Tarım ve Orman Bakanlığı, Tarım Kanunu’nda ve yine tarımla ilgili bazı kanunlarda, Orman Kanunu’nda çok köklü değişiklikler yapıyor. Bu konuda hazırlanan “Orman Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” 2.3.2023 tarihinde esas komisyon olarak “Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonuna”, tali komisyon olarak ise “Adalet Komisyonuna”, “Çevre Komisyonuna”, “Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna” getirildi. Teklifi imzalayanların tümü Adalet ve Kalkınma Partisi üyeleri olmak üzere 206 kişi. Bu tüm partili milletvekillerinin dörtte üçü kadar olmakta. İlk imza sahipleri ise Kocaeli milletvekili İlyas Şeker ve Selahattin Minsolmaz. İlginçtir, İlyas Şeker harita kadastro mühendisi ve tarım komisyonu üyesi değil. Selahattin Minsolmaz gerçi tarım komisyonunun sözcüsü, ancak o da İnşaat fakültesi harita bölümü mezunu ve ulaştırma alanında yüksek lisanslı. Tarım komisyonu başkanı Yunus Kılıç’ın imzası teklifte yok. Komisyon üyesi partili üyelerin çoğunluğunun imzası teklifte yer alıyor.
Bu teklif daha önce taslak olarak bir süre önce gündeme geldiğinde adı “Tarım Kanunu ve bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun” idi. Bu defa “orman” ismi başa alınmış. Bu değişikliğin kanunu tarımcıların gözünden uzaklaştırmak için yapılıp yapılmadığını bilmiyoruz. Kanun teklifi ile ilgili olarak hazırlanan karşılaştırma cetvelinin başlığında ise kanunun adı önceki taslakta yazıldığı gibi “tarım” başa alarak hazırlanmış. Bu da ilginç bir durum. Kanun teklifinin bir depremin ve cumhurbaşkanlığı adayı ile ilgili haberin bütün gündemi kapsadığı bir günde getirilmesi de gene ilginç bir durumdur.
Sözü edilen bu taslağa göre bakanlıkça belirlenen ürün ve ürün gruplarının üretimi için çiftçiler Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan izin almak zorunda olacaklar. Çiftçinin ne üreteceğine bakanlık karar verecek. İzin almayanlar önce uyarılacak, izin almadan üretime devam ederlerse desteklerden men ve idari para cezası uygulanacak. Bakanlığın belirlediği ürünleri çiftçi sözleşmeli olarak üretmek zorunda kalacak. Tarımsal desteklemeler Çiftçi Kayıt Sistemi (ÇKS)’ne göre değil, bakanlığın belirlediği kayıt sistemlerine göre ödenecek. Üst üste iki yıl ekilmeyen tarım arazileri bakanlık tarafından öncelikle bulunduğu yerde ikamet edenlere veya sivil toplum kuruluşları ile meslek odalarına olmak üzere başkalarına kiralanacak.
Sözleşmeli Üretim Zorunlu Olabiliyor
Tarım ve Orman Bakanı Sayın Vahit Kirişçi bakanlığın web sayfasında 8.12.2022’de yayınlanan açıklamasında şunları söylemişti: (1)
“Sözleşmeli üretimi zorunlu kılacağız. Şu anda sözleşmeli üretim ülkede yok denilebilecek düzeyde. Şeker pancarı üreticisi ile şeker şirketleri arasındaki ilişki aslında sözleşmeli üretim oluyor. Ama biz istiyoruz ki arz ve talep arasında bir dalgalanma olmasın. Bunlar arasında seviyeli bir düzey sürekli korunsun. Burada herhangi bir şekilde ne arz açığı ne de arz fazlası olsun. Dolayısıyla sözleşmeli üretimi gerekirse stratejik ürünlerde zorunlu hale getireceğiz. Bu da bizim için çok önemli bir konu.”
