Via Campesina Avrupa Koordinasyonu Alternatif Su Forumu öncesi bir pozisyon metni hazırladı. Bu metni sunyoruz :
Pozisyon metni – Mart 2012
“[Gıda egemenliği]topraklarımızı, sularımızı, tohumlarımızı, hayvanları ve biyolojik çeşitliliği kullanım ve yönetim hakkının, gıdayı üretenlerin elinde olmasını garantiler. ” (Nyeleni Bildirgesi, 2007).
Gıda Egemenliği Hareketi çok iyi farkındadır ki su için yürütülen mücadele geniş bağlamda, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), IMF, Dünya Bankası (DB), Dünya Su Konseyi ve Ortak Tarım Politikası (OTP) tarafından kışkırtılan doğanın özelleştirilmesi süreci içinde yer alır. Daha önce tohum ve toprak konusunda da belirttiğimiz gibi, su için yürütülen mücadele, Gıda Egemenliği’ni sağlamak ve her türlü özelleştirme biçimini durdurmak için sahip olduğumuz stratejinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Via Campesina Avrupa Koordinasyonu’na (ECVC) göre su, ortak bir varlık olarak görülmesi ve kamusal/toplumsal bir bakış açısıyla yönetilmesi gereken bir kaynaktır. Bizler suyun özelleştirilmesine ve metalaştırılmasına karşıyız. Tüm halkların suya erişimi, su hayatın ve toplulukların kimliğinin kaynağı olduğu için, temel bir sosyal haktır ve insan ve diğer tüm canlıların hakkıdır.
Gıda Egemenliği bağlamında “su hakkı” ve “suya erişim hakkı”
Bizim kaygı ve düşüncelerimizin merkezinde su döngüsü yatmaktadır. “Su hakkı”, suyun kendi bütünlüğü içerisinde sahip olduğu döngüye saygı duyulmasını gerektirir. Eğer su döngüsünün sürmesini garanti edemezsek, suya erişebilirlik dahi tehlike altına girecektir. “Su hakkı”, “suya erişim hakkı” için bir ön koşuldur.
Suya erişim hakkı: Su ortak bir varlıktır, bir meta değildir. Bizler su hakkının bir özel mülk hakkı değil, kullanım hakkı olmasını istiyoruz.
Bu kullanım hakkı, ortaklaşa alınan kararlar doğrultusunda her çeşit kullanım için adil bir dağılıma izin vermelidir ve yaşamsal ihtiyaçlar ve gıda konusunda öz-yeterliliğe sahip olabilmek için suya ücretsiz erişimi garanti etmelidir.
Suya erişim, Gıda Egemenliği çerçeve metninde (bkz. Nyeleni bildirgesi, 2007) de belirtildiği gibi, doğal kaynaklara erişim konusundaki başlıca haklarımızın ayrılmaz bir parçasıdır . Su teması için beslediğimiz sorumlu duyarlılık, Gıda Egemenliği’ni sağlamak adına yürüttüğümüz daha geniş bir mücadelenin parçasıdır.
Bu haklar içerisinde, yerel topluluklarda suyun geleneksel yönetim şekilleri ısrarcı bir şekilde dikkate alınmalıdır. Önceliklerimizden ilki su döngüsüne saygıdır. Aşağıda saydığımız öncelikli kullanımlar kaynağını buradan alır:
– Karasal ve sucul ekosistemlerin sürdürülebilirliğinin devamı
– Temel beslenme ve hijyen işlevlerini sağlamak için evsel kullanım
– Gıda Egemenliğine uygun olarak, halklar için gıda üretiminde küçük ve orta ölçekli tarımsal kullanım
– Kamu hizmetleri (bahçeler, çeşmeler…)
– El sanatları
– Tarımsal ticaret, endüstriyel kullanım, turizm, balık çiftçiliği endüstrisi
– Enerji üretimi
Su kullanımı ve işlevlerinin, gıda ve tarım için su kullanımının başlangıçtan beri varolduğu göz önünde bulundurularak, uygun yönetim ve öncelik kriterlerine göre belirlenmiş olması zorunludur. Bu öncelikler tarımsal kullanım için suyun önemi üzerine dayanır. Özellikle Akdeniz Bölgesi’ndeki küçük aile tarımı ve köylü tarımının korunma ve devamlılığının garantisini sağlamak ve de kırsal kesimden kentlere göçü engellemek için sulama işlemi esas unsurdur.
Suyun farklı coğrafi bölgelere (veya havzalara) göre doğru yönetilmesi için, su tasarrufunu yükseltebilmek adına her bir faaliyetin gerçek tüketim miktarını bilmek gerekir.
