Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, Yırca Köyünde 6 bin zeytinin termik santral inşaatı için kesilmesine kamuoyunun gösterdiği tepki üzerine şöyle dedi: ”Türkiye’de bazı bölgeler, hükümetimizin verdiği destek nedeniyle her taraf zeytin tarlası olmuştur. Dağ taş zeytin ağaçlarıyla dolmuştur. Ama Türkiye’nin enerjiye de ihtiyacı var. Zeytin alanlarıyla ilgili sıkıntı sadece termik santral yapılmasıyla ilgili değil.” Elbette Marmara’dan Güneydoğuya zeytin hasadı yapılan şu günlerde, bu sözlere tepki büyük oldu.
Nasıl olmasın ki? Türkiye’de yaklaşık 500 bin aile geçimini zeytinden sağlıyor. Hasat zamanı toplaması, taşıması, işlemesi yaklaşık 1 milyon işçi bu alanda çalışıyor. Ve en önemlisi, tahıla dayalı beslenme alışkanlığımız içinde zeytin ekmeğimizin başlıca katığını oluşturuyor. Yunanistan, İtalya, İspanya gibi ülkelerde yılda kişi başına 15- 20 kg.zeytinyağı tüketilir ama buna karşılık Türkiye’de yıllık ortalama yağ tüketimi 2 kg’mı geçmezken; sofralık zeytin tüketiminde dünyada ilk sırada yer alıyoruz. Zeytin; okul, asker, hapishane, amele gibi yoksul sofralarında ekmeğimizin hemen yanında duruyor. Öyleyse Arınç bunların farkında olmadan mı konuşuyor? Mutlaka ve fazlasıyla farkında. Ama o başka bir gerçeğin içinden, ülke yoksullarına yer olmayan bir dünyanın sözcülüğünü yapıyor. Yoksa toprakların en yoksulunda bile yetişen zeytin için “dağ taş zeytin ağaçlarıyla dolu” demez ve bu yoksul katığının karşısına nerede kullanılacağı belirsiz bir “enerji” seçeneğini koymazdı.
Hatırlayalım, “enerji lazım” sözünü, ülkenin bütün dereleri HES (hidroelektrik santral) şirketlerine verilirken de çok duymuştuk. Sonra su kilometrelerce boru, tünel, kanal içine hapsedilerek ve barajlar arkasına alınarak; derelerin kıyısındaki köyler bile susuz bırakıldı. “Su akar, Türk bakar sözünü değiştireceğiz” diye iklimi ve coğrafyayı değiştirdiler. Ortalama sıcaklıkların yükselmesine neden olduğu için, baraj göllerinin yayıldığı alanlarda artık daha az kar yağıyor. Tünellerle suyun çekildiği tepeler giderek kuruyor. Neden? Savurganca enerji tüketimini beslemek için. Oysa ülkenin tüm derelerine HES kurulsa bile toplam gereksinimin yüzde 5’ini karşılamıyor. Yalnızca elektrik iletirkenki kayıp ve kaçak oranı dahi bunun üç katı. Buna rağmen ithal petrole, can güvenliğinden yoksun kömüre ve astarı yüzünden pahalı nükleer enerjiye bel bağlanıyor.
Elbette bütün bunlar beceriksizlik yüzünden değil, bir mantığı var: Her şeye rağmen ülkede üretim ve tüketim artıyor. Hükümet adına ağzını açan, önümüze bir yığın istatistik yığarak “üretim şu kadar, ihracat bu kadar arttı, milli gelir yükseldi” diyor. Doğru ama bedeli çok ağır bir doğru… Çünkü sayısı sürekli genişleyen bir kesim hızla yoksullaşırken, sayısı daralan bir kesim zenginliğin üst basamaklarına doğru tırmanıyor. Ne olduğu belirsiz bir milli gelir ve araba, cep telefonu, internet kullanımındaki artışı “gelişme göstergesi” gibi sunanlar; nedense dünyanın gelir dağılımı en bozuk ülkelerinden biri olduğumuz gerçeğini dile getirmiyor. Nitekim zeytinde de böyle olması isteniyor. Bakmayın Tarım Bakanı Mehdi Eker’in “6 bin zeytin ağacı karşılığı şirkete 511 bin TL ceza kesildi” demesine. Bu hesaba göre ağaç başına yaklaşık 85 TL isteniyor. Bir zeytin 5 yılda meyve vermeye başlıyor ve 25 yılda olgunlaşıyor. Olgun bir ağaçtan en azından 50 kg. zeytin elde ediliyor. Üstelik bu yıllar boyu sürüyor. Bakanın söylediğinin anlamını varın siz hesaplayın. Ağaç yalnızca ucuza gitmekle kalmıyor, harcanan emekler geçmişi ve geleceğiyle birlikte yok sayılıyor.
