BEREKETLİ ÜRÜN
Muzaffer İzgü
Otobüste yan yana gidiyoruz. Giysisinden köylü olduğu belli. uyudu, uyandı, pofladı sigara üstüne sigara yaktı. Bana sundu, konuşmaya başladık.
-Eh, dedim, ekim dikim nasıl bakalım?
-Sorma, dedi, heç sorma gardaşım, gırtlağa kadar borç içindeyiz.
-Ne ekiyorsunuz? diye sordum.
-N’olacak, buğday, dedi.
-Buğday ürünü bu yıl iyiyimiş, dedim.
-Ah gardaşım, ah, eyi olsa n’olacak, kötü olsa ne olacak, borç ahacık şurda. Bilmezsiniz başımıza gelenleri, belli ki şehir yerindensin. Anlayabilmen için dur sana baştan anlatayım. Güzel gardaşım, civan gardaşım, derlerki köylü milleti heç bir yeniliği istemez, hep dutucudur, hep geri kafalıdır derler. Şimdi sen dinle de bak, dutucu olmayacan da ne yapacan? ne bi yenilik geliyorsa, köylünün başına bin türlü haltlar geliyor. Söylemesi sevap, getirdiler gardaşım buğdayı, dediler ki, ha bakın, bu yeni buğdaydır ha, bir ek kırk al ha, harmanı yığ, evi, depoyu doldur ha, goynuna binler kat ha… Köyde bir ben direnirim, bi istemeyen benim, ama evlatlar ah o evlatlar yok mu, iki güne bir gelirler:
“Babaa, Garabacakların Mısdolar da ekeceklermiş.”
“Babaa, heç ummadığın Gâvır Osman’ın Helmiler de ekeceklermiş.”
“Lan Baaa, fırsatı kaçırmıyak, sona başımızı daştan daşa vururuz, amma bir fayda etmez.
E gardaşım, gel de sen bu kadar lafa dayan. Govarım hepsini başımdan, evdeki körolası avrat başlar:
“Herif eyiden eyiye bonadın ha,” demiye. “Bi ekiyormuşsun, kırk alıyormuşsun. Sen zatime bi lokmaynan bi hırkaya alışmışsın. Amma oğlanlar büyüdüler, geldiler, ev isterler, bark isterler, aklını başına topla, he de şu işe.”
Ben bağırırım:
“Lan get avrat başımdan vallaha elimden bi gaza çıkacak.”
Biz böyle köy yerinde direnekene, bi duymayayım mı köyde benden başka kimse galmamış, herkesler bu bğdaydan savurmuş tarlasına. Köy yerinde geziyorum laf atan atana:
“Aha bakın eşek geçiyor ha!” diyorlar. “Eşeğin önüne hoşafı goysan ne yapar, suyunu içer denesini bırakır. Bunun önüne de te neredeki yerden tene getirimişler, gomuşlar, amma bu illakim su içecem deyi tututrmuş… Lan oğlum bu herifte heç akıl yok.”
Sonunda bir öğle üzeri oğlanlar geldi ki hışımlı, ” babaaa, dediler, babalığını bil. Biz milletten aşağı mı galacağız? Biz de ekeceğiz. Madam gâvır göndermiş bu buğdayı bize, kötü olsa heçgönderiri miydi? eyi ki göndermiş. Son kez diyoruz ki bize izin ver.”
Napacan ki gardaşım, verdim izni gitti.
Oğlanlar sevinçle tarlayı ektiler.
“İçiniz şincik rahat mı lan?”
“Rahat baba…”
Onların içi rahat amma benim içim rahat değil. Biliyorum sonunda bi cılklığın çıkacağını amma hangi cılklığın çıkacağını bilmiyorum. Aradan şöyle biraz zaman geçti, gardaşım deyim köyde bir haber.
“Lan bu buğdaya n’oldu ki çıkmıyor?”
Köylü deli dana olmuş tarla bayır geziyor, dikiyor topunu, yerden çıkmış buğday arıyor. Bi dene bulsalar şöyle çıkmış, bayram edecekler. Yok gardaşım, ilaç olsun yok.
Toplanıyor köylü:
“Lan eski buğday ne kadar zamanda çıkardı.”
“Şu gadar zamanda çıkardı.”
“E, bu neye çıkmaz?”
Sonunda duttuk kasabaya adam saldık. Adam geldi, alı al, moru mor… Toplandık başına:
“De söyle Lan Ziya, niye çıkmazmış bu bizim buğday?”
Ziya:
“Var ya, “dedi, “o sene de beklesek bu buğday çıkmazmış.”