Teklifte madde 3/b’de şunlar yazmaktadır:
“Sözleşmeli üretimde irade serbestisi esastır. Ancak salgın hastalıklar, tarım ürünleri ticaretinde yaşanan gelişmeler karşısında arz güvenliğinin sağlanması, tarımsal üretimin iç veya dış talebe uygun olarak ayarlanması veya bitki ve hayvan sağlığının korunması amacıyla, ihtiyaç halinde Bakanlık tarafından belirlenen ürün veya ürün grupları bu madde kapsamında sözleşmeli olarak üretilir.”
Bir dönem Şeker Şirketi çiftçilerle sözleşmeli üretim yapıyordu ve münavebeyi (nöbetleşme) yaygınlaştırması gibi bazı olumlu özellikleri nedeniyle bu sistem, ziraat mühendisleri ve aydınlar arasında çok olumlu bir uygulama olarak kabul edilmekte idi. Ancak günümüzde ve çoktandır sözleşmeli tarım nerede ise tamamen şirketler lehine çalışan, çiftçiye hiçbir seçim şansı (tohum, gübre, bitki koruma vb. konularda) bırakmayan, ekolojiye düşman, endüstriyel tarımı güçlendiren, çiftçiyi adeta köle durumuna indirgeyen bir uygulama olmuştur. Güçlü şirketler sözleşmeye uymayabilmektedir. Örneğin piyasada fiyatlar düştüğünde domatesi zamanında almayarak çiftçiyi sözleşmenin altında fiyatlarla ürün vermeye zorlamaktadırlar. Ürünü küflenme ve değersiz hale gelme tehlikesi içinde olan çiftçi düşük fiyatla satmaya razı olmaktadır. Piyasa fiyatları sözleşme fiyatından yüksek olduğunda ise şirket ürününün en azından bir kısmını şirketten kaçırmak isteyen çiftçiye sözleşmeyi dayatarak istediği sonuca ulaşabilmektedir.2
Tütünde sözleşmeli üretim Tütün Kanunu ile epeydir zorunlu hale getirilmiştir. Sonuç ortadadır. Tütün şirketleri istedikleri fiyatı çiftçiye dayatabiliyor. Teklif bazı ürünlerde sözleşmeli tarımı zorunlu hale getirmekten söz ediyor. Bu saptanacak ürünlerde şirketlere tam bir hegemonya sağlayacak, çiftçiyi bir robot haline getirecek, ekolojiye zararlı endüstriyel tarımı daha da derinleştirecektir. Bu sistemin ülke çapında uygulanması kötü sonuçlar verecektir.
Taslakta sözleşmeden vaz geçen taraflara ceza öngörülmüştür. Madde3/d’de şu şekilde ifade edilmiştir:
“Tarımsal üretim sözleşmelerinde belirtilen mücbir sebepler haricinde sözleşme kapsamında üretilen ürünün alımından veya satımından vazgeçen üretici ya da alıcılar için ceza koşulu belirlenir. Ceza koşulu, alımından ya da satımından kaçınılan ürün miktarının sözleşmedeki bedelinin yüzde yirmisinden az ve yüzde ellisinden fazla olamaz. Et ve Süt Kurumunun taraf olduğu sözleşmelerde üretici için ceza koşulu bu bentte yer alan alt sınırdan daha az olarak belirlenebilir veya ceza koşuluna yer verilmeyebilir”.
Ödenecek tazminat olarak “alımından ya da satımından kaçınılan ürün miktarının sözleşmedeki bedelinin yüzde yirmisinden az ve yüzde ellisinden fazla olamaz” denmektedir. Şirket ürünü almadığı için çürürse ödenecek %20 veya %50 tazminat çiftçinin zararını giderebilecek midir? Sanmıyorum. Çiftçi arabulucuya başvurmak yerine düşük fiyattan satmaya razı olacaktır. O da şirket almaya razı olursa. Bir Amerikalı tarım sosyoloğunun sözleşmeli üretim yapan Amerikan broiler (piliç) üreticisi çiftçiler için “onların durumu köleler ile feodal dönemdeki serflerin arasındadır” sözünü hatırlıyorum.
