TÜRKİYE KAPİTALİZMİ ARSENİĞİ BAŞKALARINDAN ÖĞRENDİ VE BUNU YALNIZCA TEKNİK BİR SORUN, BİR KENT SORUNU OLARAK ALGILADI
Tahir Öngür Jeoloji Yüksek Mühendisi–
Neden?
Yerkabuğunda ve özellikle de maden yataklarının çevresinde, hele de madencilik yapılıyor ve kayaların içinde su ve oksijenle etkileşemeden duraylı duran kükürtlü cevher mineralleri artık ufalanıyor ve yüzeye çıkıyorsa oksijen ve suyla buluşup sulu demir oksitleri başta olmak üzere, metal oksitlere dönüşüyor.Çevreye de sülfat ve asit salınıyor. Bu arada çeşitli iz metaller ve arsenik te bu asitli sularla harekete geçiyor. Ama, yeni oluşan ve kristalleşmemiş demir ya da manganez oksitleri arseniğin çoğunu soğuruyor, yüzeyinde tutuyor ve çevrede serbest arsenik zenginleşmeyebiliyor. Ortamda yüksek arsenik olsa bile olağan ve doğal koşullarda arseniğin hareketlenemediği görülüyor.
Bu tür kükürtlü minerallerce zengin olan bazı akiferlerde yeraltısuyu düzeyi düşer, daha doğrusu düşürülürse ortama bolca oksijen ulaştığından bu mineraller benzer bir şekilde oksitlenebiliyor ve örneğin ABD Wisconsin Havzası akiferlerinde olduğu gibi ortamda yine arsenik çoğalabiliyor (Wisconsin’de 12.000 µg/l’ye kadar çıkabiliyor).
Arseniğin suya geçişi bazen oksitleyici (aerobik) asidik yer altı sularda da ortaya çıkabilmekte. Kurak ve yarı kurak ortamlarda aşırı mineral tepkimeleri ve buharlaşma buna neden olabilmekte. Batı ABD, Meksika ve Arjantin’deki gibi bazı Amerika kapalı havzalarındaki yine Kuvaterner Akifelerinde bu tür yaygın sorunlarla karşılaşılabilmekte. Çin ve Batı Pakistan’da da benzer ortamlarla karşılaşılabiliyor.
Ama, Arseniğin suya geçişi asıl ve yaygın olarak ancak çok indirgeyici (redüktif, oksijensiz, havasız) koşullarda olabiliyor. Londra LUC’den Profesör McArthur’a göre, “pek çok alüvyon akiferinde yüksek arsenik kirlenmesinin, organik gerecin sulu demir oksitlerin, mikroplarla kolaylaştırılan ve FeOOH’ın oksijen kaynağı olarak çalıştığı metabolizmasıyla arttığı giderek daha iyi anlaşılıyor. Bu süreçte oksitler indirgeniyor ve bunların yüzeylerinde soğurulmuş olan arsenik suya salınıyor. Ancak, bu açıklamada henüz emin olunamayan hususlar da var: Muson yağmurları sırasında su akifere süzülmeden önce yüzeyde mi başlamaktadır, indirgenme; yoksa, akiferin kendi içinde mi? Arsenik bu durumda birlikte hareket ettiği, üzerinde soğurulduğu demir oksitleri parçalandığında açığa çıkıyor. Bu tür indirgeyici koşullar ise çoğun yeni çökelmiş, ince daneli, delta ve alüvyon (ve bazen da göl) tortullarında bulunur. Buralarda tortul birikimi hızlı olduğundan gereç oksitlenme olanağı bulamadan örtülür. Yine tortullarla birlikte biriken bolca organik gereç te indirgeyici ortamın gelişmesine katkıda bulunan mikrobiyal etkinliği kolaylaştırır. Arseniğin oksitlenmiş biçimi olan 5 değerli Arsenat As(V), bu ortamlarda indirgenerek 3 değerli Arsenit’e As(III)’e dönüşürse demir oksitlere daha zor bağlanabilir. Demir oksitlerin suda çözünmesi de bunu kısıtlayabilir. Ya da, fosfat gibi bazı başka bileşimlerin suda çoğalması da, arseniğin demir oksitlerine tutunmasında onunla rekabet edebilir. AS(III), As(V)’ten çok daha zehirleyicidir ve sudan ayırılması, suyun bundan arıtılması çok daha güçtür.
Paradoksal görünen bir olgu aslında bu tortullarda çok fazla arsenik yokken bile akiferde yüksek arsenik sorunu ile karşılaşılabiliyor oluşudur. Katı/sıvı oranının çok yüksek oluşu doğal dengede küçük bir bozulmayla bile suda arsenik artışını sağlayabilmektedir. Bunun yanında buralardaki arseniğin başka minerallerin üzerinde tutulmuş olması da önemli bir etkendir. Yine doğal dengedeki küçük bir değişiklik bu arseniğin kolayca suya geçmesini sağlayabiliyor. Örneğin tortullarda yalnızca 1 mg/kg arsenik bile bulunsa, bu suya karıştığında 3000-6000 µg/l arsenik derişimi oluşturabiliyor.
