Çiftçi eline geçen süt fiyatları, çiftçileri hayvanlarına kesime göndermeye itecek kadar düşük iken, marketlerdeki süt ve ürünlerinin fiyatları tüketicilerin alımlarını kısıtlamaya yönlendirecek kadar çok yüksek. “Ulusal Süt Konseyi” denilen kuruluş çiftçi eline geçen süt fiyatı ile ilgili bir tavsiye kararı alıyor ve bu az çok uygulanıyor. Konsey uzunca bir süredir 7,5 TL olarak sabit kalan bu tavsiye fiyatını 14 Ekimden geçerli olmak üzere 8,5 TL’ya yükseltti. Çiftçiler bunun da son derece yetersiz olduğunu, maliyeti kurtarmadığını, maliyetin 10 TL’nın üzerinde olduğunu ileri sürüyorlar. Bu duruma Süt Endüstrisi Kurumu (SEK), Yem Fabrikaları gibi kuruluşlar özelleştirerek gelindi. Böylelikle çiftçiler kendilerine dayatılan yem fiyatları ve süt fiyatlarını kabul etmek zorunda kaldılar. Son dönemde ise TL’sının değersizleşmesi sonucu yem, mazot vb. bütün girdiler çılgınca arttığı için sütte yaşanan kriz derinleşti.
Tarım ve Orman Bakanlığı çiğ süt destek primi adı altında, üretilen litre başına 20 kuruş destek yapıyordu. Bakanlık bu primi 2.5 katına kadar arttırarak 50 kuruşa çıkardı. Böylelikle çiftçinin eline 9 TL geçeceğini açıkladı. Önerilen bu 8,5 TL’lık çiğ süt fiyatını her çiftçinin alamadığını belirtelim. Benzer şekilde de bütün süt üreticileri süt primini değişik nedenlerle alamıyor.
Bu prim tarzı destekleme modeli neoliberal politikaların uygulandığı dönemlerden bu yana sadece sütte değil, buğdayda, zeytinyağda vb. birçok üründe uygulanıyor. Özelleştirmeler öncesinde SEK gibi kuruluşlar birçok bölgede alım yaparak çiğ süt fiyatlarının çok düşmesini az çok önlerlerdi. Tütün, pamuk, üzüm gibi birçok üründe ise ilan edilen taban fiyatları ile çiftçi eline geçen fiyatların belli bir düzeyin altına düşmesine izin verilmezdi. Neoliberal dönemde bu müdahalelerin “serbest piyasa” denilen gerçekte hiç var olmayan bir piyasayı bozarak toplumun refahını düşürdüğünü iddia eden liberal iktisat savunucuları özelleştirmelerin yolunu açtılar. Sonunda piyasa daha çok özel tekellerin eline geçmiş oldu. Bunların bir kısmı yabancı şirketler. Örneğin tütünde tek bir yabancı şirket bütün bir piyasayı kontrol ediyor. Bu dönemde destekleme alımları terkedilerek bu tür primler şeklinde güya desteklemeler yapılıyor. Bu tür primler çiftçinin eline geçen fiyatları arttıramıyor. Düşük kalan bu fiyatlardan ise gıda şirketleri ve aracılar yararlanıyor. Çok düşük kalan bu fiyatlar çiftçinin maliyetinin de altında kalabildiğinden devlet bu tür primlerle çiftçinin gelirine biraz katkı yapmış oluyor. Şimdi düşünürsek, eğer devlet bu katkıyı vermezse bazı durumlarda çiftçi hiç üretim yapmamayı da tercih edebilir. Bu durumda şirketler verdikleri fiyatı çiftçileri öldürmeyecek kadar arttırmak zorunda kalırlar. Bunun örnekleri de görüldü. Kısacası bakanlığın verdiği bu primler aslında şirketlerin kasasına gitmektedir. Bunu kim ödüyor diye sorarsak bütün bir halkın vergileri ile bunun ödendiği açıktır. Bunun içine çiftçiler de dâhildir.
Tire Süt Kooperatifi yöneticileri açıklanan bu tavsiye fiyatını haklı olarak yetersiz bularak devletin primi süt primini 3 TL’ya çıkarmasını önerdiler. Böylelikle çiftçinin eline 11,5 TL geçecektir ve bu durumu biraz olsun düzeltecektir. Bu öneri sürdürülebilir değildir. Şirketler bu öneriyi destekleyebilirler. Böylelikle daha uzun bir süre çiğ süt fiyatlarına zam yapmaktan kurtulacaklardır. Düşürmeyi de düşünebilirler ama sattıkları süt ve ürünlerine kolaylıkla zam yapma olanakları nedeniyle buna gerek duymayacaklardır. Çok kısa bir süre sonra süt üreticileri tekrar kendilerini bir kriz içinde bulacaklardır. Bu politika bütün tarım ürünlerinde uygulanmaya kalkışılırsa bütçenin buna yetmeyeceği de açıktır. Çünkü benzer sorunlar nerede ise bütün ürünler için söz konusudur.