• Özelleştirmeye karşı, suyun katılımcı ve sürdürülebilir bir yönetimi için
Bizler suyun dağıtım ve arıtma işlemlerinin özelleştirilmesi sürecine karşıyız çünkü bu durum “su hakkı” ve “suya erişim hakkı”nı yadsımaktadır.
Örneğin Portekiz’de ekonomik krizi bahane eden hükümet, 2005 yılında su dağıtımını özelleştiren bir yasayı onadı. Halkın bu egemenlik kaybı, hızla yükselen fiyatlarla iyice büyüdü. Bugün bu yasadan en çok etkilenenler, tarım da dahil olmak üzere zaten en zayıf olan sektörlerdir.
Türkiye’de, su kullanım hakkına dair gerçek bir özelleştirme olarak 2000’den fazla hidroelektrik santral yapım projesi sürüyor. Bu son durum nedeniyle su artık toprağa dönemiyor ve de hayvanlar artık suya erişemiyor. Özelleştirme sistemi yalnızca suya değil, nehir kenarlarındaki topraklara ve çok uluslu şirketlerin çıkarları için toprakları kamulaştırılan mal sahiplerine de zarar veriyor. Biyolojik çeşitlilik üzerindeki olumsuz etkiler gözle görülebilirken, hidrolojik döngülerdeki değişim, bölgelerin tüm agro-ekolojik dengesini tehlikeye atıyor. Sonuç olarak, su bir kez bu santrallerden çıkınca, köylüler tarlalarını sulamak için bu suya para ödemek zorunda kalıyor.
Biz, kamusal, kolektif, katılımcı, yerel, bağımsız, özerk ve halkların (İspanya’da ya da İtalya’daki “su kullanım toplulukları” gibi) hizmetinde olan bir su yönetimini savunuyoruz. Bu sistem, evrensel bir suya erişim hakkına, yerel ekosistemlere saygılı ve nehir ve akarsularda yapılacak mümkün olan en kısıtlı değişikliklerle ekolojik devamlılığı1 koruyan bir sistemdir. Bu yönetimin coğrafi boyutu, ulusötesi bir dayanışma çerçevesi içinde barışın inşa edilmesine katkı sağlayarak, yerel havzalarla bağlantılı olmak zorundadır.
Suyun çeşitli kullanıcıları ve kullanımlarının sorumluluğu hakkında
Bütün su kullanıcıları (ev içi kullanımda bulunanlar , sivil toplum ve endüstriyel kullanımlar dahil), su döngüsü için gerekli korumayı kendi eylemleri içinde sağlayabilmek ve gereken değeri göstermek için kendi sorumluluklarıyla yüzleşmelidirler. Bu kullanımlardan sonra doğaya ve döngüsüne geri verilen suyun kalitesi, kullanılmadan önce varolan sudan daha düşük olmamalıdır.
Bizler, su ile ilgili en sürdürülebilir ve en çok su tasaruffu sağlayan modelleri desteklemek amacıyla, endüstriyel üretim ve endüstriyel tarım sistemlerinin sosyal ve çevresel maliyetleri ve bu maliyetlerin suyun dağıtımı ve arıtılması üzerindeki sonuçlarını dışsallık olarak ele aldığını ifşa ediyoruz.
• Üretim modelleri ya da köylülerin tarımdaki zorluklar karşısındaki cevapları
Su kaynaklarını ve kullanım şekillerini, önceden planlanmış bir tarım modelinin ihtiyaçlarına uyarlamaktan ziyade, tarımı – yukarıda belirtilen öncelik maddelerindeki gibi – kullanılabilir kaynaklara adapte etmek gerekir.
Toprağın su tutma ve verimlilik kapasitesini büyük ölçüde azaltan endüstriyel tarım sistemi, kendi karşıtı olan agro-ekolojik sisteme göre suya çok daha büyük oranda bağımlıdır. Bir su oburu olan bu üretim şekli, toprak oturması ve toprak çözünmesini arttırır, tıpkı yeraltı taban suları ve nehirlerdeki kirliliği (pestisit, gübre, endüstriyel hayvancılık gibi sebeplerle) arttırdığı gibi. Ayrıca yerel iklim, toprak ve mevcut su kaynakları açısından elverişsiz, standartlaştırılmış ekin türleri ve tohum çeşitlerine ihtiyaç duyar.
Kırsal toprağı bu üretim şekli ile tek elde birleştirmek (çitlerin, hendeklerin, korulukların vb. ortadan kalkması), bölge toprakları ile hidrolojik döngü arasındaki uyumun en düşük seviyede olmasının nedenidir. Hatta aşırı durumları düşününce köy ve şehirlere yıkıcı zararlar veren sellerin dahi sorumlusudur.
