Son dönemde gıda sistemi üzerinde derinleşmekte olan bir iktidar kavgasına şahitlik ediyoruz. Taraflar, gıda hareketinin kullandığı araçları, söylemleri, kişileri ve kurumları kullanmaktan imtina etmeden, şirket tarımını restore etmeye uğraşmaktalar. Bunu deşifre etmek, gıda hareketinin olası yönelimlerini tartışmak ihtiyaç olarak belirmiştir. Üç yazılık bu dizinin ilkinde, köylü bağımsızlığını neden savunduğumuzu tartışmaya açıyoruz.
Şirket ideolojisi
Türkiye’de endüstriyel tarıma dayanan, kamusal kurumların dağıtılmış, şirketlerin egemen olduğu bir gıda sistemi yürürlüktedir. Şirket gıda sistemi, üreticileri “tedarikçi”, tüketicileri de müşteri olarak görür. Kâr amacına dayalı, hiyerarşik bir yönetim mantığına sahiptir. Bu sistem, milyonlarca üretici ve tüketiciyi sömürmekte, sırtlarından para ve mevki kazanmakta, rant dağıtmakta, insanları değersizleştirmektedir. Bu ülkenin gıda sistemini değiştirmek istiyoruz.
Şirketlerin gıda sistemi üzerindeki egemenliğini doğru anlamak gerekir. Şirket, yalnızca kâr amacı güden bir kuruluş değildir. Aynı zamanda bir yönetim sistemidir. Hiyerarşik ve piramitsel yapısı vardır. Üretenleri yönetsel süreçlerden dışlar. İktisadi ve siyasal rant üretir. Eşitsizliği ve sömürüyü derinleştirir. Bundan fayda sağlayanların konumlarının değişmemesi üzerine kurulmuştur. Kendini yeniden üretir. Şirket gıda sistemi de bu mantık çerçevesinde işler. Yönetenlerin hep yönetici olduğu patronluk mekanizmalarına dayanır. Üreticileri tedarikçi, tüketenleri de müşteri yapar. Bir takım iyi niyetli yöneticilerin zaman zaman halkçı veya popülist politikalar gütmesi bu düzeni değiştirmemiştir. Üreticilerin gerçekten örgütlenmesine vesile olmamış, patronluk mantığını derinleştirmiştir.
Tarih içerisinde üreticilerin bağımsız örgütlenme, haklarına sahip çıkma ve onurlu bir yaşam sürme deneyimleri cılız kalmıştır. Yakın zamanda 80. yaşını dolduran Köy Enstitüleri tecrübesi, kırsal yaşamın en radikal ve kitlesel deneyimlerinden biridir [1]. Bu deneyim, büyük toprak sahipleri ve kentli küçük sanayicilerin ittifak partisi olan Demokrat Parti tarafından kapatılmıştır. 1980 öncesinde toprak reformu uygulanmasına yönelik yukarıdan çabalar olduğu gibi aşağıdan toprak işgalleri de gerçekleşmiş, kır emekçileri, öğrenciler ve aktivistlerin de katkılarıyla çeşitli kazanımlar elde etmiştir [2]. Aşağıdan kalıcı taban örgütlenmeleri oluşturma çabası Köy Kalkınma Kooperatifleri’nin bazı yerel deneyimlerinde şekillenmiş, 12 Eylül darbesi bu hareketin de önünü kesmiştir. Köylü örgütlenmelerinin 90’lar itibariyle ‘çevre’ hareketleri içerisinden okunduğunu, toprak, tarım arazisi, dere, orman, yayla ve başka yaşam alanı mücadelelerinde köylülerin ön saflarda mücadele ettiklerini söyleyebiliriz.
Bu deneyimler, köylülerin, çiftçilerin kendileri için, kendi çıkarlarına örgütlendikleri; üretici olarak yönettikleri deneyimlerdir. Tabandan köylü örgütlenmelerinin her organize olma çabasında devlet köylülerin önünü kesmiştir. Ancak, merkezi ve şirketsel yapısı itibariyle devletin ve yönetsel organların köylülere bakışının da bu hususta önemli bir rolü vardır. Köylülerin kendilerini yönetebileceğine dair inançsızlık/ideolojik bakış bu konuda belirleyicidir. Kent-merkezli kapitalizmin ideolojisine göre toprağa bağlı, deneyimsiz ve kaba insanlardan oluşan köylü kesim, kendisini yönetme becerisinden yoksundur. Bu bakış açısı elbette Türkiye’nin elitlerinin, bürokratlarının genel bakış açısını yansıtmaktadır.
Ülkemizde tabandan köylü örgütlenmelerinin önünü kesmek ve merkezi yönetime, şirket gıda sistemine bağımlı köylü yapısı kurmak bir gelenektir. Özellikle, 2000’lerde Dünya Bankası ve IMF’nin tarımsal yapılanma programlarına uygun olarak şekillenen tarım politikaları, devlet geleneğine uygun biçimde, köylülüğün sosyal yapısını adım adım dağıtmış, çiftçilik yapanları “ürün tedarikçisine” dönüştürmüştür. Bugün ülkemiz köylüleri, şirket tarım sistemi için ürün üreten, ürettiği ürün üzerinde herhangi bir söz hakkı olmayan tedarikçilerdir. Bu tedarikçilik mantığına uygun davrananların örgütlenmeleri teşvik edilmektedir. Oysa tedarikçilik, bir bağımsızlık ve kendini yönetme biçimi değildir.