Adsorbe olan, metal oksitlerin yüzeyinde tutulan, soğurulan arseniğin serbestleşmesini tetikleyen birkaç neden var. Her şeyden önce pH’ın artışı demir, aluminyum ve mangan oksitlerin yüzeylerine soğurulmuş olan çeşitli anyonları, bu arada arsenatı serbest bırakıyor. Arsenat için pH’ın 7’den 8,5’a çıkması önemli. Kurak ve yarı kurak bölgelerdeki kapalı havzalardaki buharlaşmadan ötürü böylesi değişiklikler sıkça görülür.
İkinci olarak, oksitleyici koşulların indirgeyici duruma dönüşmesi arseniğin soğurulmasını sağlıyor. Sudaki arseniğin durumu da böylece değişir: oksitleyici koşullarda çok fazla soğurulan arsenatın yerine, indirgeyici koşullarda daha az soğurulabilen arsenit geçer. Oksit minerallerinin kendilerindeki değişiklikler de önemlidir. Hem bunların yüzey yapıları değişir ve hem de kısmen suda çözünürler.
Yine de tek başına bu değişiklikler yetmez. Önemli bir ek etken de akiferin ne derece yıkandığı, içinden ne kadar taze suyun akıp gidebilmiş olduğudur. Kapalı havzalarda akiferi yeterince yıkayabilecek kadar su akmaz ve arsenikle birlikte çeşitli başka kimyasallar birikir. Yeraltısuyu akışının daha güçlü olduğu akiferlerde suda serbestleyen arsenik de suyla birlikte uzaklaştırılır. Bu yüzden arsenikli yeraltısuyu sorunu daha çok yeni çökelmiş alüvyon ovalarında, yeraltısuyu akışının çok yavaş olduğu yerlerde ortaya çıkar.
İndirgeme süreçleri çok yavaş işliyor. Bir İsviçre Gölü’nde yapılan bir çalışma, çökelen oksitli tortulalrın tümüyle indirgenmesinin ancak 1000 yıl kadar bir sürede gerçekleşebildiğini ortaya çıkarmış.
Bu nitelikteki sular, bölgedeki geniş delta ve alüvyon ovalarındaki genç, Kuvaterner çökellerinde ortaya çıkmaktadır. Güney Asya’daki Bengal Havzası, Mekong Vadisi, Kızıl Irmak Deltası, İndüs Ovası ve Sarı Nehir Ovası bu tür havzaların başını çekmektedir. İndüs ve Mekong vadilerinin orta bölümlerinde bu tür sorunlar görülürken, deltaların aşağı bölümlerinde bunun görülmeyişi dikkati çekmektedir. Arsenik açısından sorun yaratmaya en yatkın yerlerde yeraltısuyunun daha az kullanılıyor olması bunun nedeni olmalıdır.
Dikkat çekici olan şey, Güney Asya’da olduğu gibi kıyı ve delta ovalarında arseniğin sığ ve genç yeraltısuyu akiferlerinde yüksek oluşudur. Derinleştikçe ve eski tortulların içinde arsenik derişimi azalmakta. Ovalar düşük eğimli, yeraltısuyu akış hızı düşükse, yine arsenik içeriği artmaktadır. Buna karşılık, Moğolistan’da olduğu gibi kıta içi kapalı havzalarında derin ve eski alüvyon havzalarında da arsenik içeriği yüksek olabilmektedir. Bir başka dikkat çeken bulgu da, sığ ve geniş çaplı kazma kuyuların (keson kuyular, bostan kuyuları) sularının düşük arsenikli oluşudur.
Kuzeyde Alaska’dan, Oregon’da Krater Gölü ve Kaliforniya’da Searles Gölü’nden, Nikaragua ve Kosta Rika’daki volkanik göllere ve güneyde Ant dağlarına kadar Amerika kıtalarında yüzeye arsenik salan volkanik etkinlikler bulunmaktadır. Arsenikçe zengin soda göllerindeki bu sülfat indirgenme süreci USGS ekiplerince inceleniyor. Onlar da bu süreci bakteri etkinliğine bağlamakta. Bu süreç Arjantin ve Şili dağlarında karşılaşılan çok sayıdaki arsenik kirlenme olgularının nedenidir.
Yeraltısularında arsenik çok olsa da o yöredeki yüzey sularında, baraj ve akarsularda arseniğin yüksek olmadığı da bilinmektedir.
NE OLDU DA, ARSENİK ZİNCİRLERİNDEN BOŞALDI?
Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki uzmanlar konuya genellikle teknik bir konu olarak bakıyor. Ancak, Harvard’dan Prof Wilson bile bunu “Ancak bu çocuksu bir yaklaşımdır. Devasa toplumsal sorunlar bu konuda yapılacak yardım yeteneğini denetler durumdadır” diyerek eleştiriyor. Bangladeş Kırsal Kalkınma ve Kooperatifler Bakanlığı adına kapsamlı bir rapor hazırlayan Suzanne Hanchett, Farhana Sultana ve Fatema Mannan’a göre,
•Arsenikle ilişkili hastalıklar özellikle yoksullar arasında yaygın.
•Halkın 50µg/l’nin üzerinde arsenik derişimlerine maruz kaldığı yerlerde deri hastalıkları da, akciğer kanseri de erkeklerde, kadınlardan daha sık görülüyor.
•Öte yandan kadınlar toplumsal olarak arsenikle ilişkili hastalıklardan erkeklere göre daha fazla zarar görüyor. Evlenmemiş kadınlar arsenikten hastalanmışlarsa daha zor eş bulabiliyor, evli iseler evlilikleri sona erebiliyor. Kadınlar arsenikle ilgili hastalıklar konusunda konuşmaya daha az yatkın, tedaviye daha isteksiz davranıyor.
•Hastalığın ekonomik sonuçları da ilgiye değer. Hastaların çoğu çalışamayacak denli zayıflayıp işlerini yitiriyor. Bu durum hem erkekler ve hem de kadınlar için geçerli; ama, yoksullar arasında çok yıkıcı.
•Arsenikle ilişkili hastaların toplumsal olarak yalıtılmasına neden olduğu için depresyon türü ruhsal hastalıklara da neden oluyor.
•Arsenik zehirlenmesi sorunu, halka temiz, yeterli ve sağlıklı su sağlanmasının zorunluluğu açısından bir “insan hakları sorunu”dur.
Prof Wilson’a göre cilt sorunları görülen hastalar gelişmiş ülkelerde iyileştirilebilirken, az gelişmiş ülkelerde böylesi hastalar yürümeyi sürdürdüklerinden ötürü hastalıkları kangrene kadar varıyor.
Arsenik kirlenmesi farklı koşullarda ortaya çıkabiliyor. Gelişmiş kapitalist ülkelerde madencilik, izabe tesisleri, fosil yakıtların kullanımı, arseniğe doyurulmuş ahşap kullanımı, atıklar, kentsel kanalizasyon atıkları ve pazar için kapitalist tarımda arsenikli gübrelerin kullanımı önde gelen kirlenme nedenleri. Bu kirlilikler yerel, noktasal ya da dar alanlarda etkili olsalar da küçümsenemeyecek sayıda insanın, özellikle de emekçilerin hastalanmasına, ömürlerinin ileri dönemlerinde kanser olmalarına neden oluyor. Kapitalist üretim ilişkileri ve kapitalist yatırımcılar rekabeti sağlayacak, kütlesel üretimi arttıracak, kârı en üst düzeye çıkarak her türlü teknolojiye hırsla sarılıyor. O teknolojinin kısa ya da uzun dönemdeki etkileriyle hiç ilgilenmiyor. Olumsuz etkiler ortaya çıkmaya başladığında bunu örtbas etmek için ellerinden geleni yapıyor. Artık kamu kaynaklarından yararlanamayan bilimsel araştırmalar desteklenmiyor. Kullanılan teknolojinin çevre ve halk sağlığı üzerindeki yıkıcı etkileri açıkça ortaya çıktığında da bunun düzeltilmesine karşı uzun süre direniliyor, bunun ekonomik mal oluşu öne çıkarılıyor.
ABD’nde EPA’nın da arseniğin zararları bilimsel olarak ortaya döküldükten sonra en az 15-20 yıl bir önlem geliştirmemiş, bir kural geliştirmemiş olmasından ötürü ciddi bir biçimde eleştirilmekte oluşunu da yeniden anımsamakta yarar var.
Gelişmiş kapitalist ülkeler, endüstri ve kentleşmedeki çarpıklık ve çıkmazlarının yarattığı çevre ve halk sağlığı yıkımlarının öncelikle emekçiler ve yoksulların omuzlarına yükseldiğini gözlerden uzak tutup, az gelişmiş ülkelerdeki arsenik kirlenmelerini öne çıkarmaya, sorunun doğal ve teknik bir konu olduğu inancını yaymaya çalışıyor.