Bu sistem, aynı zamanda hizmet ettiği ve de bağımlısı olduğu ekonomik modelin semptomlarıdır. Eninde sonunda toplumsal (kırsal alanların tahribi) ve çevresel (kirlilik, yoğun toprak kullanımı) bedeller ödeten bu ekonomik model, mevcut kaynakların maksimum seviyede sömürüsünü ve ekonomi alanınındaki aktörlerin rekabetini arttırır. Bu duruma özellikle çarpıcı bir örnek vermek gerekirse, herhangi bir üretim için gerekli olan toplam su miktarını temsil eden “sanal su” örneğinden bahsedebiliriz. Bu, bugün tüm dünya genelinde yaşandığı gibi bir bölgedeki gıdaların kitlesel bir biçimde bir başka bölgeye ihraç edilmesi göz önüne alındığında önemli – ve sıklıkla ihmal edilen – bir parametredir.
Sonuç olarak, bugün pek çok hidrolojik kirlilik ve kıtlık sorununun temelini oluşturan bu endüstriyel tarım modelinin, tarihsel olarak IMF, DB, DTÖ, Dünya Su Konseyi ve Ortak Tarım Politikası’na en büyük kârlılığı sağlayan model olduğunu hatırlamak gerekir.
Via Campesina Avrupa Koordinasyonu tarafından savunulan agro-ekolojik üretim yöntemleri, ifşa ettiğimiz endüstriyel tarım sisteminin karşısında yer alır. Agro-ekolojik yöntemle toprak, kimyasal girdili tarım modeli kaynaklı hastalıklar olmadan, daha havadar olur. Bitkilerimizin sentetik gübre olmaksızın büyümelerine yardımcı olan hayvan ve böceklerin de ihtiyaç duyduğu suyu daha iyi tutar. Bölgede hayatta kalmak için en uygun olab yerli ekinlerin seçilmesiyle, olabilecek en iyi adaptasyon ve mevcut su kaynaklarının en iyi şekilde kullanımı sağlanır. Ürünler en iyi kalitede olur ve daha az su içerir. Bu üretim yöntemleri çok daha düşük su tüketimi sağlar.
Bu üretim modellerini teşvik etmek, böylelikle aile ve köylü tarımında su kullanımını agro-ekolojik model çerçevesinde sürekli olarak iyileştirerek düzeltmek için, köylüler tarafından yürütülen araştırmalar ve kamusal araştırma içindeki ortaklıklar desteklenmelidir.
Su, tarım ve iklim değişiklikleri
Su tüketimi ve benzer nedenlere bağlı olarak, endüstriyel tarım modeli, köylü tarımının aksine iklim değişikliğine2 ciddi anlamda katkıda bulunur. Köylü tarımı ve onun su açısından son derece ekonomik agro-ekolojik teknikleri, iklim değişikliğinin azaltılması için sağlam bir çözüm yolu ve uzun vadede (çeşit seçimi, toprak verimliliği, humus, yetiştirilen türlerin ve tarım sistemlerinin çeşitliliği ile) iklim değişikliğine uyum sağlamanın mümkün olan tek yoludur.
Daha bütüncül bir bakış açısıyla, baraj ve hidroelektrik santralleri – karbon ticareti ve doğanın ticarileştirilmesi perspektifinde sık sık yapıldığı gibi – yalnızca basit sera gazı emilimi şeklindeki dar bir bakış açısı ile ele almamak, bunların ekonomik, toplumsal ve çevresel felaketlere olan etkilerini de hesaba katmak gerekir.
“Su hakkı” ve “suya erişim hakkı”na karşı olan tarım politikaları
Dünya Ticaret Örgütü, Ortak Tarım Politikası, Dünya Bankası, Avrupa Su Direktifi’nin belirsizliği, Dünya Su Forumu gibi yaşamın metalaştırılmasını onaylayan forumlar bugünkü duruma yol açan siyasi aktörlerin başında gelmektedir.
Su politikaları Avrupa düzeyindeki siyasi tartışmalarda gün geçtikçe daha çok yer kaplıyor. ECVC olarak biz, su sorunu ile ilgili tartışmaları Avrupa Birliği’nin suyu koruyacak bir tarım modeli kurmasına doğru biçimlendirmeyi umuyoruz. Tarım politikaları endüstriyel tarımı desteklemek yerine su gibi ortak zenginliklerin korunmasını desteklemelidir. Aynı şekilde suyun yönetimi, dağıtımı ve arıtma politikaları, bu tarımsal politikalar ile her düzeyde sürekli temas ve etkileşim halinde olmalıdır.
Son olarak biz, tarım için suyun kullanım değeri hakkında, belli bir kotaya kadar ücretsiz kullanıma izin veren bir hakkın oluşturulması, su yönünden tutumlu üretim modelleri ile bağlantılı olması gereken toplumsal ve çevresel kriterlere göre uyarlanmış ve değişebilen bir kullanım değerinin ortaya konmasından yanayız.
Çeviri: Pınar Ercan