Bu yazımda, endüstriyel tarım, insanlığı doyurabilir ve istihdamı sağlayabilir mi konusunu sorgulamaya çalışacağım.
TARIMDA KAPİTALİST POLİTİKALAR NASIL DEĞİŞİM GÖSTERDİ?
1980’li yıllara değin dünya, iki kutbun yönlendiriciliğindeydi. Bir yanda reel sosyalizm, bir yanda emperyal kapitalizm ve kurumları dünyayı şekillendiriyordu. Emperyal kapitalizm, anılan yıllara değin özellikle çevre ülkelerinde köylülüğü, bir başka deyişle küçük üreticiliği destekleme politikalarını sürdürdü. Ancak temel amacı, özellikle çevre ülkelerinde ortaya çıkabilecek toplumsal muhalefetin devrimci hareketlere dönüşümünü engellemek, daha doğrusu onları düzenin sınırları içinde gelişmelerini yönlendirmekti.
Bununla birlikte, emperyal kapitalizm, 1980’li yılların sonlarından itibaren tarımda izlediği politikaları terk etmeye başladı. Bu dönüşümde iki önemli etken rol oynadı. Bunlardan birincisi, reel sosyalist sistemin baskısını ortadan kalkmasıydı. İkincisi de tarımda özellikle Batı’da endüstriyel tarımın geldiği noktaydı. 1980’li yıllara değin tarım ürünleri ithalatçısı olan Batı, AR-GE ile geliştirdikleri yeni teknolojiler ve olağanüstü destekler aracılığıyla tarımda da gereksinimlerin çok üstünde tarımsal ürün ve girdi stoklarına ulaştılar. Anılan stokların eritilmesi, Batı için varlıklarının sürdürülmesi açısından yaşamsal bir zorunluluk durumuna geldi. Bu nedenle çevre ülkelerinin pazarlarını ele geçirmek için yeni-liberal politikalar devreye sokuldu. Daha önceleri de belirtildiği gibi yeni-liberal politikalara küreselleşme politikaları adı verildi.
Yeni liberal politikalarla çevre ülkelerinde;
Küçük üreticiliği destekleme politikaları terk edilmeye başlandı.
Köylülük mülksüzleştirme sürecine sokuldu, işletmelerin dev kapitalist işletmelere dönüştürülmesi doğrultusunda girişimlere hız verildi.
Bu yolla kırsal nüfusun azaltılması da gündeme sokuldu.
ENDÜSTRİYEL TARIM , İNSANLIĞI DOYURUYABİLİR ve İSTİHDAMI SAĞLAYA BİLİR Mİ?
Öncelikle üçüncü dünya ülkelerinde köylülüğün tasfiyesi ile küçük ve orta ölçekli işletmeler yerine, kurulması özendirilen dev işletmeler ve sözleşmeli tarım modeli ile, üretim ve verimi artırmak olası mı sorusuna cevap aramak gerekiyor. Bu olası değil. Nedenlerini sıralayalım;
Çevre ülkeleri, sistem içinde kaldıkları ya da sisteme karşı güçlü muhalefet yapamadıkları sürece, çağdaş teknolojilere sahip olmazlar. Çünkü teknolojileri, sanayi toplumları üretebilir. Bu ise ulus devletlerin serbest rekabet kurallarını askıya almaları ve pazar güçlerine set çekmeleri ile olasıdır. Merkez ülkeleri, devletin müdahalesi ile sanayi toplumu haline dönüşmüşlerdir. Ancak kendileri sanayileşince, sonra gelenlerden serbest rekabet kurallarına uymaları istenmekte ve bunun savunmasını yapmaktalar. Bu ikili tutum, kapitalist ideoloji söyleminin hiç seslendirilmeyen, ancak değişmez bir kuralı gibi gündemdedir. Buna muktedir olamayan çevre ülkeleri sürekli teknoloji ithal etmek zorundadırlar. Dolayısıyla tarımsal girdiler bakımından da sürekli bağımlı kalırlar.
Çevre ülkeleri, oluşturulan tarımsal üretim modelleri ile üretim girdi ve çıktılarının değerlendirilmesini merkez ülkelerine göre şekillendirmek zorundadırlar. Bir başka deyişle tarımsal üretim deseni, büyük ölçüde yurt içi gereksinimlere göre değil, merkez ülkelerinin tarım ve gıda şirketlerine göre şekillenir.
Dev işletmeler modeli, tarımda işçileştirmeyi ve yabancılaşmayı da yaratır. Bu durum ise söylenenin tam aksine, tarımda toplam etmen verimliliğini düşürür. Uzmanlar, işletmelerinin verimlilik açısından değerlendirilmesinde, tarımda toplam etmen verimliliğinin dikkate alınması gerekliliğini dile getiriyorlar. Küçük ve orta ölçekli işletmelerde emek daha ucuz, dolayısıyla fırsat maliyetinin daha düşük olmasına ek olarak toprak ve sermaye de daha az maliyetlidir. Bu nedenle bu işletmeler, dev işletmelere göre daha yüksek bir toplam verimliliğe sahiptirler.
Diğer yandan çevre ülkeleri için önerilen sözleşmeli tarım modeli de tek yanlı bir bağımlılık yaratmakta ve işletmeleri tarım ve gıda şirketlerinin sömürüsüne bırakmaktadır.
İkinci sorumuza cevap arayalım;
KÖYLÜLÜĞÜN TASFİYESİ İLE AÇIKTA KALACAK YAKLAŞIK ÜÇ MİLYAR DOLAYINDA İNSANA, KENTLERDE İŞ VAR MI?
Samir Amin adlı namuslu bir bilimci bu soruya şöyle cevap veriyor; “…Elli yıllık bir zaman dilimi içinde (dünyada), yılda yüzde 7’lik sürekli bir büyüme hızı gibi hayalci bir hipotez gerçekleşse bile, bu rezervin (yani kentlere gelen üç milyar insanın) üçte birini bile emmeyi beceremez. Yani kapitalizmin doğası gereği, köylü sorununu çözemez ve ortaya koyduğu tek perspektif, gecekondulaşmış bir dünya ve beş milyar fazla insandır.” (Amin, S.,”Editör” XXI. Yüzyıl Meydan Okumaları Karşısında Köylü ve İşçi Mücadeleleri, 2008. Özgür Üniversite Yayınları).
Özetle, endüstriyel tarım, insanlığı doyurmaya ve istihdamı sağlamaya yetmiyor. Bu anlamda öncelikle üçüncü dünya ülkelerinde gözlemlenen yoksullaşmayı ve büyük ölçüde dağılmakta olan köylü toplumlarının yaşadığı krizi, endüstriyel tarım şekillendiriyor. Ancak ortaya çıkan bu durum, kuzey ülkelerinde yaşanan krizden de bağımsız değil.
Sonuç olarak kapitalist üretim biçimi ve ilişkileri, salt üçüncü dünya ülkelerini değil, kuzey ülkelerinin emekçi kesimlerini de yoksullaştırmakta ve yabancılaştırmakta.
*Prof. Dr.