Tek başına iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partis, sahip olduğu çoğunluğa güvenerek yeni bir anayasa taslağı üzerinde hummalı bir çalışma içinde. 12 Eylül askeri darbesinin ortaya çıkardığı 1982 anayasası her ne kadar çeşitli defalar (1995, 2001, 2004) demokratikleşme sürecinin bir gereği olarak eksikleri ve yanlışları ile değişimlere uğratılmışsa da bundan önceki hemen tüm anayasa değişikliği çalışmaları siyasi partilerin de içerisinde yer aldığı toplumsal uzlaşının bir sonucu olarak gerçekleştirilmiş idi. Oysa, bugünlerde gerçekleştirilen söz konusu taslak, iktidar partisinin, bazı anayasa profesörleri ve uzmanlarını bir araya getirerek, kendi arzuları, siyasi ve ideolojik tercihleri doğrultusunda kurgulanan bir çalışmanın ürünü olma yolundadır. Bu çalışmada başka hiçbir siyasi parti, sendika, demokratik kitle örgütü ve benzeri kuruluşların katılımı ve paylaşımının söz konusu olmadığı görülmektedir. Kaldı ki, yapılan, eskinin üzerinde birkaç değişiklik te değildir. Mevcut anayasamızın değiştirilemez maddeleri de dahil olmak üzere tümden ele alındığı yeni bir anayasa hazırlanmaya çalışılmaktadır.
Kamuoyuna yansıyan şekliyle söz konusu yeni anayasa taslağı; Cumhuriyetimizin temel değerleri ve temel hak ve özgürlüklerin garanti altına alınması kaygısından çok, küreselleşme ve ülkemiz için biçilen neo-liberal politikaların bir anayasal kurgusu gibi görünmektedir.
Taslağın, tarım, orman ve çevre ile ilgili yeni düzenlemelerine bakılacak olursa bu kurgu daha iyi anlaşılabilir. Örneğin, önceki tüm anayasalarda yer almasına rağmen, “toprak mülkiyeti”, “tarım ve hayvancılığın korunması”, “tarım ve hayvancılık alanında çalışanların korunması”, “kooperatifçiliğin korunması”, “orman köylülerinin korunması”, “tarım ve diğer sektörlerin dengeli ve uyumlu gelişimini sağlamaya yönelik planlama” ile ilgili maddeleri yeni taslakta yer almıyor. Devletin, toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini önlemek ve topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla gerekli tedbirleri alması önemsiz ve gereksiz görülüyor. Devletin, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırması, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alması da gereksiz görülüyor yeni taslakta. Diğer yandan, devletin önceki anayasalarda yer aldığı gibi, ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanayinin ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesini, ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirilmesini yaparak verimli şekilde kullanılmasını planlamak, bu amaçla gerekli teşkilatı kurmak görevi de ortadan kaldırılıyor. Devletin, üretimin artırılması ve tüketicinin korunmasını amaçlayan kooperatifçiliğin geliştirilmesi yolunda alması gereken tedbirler de yeni dünya düzenine uygun düşmediği için olsa gerek ortadan kaldırılıyor.
Tüm bu maddelere yeni anayasada neden yer verilmediğinin iyi analiz edilmesi gerekir. Aslında hepimiz gayet iyi biliyoruz. Geçenlerde süt üretiminde 30 milyon dolarlık yatırım yapmış olan bir tarım işletmesinin üst düzey yöneticisinin söylediği birkaç söz bunun nedenlerini gayet iyi ortaya koyuyor. Tarımsal ve sosyal konularda uzman edasıyla kelam eden zatı muhtereme göre; Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk’ün başlattığı demokratikleşme devrimini tamamlamak, darbeleri tarihe karıştırmak için köylülüğün tasfiye edilmesi gerekiyormuş. Hatta nüfusunun yüzde 35’i köylü olan bir toplumda demokrasinin oturması da mümkün değilmiş. Ayrıca mera kanunu da “sovyetik bir düzenin ürünü” olduğu için meraların köylünün ortak malı olması da son derece yanlış imiş. Köylü vatandaşlarımızın kentlileştirilmesi ve var olan 4 milyona yakın çiftçi ailesinin yok edilerek, 40-50 bin sermaye-yoğun işletmeye dönüştürülmesi ülkemiz için tek çözümmüş. Anlaşılan, köylülüğün tasfiye edilmesi, yaklaşık 20 milyon köylümüzün, çiftçimizin kentlerin varoşlarında açlık, sefalet ve yoksulluk içerisinde yok olması pek uygun görülüyor.
İşte ne yazıktır ki, kamuoyuna yansıdığı şekliyle bilgimiz dâhilindeki yeni anayasa taslağında getirilmeye çalışılan anayasal düzen de, daha çok laikliğin erozyona uğratılacağı kaygısı üzerinde odaklanan tartışmalarla dikkatlerden kaçırılan, küreselleşme ve ülkemiz için biçilen neo-liberal politikaların bir anayasal kurgusu olmaktan öteye gitmeyecek gibi görünüyor.
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Başkanı
Tarım ve Yeni Anayasa Üzerine