Ama, az gelişmiş ülkelerdeki büyük delta ovaları ya da yaygın kapalı havzalarda karşılaşılan yaygın arsenik kirlenme ve zehirlenmeleri de her yönüyle doğal değil. Her şeyden önce yukarıda sözü edilen büyük ovalarda arsenikten kaynaklanan sağlık sorunlarının son yıllarda ve sondaj kuyularının aşırı biçimde kullanıma alınmasından sonra ortaya çıkmış olduğu açık. Bu ülkelerde kırsal kesimlerdeki tarımsal üretim kapitalist pazar için yapılmaya başlandıktan; bunun için kısa sürede daha çok ve pazarlanabilir ürün elde etmek için toprak zorlanmaya başladıktan; tarımsal ilaç ve gübre kullanımı ve sulama yaygınlaştıktan sonra çıktı bu kirlenme ve kitlesel zehirlenme salgını. Bunun için kapitalizmin pek çok kurumu az gelişmiş ülkelere dünya kadar kredi ve proje akıttı. Sonraları, örneğin Dünya Bankası, Unicef ve BGS (British Geological Survey) su kimyasına bakmadan Bangladeş’te sondaj kuyuları yapımına ön ayak olmaktan ötürü suçlanmışlardı.
Doğadaki sularda, bu arada yeraltı sularındaki arsenik derişimi genellikle DSÖ’nün önerdiği 10 µg/l’nin altında. Ancak, bazı özel jeokimyasal ve hidrojeoloji koşullarında arsenik suda hareketlenip derişimi bu sınırın 100 katına kadar yükselebiliyor. DB uzmanlarına bakılırsa bu yüksek arsenik derişimleri çoğu durumda doğal nedenlerle ortaya çıkıyor. Evet, bu gibi durumlarda arsenik bir kirletici kaynaktan gelmiyor, yerkabuğu ve toprakta bulunan arsenik bir şekilde harekete geçiyor. Ama, küresel kapitalizm dünyada egemenliğini pekiştirmek için bütün sınırları yıkmaya, dünyanın her yerine sızmaya, bütün dünya çiftçilerini pazar için kütlesel üretime zorlayıncaya kadar olmayan bu sorun neden 1970-80 yıllarından sonra ortaya çıktı. DB uzmanları bunun üzerinde durmuyor.
Bu sorunun en şiddetle yaşandığı ülkeler, Güney ve Güneydoğu Asya’daki Bangladeş, Hindistan, Miyanmar, Nepal, Pakistan, Kamboçya, Çin, Laos ve Vietnam. Dünya Bankası ve IBRD’nin yaptığı bir çalışma dünyanın bu bölgesindeki sorunun ağırlığına ışık tuttu. Rapor’a göre bu bölgede 60 milyon kişi arsenikli yeraltısuyundan zehirlenme riski altında yaşıyor. 700.000 kişinin de arsenik kökenli hastalıklara tutulduğu biliniyor.
Bangladeş, arsenikle başı en çok dertte olan ülke. Yukarıda sözü edilen arsenik zehirlenmesi riski altında yaşayan 60 milyon kişinin 35 milyonu Bangladeş yurttaşı. Bangladeş’te 50 yılda 326.000 kişinin kanserden öleceği ve ayrıca 2.500.000 kişinin de arsenikle ilişkili hastalıklara tutulacağı öngörülüyor.
Ülkenin 64 ilinden 59’unda yüksek arsenikli yeraltısuyu sorununun varlığı biliniyor. Bangladeş’in kırsal kesiminde 7,5-8 milyon sığ sondaj kuyusunun sulamada kullanıldığı biliniyor. Kurak dönemde yüzey suları kıt olduğundan ülkedeki tarımsal sulama yeraltısuyu yardımıyla yapılıyor. Seksenli yılların başlarından bu yana yüzey suyu ile sulanan alanlar hemen hemen değişmezken, sondaj kuyularından çekilen yeraltısuyuyla sulanan alanlar hemen hemen beş kat artmış. Yeraltısuyu sulaması 1982 yılında toplam sulanan alanların %42’sinde yapılırken, bu oran 2001’de %75’e yükselmiş. Bu dönemde, kurak mevsim pirinç üretimi de 3 kat artmış. Ancak, bu artış 1992’den sonra durmuş. Hesaplamalara göre bu sulama suyuyla yılda 1.360 ton arsenik çekilmiş oluyor yeraltından. Başka bir hesaba göre de hektar başına 10 kg’a kadar arsenik birikiyor her yıl, Bangladeş topraklarında ve tarımsal ürünlerinde. Bu birikim özellikle toprağın en üst 15 cm’lik bölümünde oluyor. Kırsal yörede günde kişi başına 20 l su tüketildiği kabulüne göre de, içme/kullanma suyu sağlamak için açılan kuyulardan çekilen su ile de yeraltından her yıl 46 ton arsenik çekilmiş oluyor.
