Nehirlerin, ekosistemlerin, göllerin, bataklıkların yani suyun da yaşama ve varlığını sürdürme hakkı vardır. Bu hak canlı yaşamın zorunlu sonucu olan doğal bir haktır. Su ve su döngüsü ise milyonlarca yıldır yerkürenin yaşam kaynağıdır, doğanın bir parçasıdır ve bütün canlıların da suya erişim hakkı vardır, bu hak da doğal bir haktır. Sermaye bu hakkı yok sayarak suyun fiyatlandırılmasını ve ticarileştirilmesine dönük politikaları ülkelere dayatmıştır. Ekolojik döngüler sayesinde yok olmayan su, kapitalist sistem içinde kıt bir kaynağa dönüştürülerek, ticari bir mal (meta)haline, sermaye birikim sürecinin bir parçası haline getirilmiştir.
Emperyalistler “yeni sömürgecilik” döneminde Dünya”yı yönetme politikalarını kendi kurdukları örgütler (Dünya Bankası,IMF,Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), Dünya Su Konseyi. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD),v.b örgütler ) aracılığıyla hayata geçirmeye başlamışlardır. Yerkürenin yaşam kaynağı olan suyun metalaştırılması, sermaye birikiminin bir aracı olması süreci de gene bu örgütler aracılığıyla olmuştur. Suyun bir hak olmaktan çıkarılarak ekonomik bir mal (meta) olarak tanımlanması sürecinde rol oynayan örgütlerin en başında Birleşmiş Milletler (BM) gelmektedir.
Dünya Bankası (DB) 1990 öncesinde kredi verdiği ülkelerde kredi anlaşmalarının önkoşulu olarak su hizmetlerinin ticarileştirilmesi için gerekli yapısal düzenlemelerin yapılmasını şart koşmaya başlamıştır. Uluslararası Para Fonu (IMF)de stand-bay anlaşmalarında kredi alan ülkelere benzeri dayatmaları şart koşmaya başlamıştır. Çünkü hedef emperyalizme bağımlı ülkelerde pazarı genişletmek, kapitalizmin yeni sermaye birikim modeliyle entegrasyonunu sağlamaktır.
Su sektöründeki çokuluslu şirketler, uluslar arası örgütleri ve hükümetleri bir araya getirerek “Dünya Su Politikaları”nın tek bir elde toplanması,küresel su politikalarının belirlenip uygulanması amacıyla 1996 yılında da “Dünya Su Konseyi”ni kurmuşlardır. Dünya Su Konseyi aracılığıyla da “Dünya Su Formu” adı altında “su özelleştirmelerinin hangi koşullarda, nasıl yapılacağının çerçevesinin çizildiği, lobilerin yapıldığı” organizasyonlar örgütlemeye başlamışlardır. Tartışmalar ,suyun gıda ve enerji politikalarıyla ilişkisini politik ve ekonomik yasal uygulamalarını da yönlendirmektedir. Ve küresel sermaye açısından su, artık ekonomik, ideolojik ve stratejik araçlardan biridir. Suyun bir kamu hizmeti olmaktan çıkarılarak ekonomik bir mala, bir piyasa malına (“meta”ya) dönüştürülmesi Dünya Su Konseyinin en temel hedeflerinden biri olmuştur.
Avrupa Birliği (AB) müzakerelerinde de “ suyun ticarileştirilmesi su hizmetlerinin özelleştirilmesi ve buna uygun hukuki ve yönetsel değişikliklerinin yapılması” da önemli bir yer tutar.
Su kaynaklarının ve su iletim hizmetlerinin özelleştirilmesi konuları Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) içinde kısa adı “GATS” olan “Hizmet Ticareti Genel Anlaşması” çerçevesinde görüşülmektedir. GATS ‘a göre kamu su alanında olmamalı, “su hizmetleri ve kaynakları özelleştirilmeli” dir. Bu nedenle tüm dünyada hem kentsel su, hem de tarımsal su özelleştirilmektedir.Bu nedenle DTÖ görüşmelerinin Temmuz 2006’da dondurulmuş olmasına rağmen Türkiye’de suyun özelleştirilmesi işleri GATS çerçevesinde vakit kaybetmeksizin tüm hızıyla devam ettirildi.Su ve kanalizasyon hizmeti bir kamu hizmeti olmaktan uzaklaştırıldı ve bir ticari hizmete dönüştürüldü.
