaya söz verdiği 22 milyar doların sadece 2.2 milyar dolarlık verilmiş bölümüyle kıyaslayın. Ayrıca gıda krizinin suçu Üçüncü Dünya devletlerindeki rüşvet, verimsizlik ya da devlet müdahaleciliği gibi olağan şüphelilere yüklenemez – bu kriz, Bill Clinton’un Dünya Gıda Günü için BM toplantısında yiyecek krizi üzerine “Küresel Yiyecek Konusunu Berbat Ettik” başlıklı yorumlarında (AP’nin 23 Ekim 2008’deki haberi) açıkça belirtildiği gibi tarımın küreselleşmesine doğrudan bağlıdır. Clinton’un konuşmasının özeti bugünkü küresel gıda krizinin gösterdiğine ilişkindi, yani nasıl gıda mahsullerinin dünya fakirlerinin bir yaşamsal hakkı değil emtia olarak görülerek “hepimizin, başkan olduğum zaman ben de dahil olmak üzere berbat etmemiz”dir. Clinton’un suçu tek tek devletlere ya da hükümetlere değil, ABD ve Avrupa Topluluğu tarafından empoze edilen ve Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu ve diğer uluslararası kurumlarca yürürlüğe sokulan uzun dönemli Batılı küresel politikaya yükleme konusunda oldukça netti; bu politika Afrika ve Asya ülkelerine gübre, geliştirilmiş tohum ve diğer tarım girdilerinde sübvansiyonları bırakmaları için baskı yapmış, dolayısıyla en iyi toprakların ihracat mahsulleri için açılmasını doğurarak bu ülkelerin gıda konusunda kendi kendilerine yetmelerini ortadan kaldırmıştır. Böylesi “yapısal bir düzenlemenin” ürünü yerel tarımın küresel ekonomiye entegre olmasıydı: Mahsul ihraç edilirken topraklarından atılmış çiftçiler gecekondulara sürüklendi, az para verip çok çalıştıran taşeron işyerlerine kaynak oluşturdular ve bu ülkeler günden güne daha çok ithal gıda maddelerine bel bağlamak zorunda bırakıldı. Bu şekilde onlar sömürgecilik sonrası bağımlılık içinde tutulabilmiş ve gitgide artan piyasa dalgalanmalarına karşı korunmasız kalmışlardır – son yıllarda fırlayan buğday fiyatları (mahsulun biyo-yakıt için kullanımının da neden olduğu) halihazırda Haiti’den Etiyopya’ya kadar bir çok ülkede açlıktan ölümlere yol açtı.
Clinton “gıda diğerleri gibi emtia değildir” derken haklıydı. “Gıdada maksimum derecede kendi kendine yeterlilik politikasına geri dönmemiz gerekir. Dünyanın her yanında bütün ülkeleri onların gıda konusunda kendi kendine yeterliliklerini artırmadan geliştireceğimizi düşünmemiz çılgınlıktır.” Fakat burada en azından iki şey eklenmeli. İlki, unutulmamalı ki gelişmiş Batılı ülkeler Üçüncü Dünya ülkelerine küresel tarımı empoze ederken gıdada kendi kendine yeterliliği kendi çiftçilerine vs. finansal destekle sağlamaya çok özen gösteriyorlar (çiftçilere finansal desteğin Avrupa Topluluğu’nun bütçesinin yarıdan fazlasını kapsadığını hatırlayın) – gelişmiş Batı “gıdada maksimum kendi kendine yeterlilik politikasını” asla bırakmadı. İkincisi, “diğerleri gibi emtia” olmayan ürünlerin listesinin çok daha uzun olduğunu bilmek gerekir: Sadece savunma (bütün “vatanseverlerin bildiği” gibi) değil en önemlisi yiyecek, su, enerji, doğası içinde çevre, kültür ve eğitim, sağlık… Eğer piyasaya bırakılamazlarsa bunların önceliklerine kim ve nasıl karar verecek ? İşte burada Komünizm sorusu tekrar ortaya atılmalıdır.
Sy 47,48,49,50
Encore Yay.
*Bu alıntı Turgut Baygın tarafından yazılıp yollanmıştır.