Çiftçilerin Ürünler İçin İzin alma Zorunluluğu
Taslaktaki diğer bir konu da çiftçilerin ekecekleri ürün için izin alma durumudur. Teklifte şöyle belirtiliyor:
“Tarımsal üretimin planlanması, gıda güvencesi ve güvenliğinin temin edilmesi, verimliliğin arttırılması, çevrenin korunması ve sürdürülebilirliğin tesis edilmesi için Bakanlıkça belirlenen ürün veya ürün gruplarının üretimine başlanmadan önce Bakanlıktan izin alınır. Bakanlık, arz ve talep miktarı ile yeterlilik derecesini dikkate alarak hangi ürün veya ürün gruplarının üretileceği ile tarım havzası veya işletme bazında asgari ve azami üretim miktarlarım belirler.
Bu maddenin ikinci fıkrasına aykırı faaliyette bulunanlardan;
a) Bu maddenin ikinci fıkrasına aykırı faaliyette bulunduğu ilk kez tespit edilenler, bu madde hükümlerine uygun şekilde faaliyet göstermeleri için Bakanlık tarafından yazılı olarak uyarılır.
b) Bakanlık tarafından yazılı olarak uyarılan ancak uyarı tarihinden itibaren 12 ay içerisinde bu maddeye uygun faaliyette bulunmayanlar, uyarı tarihinden itibaren beş yıl süreyle hiçbir destekleme programından yararlandırılmazlar.
c) Bu fıkranın (a) ve (b) bentlerine göre işlem tesis edilen ancak bu maddenin ikinci fıkrasına aykırı olarak bir sonraki takvim yılında da faaliyette bulunduğu tespit edilenlere, ürün grubuna göre bu faaliyetten elde edilecek yıllık brüt hasılasının yüzde birinden beşine kadar idari para cezası verilir.
ç) Çok yıllık üretim faaliyetlerinde yazılı uyarı ve destekten yararlandırmama işlemlerinin tesis edilmesine rağmen bu maddenin ikinci fıkrasına aykırı olarak üretime devam edenlere, aykırı faaliyette bulunduğu tespit edilen her yıl için bu faaliyetten elde edilecek yıllık brüt hasılasının yüzde birinden beşine kadar idari para cezası verilir.”
Bildiğim kadarıyla bu düzeyde çiftçilerin ne ekeceklerini buyuran bir ülke dünyada yok. Şüphesiz tarımda planlama yararlıdır. Çiftçinin ne ekeceğine bürokratların karar vermesi, uygulanabilir ve iyi sonuçlar verecek bir anlayış değildir. Planlama ancak teşvik edici veya caydırıcı önlemler, teşvikler veya kısıtlamalar ile akıllıca yapılabilir. Eşitliğe, dayanışmaya önem verecek bir sistem içinde yaşıyor olsak dahi bu anlamda tam tepeden inme bir planlama çok kötü sonuçlar verir. Örneğin sosyalist bir sistemde sadece bir üst planlama biriminin ülkenin her noktasında ne ekileceğine karar vermesi olanaksızdır. Böyle bir sistemde planlama aşağıdan yukarıya bir katılımcılık olmadan gerçekleştirilemez ve iyi bir plan ortaya çıktığında da bu her bir çiftçinin veya çiftliğin ne ekeceğine merkezi olarak karar verileceği anlamına gelmez veya gelmemelidir. Sosyalizmi işçilerin, çalışanların iktidarı değil de, bürokrat/teknokrat sınıfın hegemonyası olarak anlayan eski bazı uygulamalarda, örneğin Aral Gölü ve çevresinin uğradığı büyük ekolojik felaket gibi çok olumsuz tepeden inme planlama örnekleri unutulmamalı. Katıldığım bir yurtdışı seminerde bir dönem güya sosyalizmin uygulandığı uzak doğulu bir arkadaşın çeltik yetiştirmeye uygun topraklarda buğday ekimine zorlanan çiftçiler ile ilgili söylediklerini hatırlıyorum. Bürokratların her zaman bu tür kararlar alma ihtimali vardır. Ülkemizde uygulanan sistemin kapitalizm olduğu dikkate alınırsa bu tür bir uygulamanın güçlü şirketlere veya devlet tarafından ayrıcalık verilmiş şirketlere yarayacağı açıktır.