Su politikaları ile ilgili bu genel bilgilerin ışığında Türkiye ye gelirsek,
Türkiye’de toplam kullanılan suyun yüzde 70 i tarımsal üretim sırasında tüketilir. Üreticiler için su bu derece önemlidir. DSİ başta olmak üzere “Su” ve “Köy “ ile ilgili bütün kurum ve kuruluşlar neoliberal su ve tarım politikalarına uygun olarak yeniden dizayn edilmeye başlamıştır. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü; “suyun stratejik bir meta haline geldiğini görmekteyiz” . “DSİ’ce geliştirilen bütün sulamalarda, söz konusu kanalların işletme, bakım ve onarımlarının yeterince yapılabilmesi ve çiftçi katılımının sağlanması için DSİ Genel Müdürlüğü yeni bir politika benimsemiş ve 1993 yılından itibaren işletme yönetimi sorumluluğu Su Kullanıcı Örgütlerine devredilmeye başlanmıştır. DSİ’ce yapılan devir çalışmaları Dünya Bankası’nca desteklenmiştir.” (bkz. www.dsi.gov.tr ) demektedir.
DB, sulama işletmelerinin kamudan çözülmesini ve piyasa güçlerine geçişe hazır hale gelmesini istemektedir bu nedenle de “ işletme yönetimi sorumluluğu”nun su kullanıcı örgütlerine devredilmesi demek artık akarsular,barajlar ve göletler kar ettiği yani üreticilerden kullanım için para alabildiği ölçüde bakımları, devamlılıkları söz konusu olacaktır.Aksi taktirde “yap,işlet devret” yöntemiyle sermayeye pazarlanacaktır.HES projeleri akarsuların sermayeye pazarlandığı projelerdir.
2011 yılında “Sulama Birlikleri Yasası” çıkartılarak Sulama Birliği’ne “Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından inşa edilmiş veya halen inşa edilmekte olan ya da inşa edilmesi planlanan sulama tesislerini inşa maksatlarına uygun şekilde kullanmak, işletmek, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün onayını almak suretiyle işlettirmek,” görevi yüklenmiştir. Yani özel sektöre işlettirebilecektir.
Birliklerin yönetimine dönük seçim sistemi de,suyu kullananların eşit haklara sahip olmadığı,arazisi büyük olanın daha fazla söz ve oy hakkının olduğu, anti-demokratik bir şekilde düzenlenmiştir. Birlik seçimlerinde kullanılacak oy sayısı aynı sulama alanı içinde ortalama parsel büyüklüğü hesaplanarak bulunacak ve birlik üyesinin arazisi büyükse küçük arazi sahibinin 5 kat daha fazla oy hakkına sahip olabilecektir. Yani Sulama Birliği’nin yönetiminde büyük toprak sahipleri yer alacak,küçük üreticiler yer alamayacaktır. Eski “Sulama Birlikleri”nin de 18 Ay içinde kendilerini yeni yasaya uygun hale getirmeleri istenmiştir. Ayrıca Birliğin görevleri arasında “Görev alanı içerisinde su miktarına bağlı olarak ekilecek bitki desenini Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının ilgili birimleri ile işbirliği yaparak planlamak.” da vardır.Yani ürün çeşitliliğini sınırlayacak olan bir yetki de verilmiştir Sulama Birliği’ne.Üreticilerin suya erişiminin engellenmesi için bunlarda yetmemiştir. 1984 yılında, Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bağlı olarak YSE, Toprak Su ve Toprak-İskan kuruluşlarının birleştirilmesi ile Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü kurumuştu. Görevleri arasında “toprak ve su kaynaklarının verimli kullanılması, korunması ve geliştirilmesini sağlamak, Köy ve bağlı yerleşim birimlerinin yol, su ve tesisleri ile askeri garnizonların içme ve kullanma suyu tesislerini yapmak, Tarım alanlarının gayesine uygun kullanımını sağlamak, devlet sulama şebekelerinde arazi tesviyesi, tarla başı kanalları, tarla grup yolları ve tarla içi drenaj tesislerini yapmak, Kasaba ve köylerin imar planlarını hazırlamak” gibi görevleri vardı. 2005 yılında kurum neoliberal tarım ve su politikalarına uygun olarak kapatılmıştır.