Ancak, sorun yalnızca Bangladeş’le sınırlı değil. Tayvan’da 200.000, İç Moğolistan’da 600.000, Çin’de 1.100.000, ABD’nde 2.500.000, Meksika’da 400.000, Şili’de 400.000, Arjantin’de 200.000, Bolivya’da 50.000, Yunanistan’da 150.000, Macaristan’da 400.000, Gana’da 100.000, Hindistan’da 5.000.000 kişinin arsenik zehirlenmesi riski altında olduğunu listeliyor, EPA’nın bir çalışması.
Bu listede Türkiye’nin bulunmayışı suda arsenik analizlerinin yapılmasına ancak bu yıl başlanmış oluşundan olmalı.
İSTENDİĞİNDE ARSENİKLE BAŞEDİLEBİLİYOR
Arsenikli sularla baş etmenin elbette yolları var.
Her şeyden önce çevreye arsenik salan süreçlerin, teknolojilerin kullanılmaması gerekir. Gübrelerde, tarımsal ilaçlarda arsenik kullanılmasından vazgeçilmesi bu kadar mı zor? Zor olan bilimi daha uygun teknikler ve teknolojiler geliştirecek şekilde harekete geçirmek değil. Zor olan, üretim, pazarlama ve tüketim süreçlerini insanlığın yararına planlayabilmek oldu, kapitalizm için.
Bunun için tarımda aşırı üretim, fiyatlar düşünce ürünlerin tarlada bırakılması, denize dökülmesi, toprağın yoksullaştırılması, aşırı sulama, aşırı ilaç ve gübre kullanılmasından da vazgeçilmesi gerekirdi. Bunun için dünyanın bir yerinde kütlesel olarak elde edilen aşırı ürünlerin dünyanın öteki ucuna taşınması yoluna gidilmemesi gerekirdi. Bunun için herkese, yeterli ve sağlıklı beslenmeyi hedefleyen kamu politikalarının izleniyor olması gerekirdi.
Yine, sulama ya da kullanma suyu gereksiniminin karşılanması pazar koşullarına bırakılmayıp bir kamu görevi olarak algılanabilir ve uygun akiferler ve kullanılabilir kalitede su kaynakları aranabilirdi. Şimdi ise, küresel kapitalizmin akıl hocası kurumları başka su kaynakları bulsunlar için azgelişmiş ülke hükümetlerine yol göstermeye başladılar. Kuyular taranıyor ve suyu arsenikli olanlar kırmızıya boyanıp, sahipleri cüzamlı muamelesi görüyor.
Bunun dışında yeraltısuyu kirli ise, yüzey su hazneleri arsenikle kirlenmiyorsa hiç değilse içme ve kullanma suyu gereksinimlerinin karşılanması için gölet ve barajlar yapılabilirdi. Şimdi, bu amaçla projeler hazırlanıyor.
Kömür yakan santraller onlarca yıl dünya atmosferini asit yapıcı gazlarla kirletti, asit yağmurları yaşamın sürdürülebilirliğini olanaksız kılana kadar kapitalizm bunda diretti. Sonra gelişmiş kapitalist ülkelerde baca gazları ve küllerin tutulması için önlemler, yatırımlar zorunlu duruma geldi. İngiltere’nin kömür işletmeleri ve santrallerinden vazgeçişi onlarca yıl önce Thatcher zamanında oldu. Onu sonradan öteki Avrupa ülkeleri izledi. Ama, şimdi aynı işletme ve tesisleri bizim gibi ülkelerde kurmaya başladılar. Bundan bile vazgeçemedi küresel kapitalizm.
Bundan vazgeçemeyen bir sistemden öteki fosil yakıtlardan, petrol ve türevlerinden vaz geçmelerini nasıl bekleyebilirsiniz?
Bütün bunların yapılamadığı yerlerde de suların arıtılması yoluna gidilebiliyor. Suların arsenikten arıtılması için geliştirilmiş çok çeşitli teknikler var. Oksitleme ve çökeltme (oxidation and sedimentation), topaklaştırma ve süzme (agglomeration and filtration), soğurma(adsorption) ve zar süzme (membrane filtration) teknikleri, hızları, mal oluşları, boyutları, vb ayrıntılarıyla birbirlerinden ayrılmaktadır. Bu tür uygulamalar evsel olarak yapılabildiği gibi çok daha büyük ölçeklerde de yapılabilmektedir. Bu uygulamaların mal oluşu, suyun metreküpü başına 0,2-3 USD arasında değişmektedir.
Ama, bu teknolojilerin yaygınlaştırılması ve geliştirilmesi de küresel kapitalizmin bir ticari sektörü durumuna getirildi. Gelişmiş kapitalist ülkelerde ABD’nin EPA’sı gibi kamu kurumları fizibiliteler hazırlıyor, araştırma projelerini destekliyor ve kendi sistemleri içinde etkin ve tutumlu seçimler yapılabilmesine kamusal yön göstericilik yapıyor. İş azgelişmiş ülkelere gelince DB, Unicef, IBRD, DSÖ, ya da başka uluslararası kurumlar bazı teknolojileri dayatan, o ülkeleri biraz daha borçlandıran ve dışa bağımlılığı güçlendirmek ve ayakta tutmaya zorlayan kampanyalar sürdürüyor.
