Büyük tarım, gıda, enerji ve ecza şirketlerinin sayısı az fakat güçleri çok. Ekonomiyi onlar kontrol ediyor, politikayı onlar belirliyor. Sahip oldukları bu güçle toprağı, biyoçeşitliliği, suyu, tohumu ele geçirmek için hamle üzerine hamle yapıyor.
Amerika’da altına hücum döneminin 21. yüzyıl versiyonu Türkiye’de sahneleniyor. Doğa talanı almış başını gidiyor.
Bu konuda endüstriyel tarım şirketleri, maden şirketleri, büyük barajlar, dağıtım piyasalarını kontrol edenler, kirletici sanayiciler, toprağı ve suyu üzerine geçirmeye çalışan “toprak gaspçısı” ve “su korsanı” şirketlerden oluşan bir orkestra iş başında. Doğadaki doğal orkestrayı yok etmede elbirliği, gönül birliği ve fikir birliği içinde.
Hükümet de, yasa ve yönetmeliklerde ekoloji aleyhine olabilecek bir dizi değişiklikler yapmakta, şirketlerin önünü açma “gayretkeşliğinde”.
2942 sayılı Kanunun 27. Maddesi ile 3634 sayılı Kanunun 1. Maddesi şirketlerin amaca ulaşmakta araç olarak gördükleri hükümetlere değişiklik yaptırdıkları maddelerden sadece ikisidir.
2942 sayılı Kanunun 27. Maddesi; “Milli Müdafaa Mükellefiyeti kanununun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacına ve aceleciliğine Bakanlar Kurulunca karar alınacak hallerde veya özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılmasında kıymet takdiri dışındaki işlemler sonradan tamamlanmak üzere ilgili idarenin istemi ile mahkemece yedi gün içinde o taşınmaz malın 10 uncu madde esasları dairesinde ve 15 inci madde uyarınca seçilecek bilirkişilerce tespit edilecek değeri, idare tarafından mal sahibi adına 10 uncu maddeye göre yapılacak davetiye ve ilanda belirtilen bankaya yatırılarak o taşınmaz mala el konulabilir.”
Madde yeterince açık ve anlaşılır değil mi? Çiftçilerin tarlası veya taşınmazları (tarlası, evi, ahırı, samanlığı vb.) HES, Termik Santral, maden ocağı vb. kirletici şirketler için hükümet kamulaştırabilecek. Taşınmazın değeri seçilecek bilirkişilerce belirlenecek. Belirlenecek değerde köylüler taraf olamayacak.
3634 sayılı Kanunun 1. Maddesi; “Seferberlik ve savaş hali ile bu hallerin henüz ilan edilmemiş olduğu ancak savaşı gerektirebilecek bir durumun meydana geldiği gerginlik ve kriz dönemlerinde yapılacak seferberlik ile kıtaların toplanması esnasında alelade vasıtalarla temin edilmeyen bütün askeri ihtiyaçları veya hizmetleri bu Kanun hükümleri dairesinde vermeye veya yapmaya her şahıs borçludur. Bu mükellefiyetlerin Türk topraklarının tamamı veya bir kısmı üzerinde yapılmasına başlanacağı zamanı, İcra Vekilleri Heyeti tayin eder.”
Yukarıdaki maddeler aslında “Savaş Hukuku” içinde istisnai bir kamulaştırma yolu olarak getirilmiş olan “Acele Kamulaştırma” maddeleri. Çiftçi ailelerine ait malların şirketlere aktarılmasında bu kanun maddeleri dayanak yapılıyor, taşınmazları kamulaştırılıyor. Hukuk devletlerinde böylesi uygulamalar olmaz. Ancak Kanun Devletlerinde olabilir.
Değiştirilen bu maddelerin içeriklerine uygun Türkiye’de bildik bir s
Savaş hali de yok.
Eğer, ekonomik gereklilik üzerine kurulmaya çalışılan yanlı tercihe savaş hali deniliyor ve “Savaş Hukuku” bunun için uygulanıyorsa, o zaman, silah kullanılarak yapılan savaşın araçları yerine kanun kullanılıyor demektir. Hem de çiftçilerin tabiiyetine tabi olduğu kendi ülkesinde.
Savaş hali olmadığı halde uygulanan söz konusu kanun maddeleri kamulaştırmaların meşruiyetini tartışmalı hale getiriyor.
Bu arada meşruiyetten yoksun uygulanan kanun maddeleri bir yandan kişilere ait taşınmazların “gaspına” neden olurken diğer yandan yaşam alanlarını savunan yaşam savunucularına karşı da uygulanan “orantısız bir kanuna” dönüşüyor.
Bir taş ile iki kuş yani
Kaynak : Özgürgündem – 9 Şubat 2013