Türkiye bir kez daha önemli bir siyasi ve toplumsal sürecin içinden geçiyor. Toplumun siyasallaşması, yeniden örgütlenme alanlarının neler olacağını dünden daha fazla görünür kılıyor. Gezi direnişinden bu yana siyasetçilerin seçim meydanlarındaki söylemleri ve vaatleri değişirken, duble yol vaatleri ile kent yoksullarını konsolide etmek her geçen gün zorlaşıyor. Kent hakkı, barınma hakkı, ekoloji, gıda ve beslenme, yaşlı bakımı, afet gibi konular bugün artık daha çok elimize tutuşturulan seçim vaatlerinde yer alıyor.
Bu durum özellikle mevcut siyasi partilerin tabanları ve oy verenleri dışındaki kesimlerde daha fazla görünüyor. Gezi sonrası mahalle forumlarında bir araya gelen yurttaşlar birlikte eyleme pratiğinin tohumlarını atmaya çalıştıklarında, kimi yerel yönetimler için bu durum kulakların tıkanıp, gözlerin kapatılabileceği bir durumu aşar hale geldi. Çeşitli yerel yönetimler zorunlu olarak müzakere alanını genişletmek durumunda kaldılar. Belki tam bu sebeple 2004 yılında yerel yönetim yasasıyla yasal bir statü kazanan kent konseyleri, çeşitli yerel yönetimler tarafından işlevlendirilmeye çalışıldı. Bu konseylere katılımcı demokrasi inşası bağlamında fazlaca önem atfedildi. Birçok eksiği bulunan ve yasal boşluğu içinde barındıran kent konseyleri, birçok belediye için kağıt üzerinde kuruldu ve particiliğe veya yakınlık ilişkilerine göre kurulan yönetim kurulları nedeniyle belediye meclisi üzerinde politik baskısını kurmaktan çok uzakta kaldı. Alınan kararların bağlayıcı olmaması da bu durumu pekiştirdi. Belediyelerin yönetimini emanet ettiğimiz seçilmişler, tabandan, örgütlenerek gelen güçlü kent konseyleri karşısında daha şeffaf, katılımcı bir yönetim anlayışı kurmak zorunda kalabilirlerdi. Bu konuda henüz olumlu örneklerden bahsetmek kolay değil.
Temsili demokrasi bu açıdan önemli bir kriz yaşıyor. Seçilmişlere beş yıl boyunca emanet edilen koltuklar çeşitli yerlerde yurttaşlara yetmiyor. “Buralara seçimden seçime gelirler” manzarasının yeniden yeniden yaşandığı birçokları için malum hale geldi. Buna karşı, özellikle AKP’nin elinde tuttuğu iktidara talip olan çeşitli yerel yönetimlerde katılımcı yerel yönetim anlayışlarının geliştiğini, açık meclis toplantıları yapıldığını, bütçelerde ve ihalelerde şeffaflık, yurttaşların katılımıyla yönetim modeli gibi çeşitli söylemler gözlüyoruz. Ancak, yurttaşların bu süreçlerin gerçekleşmesini beklemekten fazlasını üstlenmeleri gereken bir dönemdeyiz. Biz yapmazsak kimse bizim adımıza yapmayacak.
Gıda ve beslenme: herkesin sorunu
Gıda ve tarım politikaları ucuz, sağlıklı ve nitelikli gıdaya ulaşımı zorlaştıran, özellikle endüstriyel tarımın ürettiği niteliksiz gıdalara yurttaşları mahkum bırakan bir gıda sistemi öneriyor. Küçük üreticiyi insanca yaşam ve emeğinin gerçek değerini alabilmesinin dışına fırlatırken, tüketiciyi de sınıfsal durumuna göre ya süpermarketlerin organik raflarına ya da ucuzcu marketlerin Kanada’dan ithal ettiği bakliyatlara sevk ederek tercih meselesine dönüştürüyor. Oysa sağlıklı gıda hakkı herkesin hakkıdır ve bunun karşılanmasında herkese düşen önemli sorumluluklar bulunur.