“Vaş babam, ne yapacakmışız ki lan?”
“Bundan atacakmışık… Nah bundan… Bundan atmadıktan kelli, dünyada çıkmazmış.”
“Lan o da beleş mi?”
“Ne beleşi, kilosu nah şu kadar…”
Ne diyelim gardaşım, tohumunu beleş aldık, hadi verelim gübresine para dedik. Borç harç, kimimiz fayiz, aldık gübreleri, döktük tarlalara. Millet gene dömelip durur tarlalarda, çıktı mı, çıkmadı mı? Lan ne inatçı buğdaymış lan, çıkmaz ki çıkmaz. Eşiyoruz toprağı, çıkarıyoruz tohumu, tohum olmuş ühüü gocagarı. Lan amman deli olmak işten değil. Haydi gene saldık gasabaya bi adam ki adam ki, adam akıllı. Muhtar getdi… Geldi ki yüzü gırk gat!
“Amanın muhtar yüzün niye gırk gat?”
“Ah ah komşular sormayın, biz yanlış gübre dökmüşüz, yanlış anlamış Ziya eşeği, hah şu elimdeki gübreden dökecekmişik. Bunu dökmezsek var ya, elli yıl da beklesek buğday çıkmazmış.”
Ne deyim ben size oğlanlar, Allah oğlanlar gibi boyunuz posunuz devrilmeye, beni mafettiniz. Yok elde avuçda ki gardaşım, alasın, dökesin. Amma ne yapacanki, gene gine köycek borç harç aldık o gübreden de tarlalara döktük. Aradan bigaç gün geçdi, amanın nazlı gelinin pencereden gafa çıkarışı gibi bizim bizim buğdaylar gafalarını çıkarttılar. Oh aman, köyde bi sevinç, bi çığrış bağrış, dersin hepimiz milyoner olmuşuz.
Bu sevincimiz bi hafta sürse ya, nerde gardaşım nerde. Biz buğday değil başımıza belayı berzak almışız. Bi hafta sona bi baktık, tarlalarda ekinlerin yanı sıra bi ot çıkıp gelir ki, sanki dersin biz oraya buğday ekmemişiz, ayrık ekmişiz.
“Lan aman köylüler bu ne hal ki?”
Bir de deli ot ki, bir de iştahlı ot ki, nah buğday kaldı otların dibinde kibrit çöpü gadar, otlar oldu deynek gadar…Amanın mafolduk, amanın fücetten getdik…
“Lan söyle heleHalil, ne otuymuş bu?
“Su otu?”
“Çarası?”
“Nah bu ilaçdan atmazsak, tarlalarımız hafdaya kalmaz mera olurmuş. At, eşşek, sığır, geçi, goyun, dana heç bi hayvanat bu otu yemediği gibi, heç bu işe de yaramazmış. Yani sizin annıyacağınız mafolduk.”
“E gardaşım demedein mi onlara, biz tarlalara ot tohumu atmadık deyi?
“Atmadık amma o son atılan gübre , işte bu su otunu yaprmış.”
Amanın ne halt edelim, nerelere gidelim, dövinek dizden olak, ağlayak gözden olak, boşıyak karıdan mı olak? Zor gardaşım zor, Allah kimsenin başına vermesin, köylü akıllıydı deli oldu. Herkes herkesnen gavga ediyıor. midesi azanlar, bağırsağı düğümlenenler, gafası bozulanlar, evden dana boğazlar gibi çoluk çocuğu cığırdanak dövenler… Amma ne yaparsan yap boşuna, alacan o ilacı dökecen tarlaya. Aldık gardaşım. Borç harç aldık o ilaçdan attık tarlaya. Otlar bigaç gün içinde sarardı soldu, boyun bükdü, toprak oldu…
Amanın ekinimiz, cici bici ekinimiz, sen bilin gayrı, galmadı bu yoksulların dayanacak gücü… Büyüyor, bin maşallha büyüyor. Amanın bi böyüse de, biz vazgeçdik kârından, şusundan busundan, sermayemizi gurtarsak. Çok geçmedi gardaşım, ya iki hafta ya üç hafta, Allah seni inandırsan tarlayı bi sinek bastı, köyü bi sinek bastı, amanın ağalar bu sinek de ne ki? Lan ekinden mekinden vazgeçtik, bu sinek bizleri kör edecek lan… Ufacık gardaşım, beyaz desen değil, sarı desen değil, hatta ki sinek değil, acayip bi yaratık… Öldürüyon, elinin altında bini, bakıyon elinin üstünde iki bini, diri. Ekinş bi sarmışlar, yürekler dayanmaz, nah en babayiğit adam ekinin o halini görse şakkadak düşer bayılır.
