Tarım Kredi Kooperitifi’nin (TKK) çiftçilerin mallarını ödenemeyen/takibe düşen borçlardan dolayı haciz etmesi, geçtiğimiz Kasım 2020 ve onu takip eden aylarda haberlerde geniş yer aldı. Karasaban.net’te çiftçilerle ve çiftçi temsilcileriyle yapılan röportajlar özellikle çiftçilerin 2007’den beri biriken borç yüküne vurgu yapıyordu. Aralık 22’de Kayseri’de üreticiler siyasi parti temsilcileriyle buluşup artan borç çıkmazı hakkında ortak bir açıklama yaptı. TKK gelen yoğun tepkiler üzerine borçları ve icra takiplerini ilk olarak üç ay erteledi. Bu yazı yazılırken de borçların yeniden yapılandırılmasına dair bir teklif Meclis’te kabul edildi. Kısacası, borçlar olduğu yerde duruyor.
Derinleşen ekonomik kriz eşliğinde artan girdi maliyetleri yüzünden borca mahkum kalan üreticilerin sorunları hiçbirimize yabancı değil. Hükümetin, çiftçi borcunun sürdürülebilirliğini sağlamak adına geçmişte birçok kez borç yapılandırmasına gittiğini de biliyoruz. Çiftçinin bir gün dostu gibi yansıtılan tarım kredi siyasetleri, başka bir gün TKK’nın icra ve hacizleriyle diğer yüzünü gösteriyor. Tarım siyasetlerinin amacı küçük çiftçiyi korumak ise neden haciz yolu tercih ediliyor, veya küçük çiftçilere karşıysa, neden borçlar erteleniyor ya da yeniden yapılandırılıyor?
Sosyal bilimciler, kırsal üreticiler arasında yaygınlaşan borç birikimi hakkında neoliberalizmin yayılmaya başladığı 1980’lerden beri kafa yoruyor. “Mülksüzleştirerek birikim” bakış açısına göre kapitalist sermayenin güdümünde olan devlet siyasetleri, borçlanma yolu ile küçük ve orta işletmelerin tasfiyesine yol açar. Bu işletmelerin taşınır ve taşınmaz malları büyük sermaye sahibi üreticiler ve şirketler arasında bölüşülür, böylece sermaye daha az elde toplanır. Öte yandan, mübadele ilişkilerine odaklanan araştırmacılar, çiftçiden ürün toplayan aracı, tüccar ve sanayi temsilcilerinin çiftçi borcundan faydalandığını gösteriyor. Artan borç yükü, üreticilerin tüccar veya fabrikalarla ürün fiyatı için pazarlık yapmasını engelliyor.
Borç yükünün nasıl arttığını ve artan hacizlerin ve borç yapılandırmasının mülksüzleşme ve mübadele ilişkilerindeki eşitsizliklere nasıl yansıdığını kısaca tartışalım. Özellikle 2008 Finansal Krizi ardından uluslararası finansal piyasalarda artan kredi arzı vakit kaybetmeden Türkiye tarımında kendini gösterdi. Tarımsal üreticiler, 2010 yılında toplam 64 milyar TL** kredi kullandı, bir sonraki yıl geri ödenemeyen ve takibe düşen borç ise yaklaşık 2 milyar TL oldu. Bu iki rakam arasında yüzde 3-4 arasında bir oran var. 2019’a geldiğimizde ise toplam kullanılan kredi miktarı 128 milyar TL’ye çıktı, bir sonraki yıl takibe düşen borç da 5 milyar TL’ye yükseldi. Aralarındaki oran yüzde 4-5 civarında. Bu döneme ayrıntılı olarak baktığım çalışmada kullanılan kredi ve takibe düşen borç oranının bu aralıkta kaldığı görülüyor. Aynı dönemde tarımsal istihdam ise 6 milyon kişiden 5,5 milyon kişiye düştü.***
Kredi, borç ve istihdam istatistiklerini yorumlarken, mübadele ilişkilerine odaklanan araştırmaların önerdiği üzere ürün fiyatlarına da dikkat etmemiz gerekir. 2010-2019 on yılı gıda-tarım şirketlerinin büyüdüğü bir dönem olurken, üreticiler için ürettikleri ürünün değerini öngöremedikleri bir dönem oldu. Yazıyı kısa tutmak adına tarımsal meta piyasalarındaki belirsizlikleri ayrıntılı tartışmayacağım; borcun meta fiyatlarındaki belirsizliği küçük üreticiler için nasıl daha da ağırlaştırdığı geçmişte yapılan araştırmalar ve röportajlarda genişçe yer aldı. Burada söylenebilecek yeni bir şey var ise: borç-tüccar-piyasa üçgeninde tutsak kalan üreticilerin ya ürünlerini borcu yüzünden düşük fiyattan sattığını (yani mübadele ilişkilerinde sömürüldüğünü) ya da artan borç yükü yüzünden taşınır-taşınmaz mallarını satarak üretimden çekildiğini görüyoruz. Kısacası, üreticinin bir bölümü yılda yüzde 3-5 aralığında takibe düşüp mülksüzleşmeyle karşılaşırken, üretimini idame ettirmeye çabalayan küçük üreticilerin de emeğinin değeri altında fiyatlarla karşılaştığını söyleyebiliriz.
Bu yazıda tartıştığım mülksüzleşme ve mübadele ilişkilerindeki sömürü dinamikleri birbiriyle çatışmaktan çok, bunları aynı zamanda oluşan ve birbiriyle örtüşen siyasetler olarak tanımlamak mümkün. Borç yükü yüzünden ürününü düşük fiyattan satan küçük üreticiden sanayi faydalanıyor, ancak izlenen siyasetler üreticileri borçlarından arındırmayı hedeflemiyor. Geçtiğimiz on yılda üretici borcunun birçok kez yeniden yapılandırılması, küçük üreticiyi daha fazla borç almaya özendirmeye, böylelikle müzakere gücünün baskı altında tutulmasına ve şirketler için üretime devam etmesine yaradı. Bu süreçte de devamlı hale gelen mülksüzleşme ve kırsal üreticilerin birikimlerinin erimesi gözardı edildi.
Son bir not düşmek gerekirse, istihdamın beşte biri halen çoğunluğu küçük üreticilerden oluşan tarımsal üretimde. Borçların yeniden yapılandırılması kısa süreli bir çözüm ve uzun süreli bir çıkmaz sunarken, kırsal üreticilerin bekasına yönelik fiyat siyasetlerinin izlenmesi ve küçük üreticilerden oluşan yerel üretici organizasyonlarının desteklenmesi Türkiye kırsalındaki toplumsal dönüşümü olumlu yönde destekleyecektir. Yani, gıda egemenliği.
*Bu yazıya temel olan yorum ve verilerin daha ayrıntılı bir tartışması için bkz., Borlu, Yetkin, 2020. “Türkiye Tarımında Finansallaşma, Mülksüzleşme ve Girişim Sömürüsü: Büyük Durgunluk Sonrası Tarımsal Kredi Kullanımı ve Olası Sonuçları.” Toplum ve Bilim, 153: 28-49.
**Bu yazıda kullanılan TL değeri 2020 fiyatlarını esas alır. Kredi verileri için Banka Düzenleme ve Denetleme Kurumu verileri kullanıldı.
***2020’de tarımsal istihdam 5,2 milyon kişiye düştü, ancak bu istatistiği Kovid-19 salgınının etkilerinden arındırmak şu anda mümkün değil. İstihdam için Türkiye İstatistik Kurumu verileri kullanıldı.