Türkiye’de özellikle son yıllarda tartışması yükselen gıda ve kooperatifçilik ekseninde küçük ama etki alanı gün geçtikçe artan örgütlenme pratikleri olduğunu görüyoruz. Kendi öz gücüne dayanarak mahallelerde kurulan kooperatifler, toptan ve perakende gıda satışlarına karşı direngi noktaları oluşturmaya çalışırken, gıda egemenliği bağlamında yeni bir gıda politikası önerme potansiyeli taşıyorlar. Üretici ve tüketicinin örgütlü gücüne dayanarak, neyin, nasıl, kimin için, nerede üretileceğine, nasıl dağıtılacağına birlikte karar verebildikleri bir sistemi inşa ederken asıl olarak halkın gıda politikasının inşa edilmesi sürecine yönelik mütevazi adımlar atıyorlar. Bu örgütlenmeler, sokak sokak yapılan açık forumlarla, özgüvenli ve öğrenmeye açık tartışmalarla, farklı kesimleri kapsayan, farklı gerekçelerle adil gıdaya ulaşmak isteyen yurttaşların gönüllü emekleriyle inşa ediliyor. Yerel yönetimlerden beklediğimiz katılımcılık, şeffaflık, eşitlik gibi değerler çok daha mikro düzeyde bu yapılarda hayat bulmaya çalışıyor. Dolayısıyla, bu inisiyatiflerin güçlenmeleri ve hayatta kalmaları yeni bir gıda politikası inşa edebilmemiz için elzem.
Ya sonra?
31 mart seçimlerinde ve önümüzdeki günlerde gerçekleşecek İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçiminde birçok adaydan yerel ölçekte gıda ve kooperatif çalışmalarına yer vereceklerini dinledik. Seçimler bitti, peki bu vaatler nasıl hayata geçecek? Kim bu vaatlerin hayata geçmesini denetleyecek, takip edecek? Bunu konuşmanın tam da zamanı.
Yerel seçimler sonrası belediyelerin stratejik planlama ve bütçeleme raporları önümüzdeki 5 yıl boyunca neyi, ne zaman, ne kadarlık bir bütçe ile yapacaklarını tartışma süreci olarak başladı. Eylül ayının sonunda raporlamalarının nihayete ereceği ve belediye meclislerinin onayına sunulacağı düşünüldüğünde bu süreci taze belediyelerin nasıl yürüteceğini de görmüş olacağız. Bugünü kazanmış olmaktan çok yarına odaklanan belediyeler bu süreci yerellerindeki yurttaşların katılım zeminlerini yaratarak ve gerçekten aşağıdan gelen taleplerin uygulayıcısı olduklarını hatırlayarak yönetebilirler.
Bağımsız karar alma mekanizmaları olan, örgütlenme ve yol haritalarına dair stratejilerini yine kendi katılımcıları ile gerçekleştiren gıda inisiyatifleri ise filiz vermiş tohumlar olarak yerel yönetimlere yol gösterebilir, birlikte çalışma ve güçlenme pratikleri ortaya çıkarabilirler. Yerel yönetimlerin belki de bu alanda yapması gereken en elzem iş, stratejik planlama süreçlerine bu yapıları dahil ederek önümüzdeki yılların yerel ölçekte gıda politikasını birlikte planlamak olarak görünüyor. Belediyeler bünyesinde kurulacak olan gıda ve beslenme birimleri, yerelde örgütlenen bu yapılarla ihtiyaçlar ve çözümler odaklı işbirliği gerçekleştirebilirler. Bu birim ve yerel örgütlenmeler, özellikle kent yoksulu yurttaşların sağlıklı gıdaya, temiz suya erişimini gerçekleştirecek çalışmalar yapabilir. İstişare toplantılarından kalıcı ve katılımcı mekanizmaların inşasına kadar bir dizi çalışma bu süreçte tasarlanabilir. Kamuya ait elverişli arazilerin, kent tarımı uygulamalarına tahsis edilmesi sağlanarak yerel ölçekte kendine yeterli hale gelebilecek tarımsal faaliyetlerin gerçekleştirilmesi sağlanabilir. Ancak yine bunu yapacak olan yurttaşlar olarak bizleriz.
Yerel yönetimlerden gıda konusunda taleplerde bulunacak, bu taleplerin uygulanmasını izleyecek ve takip edecek mekanizmalar yaratmak, önümüzdeki kısacık dönemde gıda inisiyatiflerinin ajandasında yer alırsa, etkisi geniş bir politika oluşturma ve bunu uygulama imkanı ortaya çıkacaktır. Bu durum aynı zamanda gıda inisiyatiflerini de güçlendirecek bir çok kapıyı aralama imkanı sunabilir.