Ülkemizde tarımsal plânsızlık ile ilgili çok olumsuz örnekleri yaşadığımız doğrudur. Patates, soğan gibi ürünlerde bir yıl aşırı üretim, ertesi yıl yetersiz üretim ile karşılaşıyoruz. Tarım ekonomisinde örümcek ağı teorisi denilen bu konu önemlidir. Bu gibi sorunları ülkemiz aşabilir. Bunun için birçok önlem alınabilir. Üretimin çok yüksek ve dolayısıyla fiyatın düşük olduğu yıllar merkezi yönetimin, belediyelerin alım yaparak çiftçi eline geçen fiyatı arttırarak tüketicinin ödediği fiyatı düşürmesi, ürünün bir kısmının stok yapılarak gelecek yıla devretmesi etkili olacaktır. Fiyatların çok yüksek olduğu yılı takip eden yıl ise; çok hızlı artacağı beklenen ekim alanlarını azaltmak için hızlı sistemler (dijital platformlar) oluşturarak ekim alanları ile ilgili bilgi yayarak henüz ekmemiş olanların ekimden vazgeçmelerini sağlamak gibi değişik yöntemler uygulanabilir. Ancak çözüm hiçbir zaman her çiftçiye ne ekeceğini dikte etmeye varmamalıdır. Bunun sonuçlarını hiçbir ülke karşılayamaz.
Tarım bir zamanlama işidir. Çiftçi belli bir ürünü ekmeyi planlayabilir. Ancak hava koşulları onun hızla fikrini değiştirmeye zorlayabilir. Tarım il müdürlükleri bu izin işini nasıl hızla çözecek? Bu mümkün görülmüyor. Diğer yandan agroekolojik tarımda ekilen tür sayısının arttırılması, polikültürü güçlendirmek esastır. Bu nedenle bazı bölgelerde verimi biraz düşük olsa da bazı türlerin belirli miktarlarda ekilmesi gerekebilir. Örneğin buğday veriminin daha az olduğu bir bölgede çok değerli yerel buğdaylar aile veya yerel halkın tüketimi; hayvanlar için dane, saman, altlık; bitkiler için malç, gelecek yıl için nematod gibi zararlıları azaltma vb. birçok amaçla belli miktarlarda ekilebilir ve çiftçinin bu kararı ekolojik, ekonomik, beslenme vb. birçok açıdan çok yararlı olabilir. Bu seçimlerin nedenlerinin bir otorite tarafından hızlı bir şekilde anlaşılması bile mümkün olmayabilir. O nedenle her bölgede belli ürünlerin ekilmesi, bazılarının yasaklanması gibi bir fikir çok yanlıştır.
Ülkemizde tarımsal planlama ile ilgili bir yanlış algı da gelişmiş ülkelerde örneğin Hollanda’da çiftçilere ne ekeceklerinin devlet tarafından bildirildiği ile ilgili epeyce yaygın görüştür. Bu bir şehir efsanesidir. Böyle bir şey yok ve hiç olmadı. Hollanda’da kooperatiflerin uzmanları ortaklarına gelecek yıl ürün fiyatlarının ne düzeyde olabileceği vb. konularda geniş bilgiler veriyorlar ve onlara hangi ürünleri, nasıl üretecekleri konusunda bazı önerilerde bulunuyorlar. Ama ürün dikte etmek gibi bir olay hiç olmadı. Otuz beş yıl Hollanda’da yaşamış bir ziraat mühendisi arkadaşımla bir kez daha konuştum ve durumu o da bu şekilde anlattı. Ne yazık ki bu yanlış bilgiler ülkemizde isim yapmış bazı yazarlar tarafından bile yayılıyor.