Köylü Bağımsızlığı
Köylülerin örgütlenerek kendilerini yönetmesini savunmak için öncelikle köylülerin bağımsızlığını (özerkliğini) benimsemek gerekir. Köylü bağımsızlığının ön koşulu, sermayeden, devletten, yerel yönetimlerden, siyasi partilerden özerk, köylü öz-örgütlerinin kurulmasını savunmaktır. Köylülerin öz-örgütleri, köylülerin yönettiği örgütlerdir. Patronları yoktur. Karar alma ve uygulama mekanizmalarında köylüler yer alır. Böylece, yönetme becerisi gelişir, bağımsızlık pekişir. Köylü bağımsızlığı için, köylülerin bağımsız öz-örgütlerini savunmamız ve desteklememiz gerekir.
Ürün tedariği, köylülerin toplumla kurdukları bir ilişki biçimidir. Küçük kasabalardan dev metropollere, halkın gıda ihtiyacını karşılamak ölçeğine göre büyüyen bir lojistik meseledir. Bu lojistik meselenin nasıl çözüleceği ise kurulan lojistik sistemin karakterine bağlıdır.
Şirket gıda sistemi, lojistik sorununu hem kâr amacı gütme odaklı hem de tedarikçileştirme-müşterileştirme odaklı çözmektedir. Bu sistem içerisinde yer alan şirketler, süpermarketler, yerel yönetimler, internet odaklı satış siteleri, kooperatifler, dükkanlar, pazarlar ve türlü ağ, tedarik-müşteri ilişkisine göre hizalanır ve davranır. Köylüyü sistemin ihtiyaçları için üretime, tüketiciyi de şirketlerin insafına ve gelir düzeyine göre müşteri olmaya götürür. Üretim, dağıtım ve tüketim üzerinde kontrol sahibi olan şirketleri bu sistemin kazananlarıdır.
Köylülerin bağımsızlığını zedeleyen en temel hususlardan biri elbette tohum, ilaç, gübre ve tedarik şirketlerine bağımlılık ve borçtur. Bu bağımlılığın kırılması, borçluluğun ortadan kalkması gerekir. Bunun için, neyin, nasıl, ne kadar, kim için üretileceğine; hangi tarım sistemleri, modelleri, pratikleriyle üretileceğine, nasıl işlenip nasıl dağıtılacağına karar verme sisteminin bağımsız, patronsuz, demokratik olması elzemdir. Patronsuz bir gıda sistemi, bunun temel koşuludur.
Mevcut gıda sistemi eşitsizdir. Başta yoksullar olmak üzere, emekçilerin sağlıklı ve adil gıdaya ulaşmasını engellemektedir. Mevcut adaletsizliği yeniden üretmektedir. Herkesin sağlıklı ve adil gıdaya ulaşması için, bu sistem değişmek zorundadır. Sorunun kalbinde, eşitsizliği yaratan, üreticileri yönetimden dışlayan şirket gıda sistemi vardır. Şirket gıda sistemi, bir yönetim sorunudur. Dolayısıyla, şirket ideolojisi karşısında, köylü bağımsızlığını ve köylülerin yönetmesini savunan bir sistemi savunmamız gerekir [3].
İçinden geçtiğimiz dönemde Türkiye’de yaşanan yönetme krizi gıda sistemi üzerinde de etkisini göstermektedir. Şirket gıda sistemi çeşitli tıkanıklar yaşamakta, siyasi dengeler de bu tıkanıklıkları derinleştirmektedir. Bu durum kendisini en çok mevcut sistemin nasıl işleyeceğinde güç sahibi olan merkezi kooperatif birlikleri, tedarik şirketleri ve yerel yönetimler arasındaki çatışma ve uyum süreçlerinde göstermektedir. Gıda krizine hızlı ve popülist çözümler üretmenin bir çok kesimde sempati yarattığını gözlemliyoruz. “Çiftçisine sahip çıkan”, “köylüsünü ezdirmeyen”, merkezi, güçlü ve iyi niyetlere sahip liderlerin oluşturduğu devlet baba imgesinin geri çağrıldığı bir dönemdeyiz. Yurttaşların bu imgeye mecbur olduğu algısı yaratılmakta, teslim olması beklenmektedir. Mecbur değiliz.
Çiftçiler ile patronaj ilişkisi kuran, tüketicileri müşteri olmaya zorlayan hiçbir politikaya mecbur değiliz. Çiftçi bağımsızlığını daha fazla inşa etmeye, bağımsız, alternatif yurttaş örgütleri oluşturmaya, üretici ve tüketicileri karar alma süreçlerinin merkezine yerleştiren siyasete ihtiyacımız var. Bunu mümkün kılacak şey, bu alanda çalışmalar yürüten ve bu özerk oluşumları inşa eden kent yoksullarının, çiftçilerin, gıda aktivistlerinin gerçekçi ve samimi çabası olacaktır.
[1] Ayrıca bknz: Tanıl Bora, “Köy Enstitüleri”; https://www.birikimdergisi.com/haftalik/10047/koy-enstituleri
[2] Toprak işgalleri üzerine ayrıntılı bir araştırma için bknz: Begüm Özden Fırat, “Müşterekleştirme ve Çitlemenin Zamanı: Göllüce’de Toprak Mücadeleleri”, Praksis Dergisi, sayı 49, sf 39-66. https://www.academia.edu/41781761/Müşterekleştirme_ve_Çitlemenin_Zamanı_Göllücede_Toprak_Mücadeleleri
[3] Adnan Çobanoğlu’nun yazısı bu konuda geniş bir bakış açısı ve örnekler sunmaktadır: “Endüstriyel Tarım Gıda Krizi Risklerine Çözüm Değildir”. https://www.karasaban.net/endustriyel-tarim-gida-krizi-risklerine-cozum-degildir-adnan-cobanoglu/