Evet, arsenikten uzak durmak, uzak durulamıyorsa onunla baş etmek olanaklı. İnsan aklı ve bilim bunu sağlayabilecek kadar güçlü. Ama, bunun bir önkoşulu var: kapitalist üretim ilişkilerinin aşılması.
TÜRKİYE KAPİTALİZMİ ARSENİĞİ BAŞKALARINDAN ÖĞRENDİ VE BUNU YALNIZCA TEKNİK BİR SORUN, BİR KENT SORUNU OLARAK ALGILADI
Türkiye’nin birçok yerinde, kimi kentlerin tam da içinde, çoğu bitek ovaların kenarlarında yüzlerce, binlerle sıcak su kaynağı boşalıyor. Yüzeyden boşalanlar bir yana yeraltında yeraltısularına boşalanlar daha çok. Hepsinin de arsenik içeriği yüksek. Bugüne değin hiç kimse bu yörelerde sulama ve az da olsa evsel kullanımda tüketilen suyun arsenik içeriğini, bunun bitki ve hayvanlarda zenginleşip zenginleşmediğini, o yörede yaşayanlarda 20-30 yıl sonra ortaya çıkabilecek kanser riskinin ne olduğunu merak etmedi.
Ya Gediz ve Büyük Menderes Ovalarında, Afyon, Erzincan, vb büyük ovalarda yeraltısuyu arsenikli mi, acaba?
Yine, Çarşamba, Perşembe, Gediz, Selçuk, Göksu, Çukurova delta ovalarının bir bölümündeki sığ yeraltısuyu akiferlerinde arsenik yüksek mi, acaba?
Türkiye, jeolojik yapısından ötürü genç volkanlarca da zengin. Orta ve Doğu Anadolu’daki bazı büyük volkanik alanlar çevrelerinde arsenik yayılmasına neden oldu mu, acaba?
Ya sülfürlü metal maden yatakları. Türkiye’de bu tür yataklar büyük ve devasa değil. Ama, o kadar çok ve yaygın ki. Istrancalar, Güney Marmara, İç Ege, Doğu Toroslar’ın kuzey kesimleri, Doğu Karadeniz Dağları, Doğu Anadolu’nun batı yarısı. İşletilmediklerinde bile çevrelerindeki sulara arsenik salan bu maden yatakları ilgiye değer değil mi? Daha önce işletmeye konu olmuş olan Balya’da yüzey suları, Manyas Gölü, çay ve göl tabanındaki tortullar ve yeraltısuyundaki ağır metal kirliliği ve bu arada arsenik yayılımı insanların yaşadıklarıyla ve bilimsel incelemelerle belirlendi, tanıtlandı. Murgul, Ergani, vb bilinen işletmelerin çevrelerinde yaşananlar pek incelenmediyse de “tevatür”ü var. Ama şimdi bir de küresel kapitalizmin küçük aktörleri “Anadolu Madenleri”ne üşüşmüşken yarattıkları risk ne durumda, ÇED’lerinde arsenik ne denli tartışılabiliyor, hangi kısıtlamalar ve izleme süreçleri dayatılıyor, kimisini Lord’ların eski büyükelçilerin yönettiği bu girişimcilere. Kütahya’daki gümüş işletmesi devreye girdikten sonra yakınındaki Dulkadirli Köyü halkının arsenik kökenli hastalıklardan kırılmaya başladığını OG Üniversitesi’nden bir bilim insanı ortaya koymuştu. Bergama Ovacık altın işletmesinin çevresindeki yeraltısuyunda yükselen arseniği belgeleyen Ege Üniversitesi bilim insanları için söylenmeyen kalmamıştı. Şimdi, aynı işletme ikinci atık barajının tanıtım dosyasında çevrede arseniğin yüksekliğini, doğal bir olgu imiş gibi “tespit” ediyor. Henüz, Uşak Kışladağ’ındaki altın işletmesinden çevreye arsenik salınmaya başlanıp başlanmadığı, başladı ise bunun Adıgüzel Barajı’na ya da Kolankaya Göleti’ne ulaşıp ulaşmadığına ilişkin bir inceleme yapılmadı. Yine henüz hiçbir kamu görevlisi ya da bilim insanı gidip te Balya halkından, Murgul halkından Küre halkından saç ya da tırnak örnekleri alıp arsenik kirlenmesinin üzerindeki örtüyü kaldırmayı denemedi. Akıl mı edemediler, yoksa, koşullar mı uygun değildi, bilinmez.