Ekilmeyen Arazilerin Devletçe Kiralanması
Yasa teklifindeki diğer bir konu da iki yıl ekilmeyen arazilerin bakanlık tarafından başkasına kiralanacak olmasıdır. Kanun teklifinin 37. Maddesi olarak 5403 Sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu’nun 8/K maddesine şu fıkralar eklenmiştir:
“Bakanlık; Hazinenin özel mülkiyetinde veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan tarım arazileri hariç olmak üzere, mülkiyeti gerçek ve tüzel kişilere ait olup, hisselilik, mülkiyet ihtilafı, parçalılık, tarımsal faaliyete son verilmesi, göç veya başka bir sebeple üst üste iki yıl süreyle işlenmeyen tarım arazilerini tespit ederek, ekonomiye kazandırılması ve kamu yararına kullanılması için bu arazileri kira geliri arazi maliklerine ait olmak üzere ve arazinin vasfının değiştirilmemesi şartıyla sezonluk olarak rayiç bedelden aşağı olmamak üzere kiraya verir.”
Kiralama öncelikli olarak kiraya verilecek arazinin bulunduğu yerleşim yerinde ikamet edenlere ya da 5488 sayılı Tarım Kanununun 3 üncü maddesinde belirtilen sivil toplum kuruluşlarına ve meslek odalarına yapılır. Bakanlık kiralama işlemlerini genel hükümlere göre taşınmaz ticareti yetki belgesine sahip işletme ve sözleşmeli işletmelere de yaptırabilir. Bu maddeye göre kiralanan araziler Çiftçi Kayıt Sistemine kaydedilir ve kiracılar bu arazilerle ilgili tarımsal desteklerden yararlandırılır.
Kiralanacak arazilerin rayiç kira bedelleri ve kiralayanların yetiştirebilecekleri ürün veya ürün grupları Bakanlık il veya ilçe müdürlükleri tarafından mahallinde veya elektronik ortamda ilan edilir. Öncelikli gruplardan birden fazla istekli çıkması halinde en yüksek teklifi verene kiralanır. Öncelikli gruplardan istekli çıkmaması halinde diğer isteklilerden en yüksek teklifi verene kiralanır.”
Yasa teklifindeki gerekçeler kısmında ülkemizde yaklaşık 656 bin hektar tarım arazisinin hisselilik, parçalılık, mülkiyet ihtilafları, göç gibi nedenlerle atıl durumda olduğu belirtilmektedir. Bu sayılan gerekçeler doğrudur. Ancak tarım arazilerin son yıllarda ekilmemesinin, boş bırakılmasının temel nedeni kimyasal gübre, mazot, tarım ilacı vb. girdilerin fiyatlarındaki olağanüstü artışlara karşı, ürün fiyatlarının yetersiz artışıdır. Tarımsal üretim artık kârlı olmamaktadır. Bu yasal değişiklik ile şirketler büyük bir avantaj elde edeceklerdir. Aralarında yabancı tohum şirketlerinin de olduğu birçok şirket büyük arazileri halen satın almaktadırlar. Böylelikle büyük şirketler veya büyük kapitalist çiftçiler kiraladıkları ve bütünleştirdikleri arazileri bir süre sonra düşük fiyatlarla satın alacaklardır.
Hisselilik, parçalılık gibi diğer nedenler de şüphesiz önemlidir. Bütün bu sorunları çözmek için toplulaştırma da yapılarak gerçek bir toprak reformu ile kullanılamayan arazilerin topraksız veya az topraklı çiftçilere verilmesinin sağlanması en yararlı çözüm olacaktır. Kârlı olmaması nedeniyle boş bırakılan arazilerin ekilebilmesi için ise tarım politikasında köklü değişiklikler gerekiyor.