Salın ulan ikinci üyeyi gasabaya…
Saldık gardaşım. Adam geldi; geldi ki, yüzü dönmüş erik hoşafına. Pıh desen ölecek, dersin ince hastalığın dördüncü devresi, yüzü olmuş yumurta sarısı, bi dokun, bin ah dinle.
“LAN Murat, ne ki lan bu sinek, ha?
Murat elinde bir torba sallar.
“Oğlum ne ki bu sinek afatı?”
Murat ha babam torbayı sallıyor.
“Lan ne var o torbanın içinde deyiversene, dürzü!”
Ağzını kiraya vermiş sanki, dürzü… Icık ıcık konuştu:
“Sinek afatının devası aha bu torbadaki ilaç.”
Amanın bir ilaç daha… Ne bilelkim biz gardaşım, şincik biz o su otu mudur ne halltır, onu yok edelim diyerekten bi ilaç döktük ya, meğerkim bu ilaç su otuynan garışınca, bu sineği yaparmış.
“Eeee?”
“E ee’si Allah!”
Ah gardaşım, millet düştü fayize, aldık paraları, aldık ilaçları, döktük tarlalara, gurtulduk sinekten…
Ekinler büyüyor…Biz her sabah umutlan tarlalalrımızın yolunu tutuyoruz, vazgeçtik sermayesinden, heç olmazsa yarısını gurtarsak. Eh gurtaracağız galiba.Ekinler baş tutmaya başladı. Başladı amma niye bu başlar böyle ki, bir acayip, niye ki zayıf? Bu böyle verirse değil bire gırk, bir almak bilem güç. zamanda geçiyor mu bir yandan, çarasızız ki çarasız.
“Lan ne dururki üçüncü üye , gitsin gelsin hele bi gasabaya.”
Saldık getti üçüncü üye gasabaya. Nasıl gözlüyoruz Recep’in yolunu. Daha doğrusu Recep’in gendini değil de eini gözlüyoruz. Sürmeli gaya’nın ardından çıktığında acep elinde bir torba olacak mı, yoksa olmayacak mı?
Akşama dek bekledik. A gâvırın dölü, a vicdansız, ulan biraz dha bekle, garanlıktan gelsene. Ne deyim gardaşım, bi çıkmasın mı Recep, sürmeli Gaya’nın aardından, hem de elinde torbaynan. Bekleyenlerden üçü bayıldı, onlar ayıldı, üçü daha bayıldı, yedisi “Anaaa” diye bağırdı.
Belli, sinek için döktüğümüz ilaç, kelle için zararlıymış. Kelleyi büyütmek için bu ilaçtan dökecekmişik. Off off, onu da döküyorsun, bu kez döktüğün başka bişi yapıyor.
“Lan Recep, sordunmu lan, bu torbadaki ilaç başka bişi yapıyormuymuş lan?”
“Yapıyormuş…”
Hay gözün çıka, hay gara toprağa giresin, hay cinler şeytanlar çarpa, eğri ağaç gibi gidesin, insan şunu alıştıra alıştıra söyler, hayvan!
“Söyle lan ne yapıyormuş?”
“Bu ilacı tarla fareleri çok sevdiğinden, onları semirtiyormuş. Sona ver ediyorlarmış ekine…”
“Desene ki lan onun da ilacı varmış?”
Heç olmaz olur mu babam?
“He varmış, onu da alacakmışız…”
Nah alırız. Amanın gardaşım, biz bu ilacı da borç harç tarlalara döktükten sonra ne gece uykumuz var, ne gündüz. Bi çıktık ki fare avına, tarlalar dersin savaş alanı. Deyneği gapan tarlada… Eh millet çok sinirli, bazen de elindeki deynekle fareye değil, birbirine girişiyordu.
-Pekiyi, buğdayı alabildiniz mi? diye sordum.
-Yok, dedi, alamadık, arpa aldık.
-Anlamadım? diye sordum.
– Ah gardaşım ah, biz zatime baştan şüphelenmiştik, bakıp, bakıp , “Lan vallaha bu pek buğdaya benzemiyor” demiştik. Amma ne bilelim ki, ” belki ilk baştan böyle olur” dedik.
Meğer bize buğday tohumu yerine, arpa tohumu göndermişler, yaa.. İşte sorma bu yıl bizim köyün başına geleni.
Otobüsümüz çay molası vermişti.
*”Çanak çömlek Patladı”, Bilgi Yayınevi, 5. Basım, Şubat 1996