Evet, Türkiye’de son yıllarda zeytin ağacı sayısı ve zeytin üretiminde artış var. TÜİK verilerine göre ülkemizdeki zeytin ağacı sayısı son 13 yılda yüzde 70 artarak yaklaşık 170 milyona ulaşmış. Zeytin ve zeytinyağı üretimi, tüketimi, ticaretinde; genellikle dünyada ilk beş arasında yer alıyoruz. Ancak bu gelişme öne sürüldüğü gibi hükümetin desteğiyle olmuyor. Son yıllarda dünyada zeytinyağına ilgi hızla artıyor. Çünkü zeytinyağı herhangi bir kimyasal işlemden geçmeyen tek bitkisel yağ. Yalnızca meyvelerin sıkılmasıyla elde edildiği için taşıdığı besleyici değerler hiç bozulmaksızın kalıyor. Bu sağlık açısından vazgeçilmez önemde. Akdeniz bölgesi halkları bunu binlerce yıldan beri bildiği halde dünya yeni öğreniyor. ABD, Japonya, Kanada gibi zengin ülkelerde zeytinyağı tüketiminin artmasının olumlu sonuçları, doğal olarak ülkemize de yansıyor.
Öte yandan zeytin ülkemizde 1939’dan beri 3573 sayılı “Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Kanunu” ile korunuyor. Söz konusu yasanın kalbini, zeytinlik alanın 3 km. yakınına kadar zeytin işleme tesisi dışında herhangi bir tesis yapılamayışı oluşturuyor. Dolayısıyla yabani dahi olsa zeytin ağaçları korunduğu gibi, yeni zeytinlik alanlar oluşturulması kesin bir dille destekleniyor. Böylece tütün, pamuk, üzüm, incir, fındık gibi geleneksel ürünlerin kota, bakım güçlükleri ve küresel fiyat dalgalanmaları yüzünden yetiştirilmesinde zorluklar yaşanırken; bu tür sıkıntılardan uzak olan zeytinde sürekli ilerleme görülüyor. Ve doğal olarak, geçim olanakları daralan köylümüz zeytine yöneliyor. Üstelik bu gelişme, zeytin üreticileri yıllardan beri hükümetten başka ülkelerdeki gibi bir destek istediği ve bu sağlanmadığı halde yaşanıyor. Peki bu arada hükümet ne yapıyor?
Hükümet başka alanlar gibi zeytincilikte de küçük üreticiyi yok edici bir politika izliyor. Bu yüzden Yırca köyünde 6 bin zeytin ağacının kesilmesi rastlantı değil, bu politikaların bir ön belirtisi olarak görülmelidir. Benzer örnekler başka yerlerde de yaşanıyor ve yaşanacaktır. Çünkü 3573 sayılı yasa 2002 yılından bu yana 6. kez değiştirilmek isteniyor. Nedeni açık; nerede bir maden ocağı ya da HES, çimento fabrikası, termik santral, vb. yapılmaya kalkışılsa bu yasa engel oluyor. Çevreye duyarlı yurttaşlar, bu tür projelerin olası zararlarına karşı zeytincilik kanununa dayanarak dava açıyorlar. Şimdiye dek açılmış ve kaybedilmiş bu tür bir dava yok.İşte hükümet bu yasadan kurtulmak istiyor.
TBMM’ne 16 Haziran 2014’te verilen ve henüz komisyonda bekletilen torba yasa kapsamındaki zeytincilik yasası değişiklik taslağına göre, 25 dekar küçük zeytinlikler koruma kapsamından çıkarılacak. Böyle yerlere, kamu yararı varsa her tür maden ocağı ya da sanayi tesisi yapımına izin verilecek. Her ilde, kamu yararını belirleyen 9 kişilik bir kurul oluşturulacak. Karar alınması için 5 oy yeterli olacak. Kurulun 5 üyesi çeşitli bakanlık temsilcilerinden oluştuğu için, hükümet politikaları dışında karar alma olasılığı bulunmuyor. Peki bu değişiklik gerçekleşirse sonuç ne olacak?
Ülkemizde zeytinliklerin ortalama büyüklüğü 10 dekar ve biraz üstünde. Şu an yürürlükte olan ve değiştirilmek istenen yasa bir tek zeytin ağacını bile koruyor. Dolayısıyla yalnızca kendi tüketimi için zeytin diken yoksul biri dahi yasal güvence altında bulunuyor. Ama yasa değiştirilirse değil bir tek zeytin ağacı, 25 dekar altındaki tüm zeytinlikler tehlikeye girecek. Böylece kamusal yararı var diye bir yere tesis kuran şirket korunurken, oradaki birkaç ailenin yalnızca karnını doyurmasına katkıda bulunan zeytinlerin köküne kibrit suyu dökülecek. Bu arada büyük ölçekte zeytin ticareti için daha uygun olan geniş zeytinlik alanlar korunacak. Yapılanın anlamı açık değil mi? Eğer ihracatla ya da büyük sanayi tesisleri çalıştırmakla uğraşıyorsan, el üstünde tutulacaksın. Ama yoksul sofrana katık üretmek için çalışıyorsan, aç kalacaksın. Çünkü sen ne kadar aç kalırsan o kadar ucuza çalışacak ve ancak bu yolla kamusal yarar üretir hale geleceksin!…