Sonuç Yerine
Bu taslakta öngörülen yaptırımların ve devlet müdahalelerinin anayasaya da aykırı olduğu, çiftçilerin özgürlüklerini kısıtladığı çok açık bir şekilde söylenebilir. Kamu çıkarları gerekçe gösterilmektedir. Ancak örneğin zorunlu sözleşmeli tarım kamu çıkarlarına değil şirket çıkarlarına hizmet edecektir. Çiftçilere neyi ekeceklerini veya ekemeyeceklerini dikte etmenin özgürlüklere müdahale olduğu açıktır. Bu tür müdahalelerin ekolojik, ekonomik ve sosyal sorunlara yol açacağı ve sonuç olarak kamu çıkarlarına zarar vereceği görülebilir.
Bu yasa teklifinde sayılan sorunların giderilmesi öncelikle başarılı bir tarım politikasının uygulanması ve agroekolojik bir tarımın yaygınlaştırılması ile sağlanabilir. Taktik olarak birkaç yılı kapsayacak şekilde kimyasal gübre, mazot, kesif yem gibi belli başlı bütün tarımsal girdilerin vergilerin indirilmesi ve doğrudan desteklenmesi, kamunun üretim ve dağıtıma girmesi gibi yöntemlerle fiyatlarının düşürülmesi gerekiyor. Ayrıca çiftçi eline geçen ürün fiyatlarının da doğrudan destekleme alımları yapılması ve kooperatiflerin güçlendirilmesi ile yükseltilmesi sağlanmalıdır. Bunlar sağlandığında boş olan arazilerin önemli bir kısmının ekilmesi beklenebilir. İyi ve etkili bir tarım politikası ile üretimin istikrarlı olması ve dengesizliklerden kaçınılması mümkündür.
Üretimin istikrarlı olması için tarım politikasında ekilecek ürünlerin tepeden inme bir şekilde bürokratlarca saptanması yerine güçlü tarım politikaları, destekleme sistemleri, iklim sorunları ve ekonomik krizlere karşı istikrarı ve dayanıklılığı güçlendiren agroekolojiyi yaygınlaştırmak gerekmektedir.
Stratejik olarak ise endüstriyel girdilere (kimyasal gübre, mazot, tarım ilaçları, kesif yem vb.) dayanan tarım sisteminin artık ülke ve dünya için sonuna geldiğimizin kabul edilmesi gerekiyor. Bu nedenle bugünden başlayarak agroekolojik tarımın güçlendirilmesi gerekiyor. Dünyada birçok ülkede agroekolojiyi geliştirmek için önemli adımlar atılıyor. Tarım ve Orman Bakanlığımızda bu konuda yapılanlar yok düzeyinde. Ekolojik yaklaşımları kullanarak endüstriyel girdilerden vazgeçmek mümkündür. Çoklu tarım (polikültür), ara ürünler, hayvancılığın bitkisel üretimle entegrasyonu, yeşil gübreler, malçlar, azaltılmış toprak işleme veya sıfır toprak işleme gibi uygulamaların hızla yaygınlaştırılması gerekiyor.
Kısa dönemde taktik olarak endüstriyel girdiler desteklenebilir. Aksi takdirde tarımsal üretim gerileyebilir. Ancak stratejik olarak bunu sürekli kılmak öldürücüdür. Ağırlığın hızla agroekolojik tarıma verilerek bu girdilere verilen destek giderek sıfırlanmalıdır. Tarımsal kooperatiflerin, tüketim kooperatiflerinin, gıda gruplarının, ekolojik köylü pazarlarının desteklenmesi, gıda egemenliğine önem verilerek hepimiz için yararlı olacak tarım politikalarının uygulanması kaçınılmaz olacaktır.
(1) https://www.tarimorman.gov.tr/Haber/5623/Tarim-Ve-Orman-Bakani-Kirisci-Turkiye-2023-Zirvesine-Katildi