Hemen yarın süt destek primini düşürelim demek istemiyoruz. Hatta sorunların çok ağır olduğu ve alternatif politikaların hızlıca uygulanmasının zor olduğu kısıtlı belli sayıda üründe birkaç yıl için arttırılması da düşünülebilir. Ama önce şu saptamayı yapalım: Prime dayalı tarım politikası neoliberal bir politikadır ve daha çok şirketlerin işine yaramaktadır. Şirketler bu politikaya itiraz etmemektedirler. Neticede bu politikanın yükü çiftçiler dâhil tüm halkın sırtına yüklenmektedir. Bu politikaları yıllar önce önerenler, özelleştirmeci, şirket yanlısı neoliberallerdir.
Tarım kanununda tarıma yapılan desteklerin gayri safi hasılanın %1’inden az olamayacağı belirtilmiştir. Bu husus var olan uygulamalara eleştirel bakan politikacılar tarafından vurgulanmaktadır. Gerçekten de bu oranda bir destekleme hiç yapılmamıştır. Desteklerin daha çok olması mümkündür. Ancak bu desteğin nasıl olacağı konusunda tartışmalar ve arayışlar çok yetersizdir. Var olan fiyatlara dokunmadan yapılan destekleme politikasının neoliberal bir anlayışı yansıttığını ve yapılan desteklerin daha çok şirketlerin kasasına dolaylı olarak aktığı ve bütçeden çıkan bu desteklemenin yükünün çiftçiler de dâhil olmak üzere halkın üzerinde olduğunun bir kere daha altını çizelim. Daha yüksek bir toplam destek yapılmalı ancak destekleme modeli değişmelidir.
Fiyatlara dokunmayan ve halka yük olan mevcut destekleme politikası terkedilmelidir. Eski “Et ve Balık Kurumundan” dönüştürülen kamuya ait “Et ve Süt Kurumu” bulunuyor. Eski SEK özelleştirilmişti. Daha sonra sütü de “Et ve Süt Kurumunun” görevleri arasına kattılar. Bu kurum değişik şekillerde çiğ süt fiyatlarının yeterli bir düzeye gelmesi için çalışabilir. Ancak kurumun süt konusunda bir üretim kapasitesi bulunmuyor. Bu alanda yatırım yapılabilir. Kurum veya Tarım ve Orman Bakanlığı süt üreten kooperatiflere destekleme alımları yapması için de katkı verebilir. Bu katkı uygun koşullarda kredi vererek, kooperatiflere üretim kapasitesi yaratarak yapılabilir. Çiğ süt fiyatı önerisi yapan “Ulusal Süt Konseyine” şirketler hâkimdir. Bu konseyin bir yararı bulunmuyor. Hedef belirleme bu konseyden alınmalıdır. Gerçekçi bir hedef fiyat belirlenerek bunun gerçekleşmesi için Et ve Süt Kurumu doğrudan süt fiyatlarını arttırmak için destekleme alımları yapabilir. Kooperatifler ve Et ve Süt Kurumu tüketiciye süt ve ürünlerini ulaştırmada yeterli bir kapasiteye ulaşmadıkça tüketicinin bu ürünlere ödediği fiyatın ise çok yüksek olacağı açıktır. Kooperatifler de çiğ sütü veya ürünlerini doğrudan tüketicilere ulaştırmadıkça ellerine geçen fiyatları yeterli bir düzeye getiremeyeceklerdir.
Sorunlara uzun dönemli baktığımızda ise meraya dayanmayan, ithal hammaddelerle üretilen kesif yemlerle üretim yapılan bir hayvancılığın yüksek maliyetlerden kurtulması mümkün değildir. Meralarımız korunarak bütüncül mera ıslahı yöntemleri ile geliştirilmelidir. Bitkisel üretim ile hayvancılık birlikte yapılmalıdır. Agroekolojik hayvancılık ile sorunlar çözülebilir. Yemi şirketlerden satın alan, sütü şirketlere satan ne çiftçiler ne de kooperatifler bu kısır döngüden kurtulamaz.
Primlere dayalı tarım politikası çıkar yol değildir. Çiftçiler dâhil bütün bir halkın vergileri bu yolla şirketlerin kasasına dolaylı olarak akmaktadır. Bu primin düzeyinin arttırılması çiftçiler ve tüketiciler için kalıcı olumlu bir gelişmeye yol açmayacaktır. Nerede ise bütün ürünlerde çiftçi eline geçen fiyatlar maliyetin ya altında ya da çiftçinin kendi emeğini sömürerek üretime zorlukla devam edecek düzeydedir. Bütün ürünlerde primleri arttırabilmek ise kolay değildir. Şüphesiz bu politika bir yılda değişmeyebilir. Ancak çiftçi eline geçen fiyatları artırmaya, endüstriyel girdileri azaltmaya, maliyeti düşürmeye, tüketicilerin ödediği fiyatları düşürmeye yönelik politikalar derhal, bugünden başlayarak uygulanmalıdır. Bu süt ve ürünleri sanayicilerinin, zincir marketlerin ve neoliberalların hiç hoşuna gitmeyecektir, ama çıkış için başka bir yol yoktur. Devlet ve kamunun desteği ile kooperatifler çiğ süt fiyatlarını yükseltecek, tüketiciler için ise süt ve ürünlerinin fiyatlarını düşürecek bir politika izlemelidir. Uzun dönemde ise meraları geliştirecek, agroekolojik hayvancılığı yayacak önlemler alınmalıdır.
SÜT PRİMİNDE ARTIŞ KİMİN CEBİNE GİDİYOR, KİM ÖDÜYOR? / Tayfun Özkaya