Düşük kalorili, ama yüksek kükürtlü linyit yatakları açısından zenginiz. Afşin-Elbistan’daki işletmenin bu iki kentte yaşayanlara ettikleri dile düştü. Öteki kömür işletmelerinin çevresindeki sularda, havada, toprakta arsenik normal mi acaba? Yatağan’da, Seyitömer’de, Çayıralan’da, Orhaneli’de, Çan’da, Kangal’da, ve başka bir çok yerde arsenik hareketlenmiş olabilir mi, acaba?
Çok sayıda doğal ve sayısız da baraj gölümüz var. Göller genellikle düşük arsenikle özgün. Ama, maden alanları, endüstri atıkları, arıtılmamış kentsel atıklar ve jeotermal sular göllere ulaşabiliyorsa, durum değişiyor. Baraj göllerimizin suyunda arsenik arayan oldu mu acaba? Örneğin Hisaralan kaplıcalarının saniyede onlarca litre yüksek arsenikli suyunu ve çevresindeki sülfürlü metal cevherleşmelerini yıkayan yüzey suyunu toplayıp sonra da Sındırgı, Bigadiç ve Balıkesir Ovalarına su taşıyan Sındırgı’daki Çaygören Barajı’nda arsenik yüksek değimli acaba? Balya ile Manyas Gölü arasında yapımı bitmek üzere olan barajda arsenik birikmeyecek mi? Gönen Barajı, batısındaki kurşun madenciliğinden arsenik almıyor mu acaba? Daha niceleri ilgi gördü mü?
Alkali kapalı havza göllerinde aşırı buharlaşmadan ötürü arsenik zenginleşmesi olduğu da biliniyor, ülkemizde böylesi göllerin çokluğu da. Denizli-Afyon arasındaki alkali göllerde, Tuz Gölü’nde ve böylesi irili ufaklı başka göllerimizde arsenik az mı, çok mu acaba? Giderek alanları küçülen, kuruyan bu göllerden tozlaşarak çevreye üfürülen tozlar insanların soluyarak arsenik almasına neden olabilir mi?
Türkiye’nin de kurak bölgeleri, kapalı havzaları var. Oralardaki yüzey suları ve yazın az akan suları var. O sularda arsenik düzeyi yüksek mi, acaba? Ereğli ve Karaman yeraltısuyu akiferleri bu açıdan ilgi görmüş mü idi?
Türkiye’deki organize sanayi bölgelerinin bile çoğunluğunda sıvı atık arıtma tesisinin olmadığı biliniyor. Organize olmayanlar zaten çevre için birer organize suç tehdidi değil mi? Örneğin, Trakya’da Çerkezköy’den geçen akarsular Ergene’ye kadar akıyor; ama, yer altı sularına arsenik taşımıyor mu? Ya Eskişehir’deki Porsuk Çayı? Gediz ve Büyük Menderes’e endüstri atıklarından arsenik taşınıyor mu? Kuzeyde Çarşamba ve Perşembe, güneyde Çukurova ve Göksu ovaları sanayi atıklarından geldiği kuşkusuz olan arseniği ne yapıyor, acaba?
Türkiye’de yaşam savunucuları arseniği daha önce de bir çok kere gündeme sokmaya çalıştı. Emet için, Balıkesir ve Kütahya’nın ilçelerinde içme/kullanma sularında arseniğin yüksekliği için art arda gündemler açıldı. Kütahya Dulkadirli Köyü’ndeki arsenik zehirlenmelerinden söz edildikçe konu örtüldü. Bergama Ovacık’taki altın işletmesinden etkilenen Ovacık ve Çamköy’e su sağlayan kuyu sularını örnekleyip analiz eden Ege Üniversitesi bilim insanlar arseniğin hangi düzeylere kadar çıktığını belgeleyince, onları yalancı çıkarmak işi Bergama Kaymakamlığı’na kalmıştı.
Şimdi ise, arseniğe karşı bayrağı Sağlık Bakanı’nın kendisi taşıyor.
Bunu biraz deşmek, irdelemek gerekli.
Küresel kapitalizmin kurumları kurallar koyuyor ve bunlara herkesin uymasını zorunlu kılıyor. DSÖ sularda (neden yalnız suların söz konusu olduğu sorulamaz mı?) ne kadar arseniğe razı olunabileceğine karar verdi: 10 µg/l. Bunun ne anlama geldiği daha önce irdelenmişti. Bu kadar arsenik te bazı insanlarda kanser yapıyor. Bu açık. Ama, daha da düşük arsenikli su bulmak (ve satmak) baylara pahalı geliyor, ekonomik bulunmuyor.