Peki Muhalefet Partileri Seçim Bildirgelerinde bu konular da ne demektedir?
“Seçim Bildirgeleri” partilerin politikalarının somut olarak tercümesini içerir.Örneğin “mayınlı arazileri mayından temizleyip köylülere dağıtacağız” demek hem mayınlara dönük bakışı hem de yoksul köylülere dönük desteği içerir.Ama günümüzün sermaye birikiminin önemli bir aracı olan,ekolojik dengeyi alt-üst eden neoliberal “Su Politikaları”na ilişkin Muhalefet Partileri’nin “Seçim Bildirgeleri”nde genel-geçer lafların dışında çok bir şey söyledikleri söylenemez.Ve 6 partinin hepsinin söyledikleri toplansa 1 sayfa yer tutmaz.
Anadolu Partisi bir yandan “stratejik bir meta haline gelmiştir ve kamu mülkiyetinde ve kamu işletmeciliği denetiminde kalması bir zorunluluktur” diyerek suyu kendisinin de “meta” olarak gördüğünü , “Ulusal Su Stratejisi” oluşturacağını deklere etmiş, “Su, sadece ekonomik bir meta olarak ele alınamaz ve küresel ticaret konusu yapılamaz” diyerek de kısmi eleştiri yapmıştır. Enerji için suyun feda edilmesinden bahsetmemiştir.
CHP; “Stratejik önemi giderek artan su kaynaklarımızın korunması ve geliştirilmesi için uzun vadeli planlar uygulayacağız.” diyerek suya bakışını ortaya koymuş, “su kaynaklarının ve tüm doğal kaynakların ulusal çıkarlar ve toplum yararına, doğaya duyarlılık ilkesi çerçevesinde ve en verimli şekilde değerlendirilmesini sağlayacağız. Enerji ve su kullanımında tasarrufu sağlayan uygulamaları destekleyeceğiz.Kamuya ait olan su kullanım hakkının devredilmesine izin vermeyeceğiz. Suyun etkin ve sürdürülebilir kullanımı için farkındalık artırıcı faaliyetlerin yayılmasını destekleyeceğiz” gibi laflar etmiş ama “üreticilerin suya erişim hakkı”nı elinden alan neoliberal politikaların uygulamalarını ortadan kaldıran bir program sunmamıştır. “Tüm tarafların katılımı ile bilimsel ölçütler çerçevesinde hazırlanacak adil bir “Su Kanunu” çıkaracağız,” demektedir “tüm tarafların” içine sermayenin girip girmediği, suyu “meta” olarak görüp görmediği de muğlaktır.
HDP; “Sermaye birikimi için yapılan HES son verilecek.”, “sermayenin tüm yıkıcı kır ve kent politikaları aracılığıyla su, atıksu ve katı atık gibi çevresel hizmetlerin özelleştirilmesi ve piyasalaştırılması önlenecek.Evlere ve tarlalara takılan ön ödemeli sayaçlar iptal edilecek, hane başına 10 m3 su, tarlalara geçimlik tarım için gereken su ücretsiz verilecek.” Şeklinde olumlu sözler etmiş ama bu kadarla kalmıştır. Neoliberal su politikalarına köklü çözümler önermediği gibi “su yönetimi” ne ilişkin AKP’nin yaptığı üretici ve doğa aleyhine olan uygulamalara ilişkin de hiçbir şey dememiştir.