Bizim gibi ülkelere de bu kuralı, bu sınırı içselleştirmek ve uymak kalıyor. Kendilerinden buna uymaları istenene kadar arseniği yalnızca padişah yüzüklerinde saklanan zehir sanan uysal yöneticilerimiz de, uyum çabaları kapsamında bir yönetmelik hazırlamış ve uygulamaya (muhalif belediyelere karşı kötüye kullanmaya) başlamış.
Yönetmelik, AB’ye uyum süreciyle ilintili olarak 25 Şubat 2005’te yürürlüğe giren “İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkındaki Yönetmelik”. Hazırlanması ve çıkarılmasının dayanaklarından biri “Avrupa Birliğine Üye Ülkelerce esas alınan İnsani Kullanım Amaçlı Suların Kalitesine Dair 98/83/EC sayılı Konsey Direktifi,” olarak açıklanıyor. Suda aranan kalite koşulları yalnızca a) Suyun bir şebeke aracılığı ile temin edilmesi halinde, bina ya da bir kuruluşta, suyun insani tüketim için kullanılmak üzere musluklardan akıtıldığı, b) Suyun tankerden alınması halinde, tankerden alındığı, c) Suyun satılmak üzere şişelere ya da ambalajlara doldurulması halinde, şişelere ya da ambalajlara doldurulduğu, d) Suyun gıda üretiminde kullanılması halinde, suyun üretimde kullanıldığı noktalarda aranıyor.
Yukarıda sayfalarca sıralanan soruların yanıtlarını bu Yönetmelik sağlamayacak belli ki. Kim bilir kaç binlerce kişi yaşamının ileri bir döneminde sudaki arsenikten kaynaklanan kanseriyle baş başa kalacak?
Havaya salınan, tozlarla savrulan, sulamada kullanılan sulardaki, insanların kendi kuyularından sağladığı sulardaki, barajlarda biriken, ahşap yapılardan ya da tarımsal ilaçlardan çevreye yayılan, kentlerin kanalizasyonlarından çevreye yayılan, kömür yakan santrallerden salınan, egzozların üfürdüğü, altın işletmelerinden saçılan arsenik bu Yönetmelik’ten çekinmesin. Yalnızca kentlerdeki musluk suları ve şişe ve tanker suları denetlenecek. Muafiyetler de olabilecek: “bölgede içme-kullanma suyu tedarikinin sürdürülebileceği başka makul yolların bulunmaması halinde, Ek-1 (b)’de ya da 7 nci maddenin ikinci fıkrasına uygun olarak belirlenen parametre değerlerinden, yetkili mercice, belirlenecek bir maksimum değere kadar muafiyet verilebilir. Muafiyetler kısa süreli olur ve maksimum üç yılı geçemez.”. Üstelik bu muafiyet üç kere 3 yıl da olabilecek.
Daha önce Tıp Kurumu’nun ağzından değinildiği gibi halka bilgi de verilecek: “Madde 14 — Yetkili mercilerce içme-kullanma sularına ilişkin olarak tüketicilere yeterli ve güncel bilgiler sağlanır ve bu doğrultuda Bakanlık bilgilendirilir. Suların kalitesi hakkında, tüketicileri bilgilendirmek için üç yılda bir rapor yayınlanır. Rapor, en azından günde ortalama 1000 m3’ü aşan ya da 5000’den fazla kişiye hizmet eden bütün müstakil su kaynaklarıyla ilgili bilgileri içerir. Rapor üç takvim yılını kapsar ve bu dönemin sonundan itibaren bir takvim yılı içinde yayınlanır. Bu raporlar yayınlanmasından itibaren iki ay içinde Komisyona gönderilir.”.
İşletmelerin 2007 yılı sonuna kadar gereken önlemleri alması ve uyumu sağlaması gerekiyor. Demek ki, nerede ise 1 yıldır bu yönetmelik bütünü ile uygulanıyor olması gerekli. Yönetmeliğin b ekindeki kimyasal parametreler asında arsenik için üst sınır olarak 10µg/l belirtiliyor.
Hepsi bu!
Türkiye Kapitalizmi Arseniği Başkalarından Öğrendi Ve Bunu Yalnızca Teknik Bir Sorun, Bir Kent Sorunu Olarak Algıladı
Türkiye halkı da, dünyanın pek çok yerindeki insanlar gibi, başka pek çok zehirli kirletici ile birlikte arseniğin getirdiği hastalıklarla boğuşmaya hükümlü. Hele yoksul iseler, iyi beslenemiyor, sağlık hizmetleri bir kamu hizmeti değil de ücretli bir ticari hizmete dönüştürüldüğü için umarsızsalar.
Sahi, “sudaki arsenik neden küresel kapitalizmin egemenliğinden önce kanser yapmıyordu?”
Öncelikle kanseri yenmek mi gerekli; yoksa, kapitalizmi aşmak mı?
Kaynak – Ekolojistler