MHP; su konusunu bildirgesinde en fazla yer veren partidir,denilebilir. “Toprak ve su kaynaklarının kirletilmesi önlene¬cek, gübre, ilaç ve su kaynaklarının verimli ve etkin kullanımı hususunda çiftçi bilinçlendirilecektir. Su kaynaklarının geliştirilmesi, su hizmetlerinin yönetilmesi ve suyun kullanılmasını içeren bütüncül bir yaklaşımla içme suyu, jeotermal sular, yağmur suyu, deniz suyu ve sahip olunan yer altı ve yer üstü tüm su kaynakları etkin bir şekilde değerlendirilecektir. Bu kapsamda kaynak ile talebi de buluşturacak olan “su yolları projesi” uygulamaya konulacaktır.Tarımsal amaçlı sulamalarda yeni sulama teknolojilerinin kullanılması konusunda çiftçiler ve tarımsal işletmeler desteklenecek, suyun ekonomik kullanılması sağlanırken verimli tarım toprağının tuzlanması önlenecektir. Mevcut su sağlama tesislerindeki kayıp ve kaçaklar önlenerek ülke kaynaklarının etkin kullanımı sağlanacaktır. Yer altı ve yer üstü su kaynaklarının kirlilikten korunması, hidrolojik dengeyi gözetecek şekilde kullanılması ve atık suların arıtılarak tarım ve sanayide kullanımı teşvik edilecektir.Su havzaları korunacak, su kaynakları kontrol altında tutulacak, sulama kanalları ve diğer suyollarındaki su kayıplarını önleyici sistemler geliştirilecektir”Ancak bu söylediklerinin hepsi neoliberal su politikalarının içinde vardır.Ve suyu meta olmaktan çıkarmaz.”Üreticilerin suya erişim hakkı”nı sağlamaz.Kısacası MHP “varolan su politikalarının eksik kalan yanlarını tamamlayacağım” demektedir.
Milli İttifak’da; “Sulanabilir tarım arazilerinin sulama ve drenaj hizmetleri hızla tamamlanacaktır. Teknik ve ekonomik bakımdan sulanabilir durumda olan 8,5 milyon hektarlık tarım arazisinin tamamı, makul olan en kısa sürede sulanır duruma getirilecektir.Son yıllarda yapımı yavaşlatılan GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi) ve KOP (Konya Ovası Projesi) bir an önce tamamlanacaktır.Verimliliği arttıran ve toprağı koruyan sulama yöntemleri uygulanacaktır.Yer altı ve yer üstü su kaynaklarımızın tarımda kullanabilmesi için gerekli proje ve yatırımlara öncelik verilecektir.Temiz su kaynaklarının atık sularla kirletilmesi engellenecektir. Atık suların mümkün olduğunca toplanmadan önce yerinde arıtılması ve arıtılmış suların değerlendirilmesi çalışmalarına ağırlık verilecektir.Enerji üretmek amacıyla kurulan HES’lerin çevresel etki değerlendirmeleri bölge bazında, makro ve mikro ölçekte yapılacaktır. Koruma ve kullanma dengesini sağlayacak su kanunu en kısa zamanda çıkarılacaktır.” diyerek aynı MHP gibi “varolan su politikalarının eksik kalan yanlarını tamamlayacağım” demektedir.
Vatan Partisi’de;” Özel çıkarcılığın derelerimizi,ırmaklarımızı, körfezlerimizi, denizlerimizi ve toprağımızı kirletmesine ve yaşam koşullarını bozmasına izin vermeyeceğiz.” demekte küresel sermayenin “suyun metalaştırılması, sermaye birikiminin bir aracı haline getirilmesi” taleplerine uygun yapılan düzenlemelere ilişkin hiçbir şey söylememekte sessiz kalmaktadır.
Bu partilerin hepsine birden şu söylenebilir: hepiniz “su kaynaklarını korumaktan, temiz su kaynaklarının kirletilmesini engellemekten,suyun ekonomik kullanılmasından, ekolojik dengeyi korumaktan” bahsediyorsunuz;suyu ekonomik kullanmak istiyorsanız tarım sistemini değiştirin.Yerel olmayan tohumlar ve endüstriyel tarım daha fazla kimyasal gübre ve ilaç kullanımı demektir bu da; hem daha fazla su kullanımına neden olur hem de yer altı ve yerüstü su kaynaklarının kirlenmesine neden olur.
HES’lere karşı çıkın çünkü HES’ler suyu hapseder, hapsedilen su içindeki kirlenmeyi temizleyen bazı mineraller ölmeye başlar böylece su çürür,kirlenir, canlıların hapsedilen sulara ulaşımı engellenir bu da ekolojik dengeyi bozar.Yeraltı ve yerüstü sularını kirletecek ,ekolojik dengeyi bozacak olan jeotermal enerji, kayagazı /kayapetrolü çıkartma projelerine karşı çıkın.