Enflasyon Canavarından Enflasyon Sineğine
Yakın zamanda sosyal medyada 90’larda çocuk olmak diye bir furya vardı. 90’lardaki pop müziği 2000’lerde bulamayan gençler küreselleşme projesinin hala umutvar dönemlerinde kontrolsüz bir arzu ile dışarı açılan bir ülkede ergenlik geçirmenin tecrübelerini mizahi bir dille paylaşıyordu. Bu furya ile toplumsal hafızadan çağırılan bazı imajlar arasında bir de enflasyon canavarı vardı. Ben de 90’larda büyümeye çalışan bir çocuk olarak ülkenin çalkantılı ekonomik ve politik ortamında tam olarak ne olduğunu anlamadığım ama kötü olduğuna emin olduğum enflasyonu, bir canavar olarak tahayyül ederdim. Şimdi bile, o zamana dair düşündüğümde zihnime “Van Canavarı” mı, enflasyon canavarı mı tam kestiremediğim dragonvari bazı imajlar geliyor. O zamanlarda, orta sınıfta tutunmaya çalışan bir ailenin ferdi olarak benim gözümde enflasyon canavarının gündeliği etkileyen çok somut etkileri vardı elbette. 90’ların ortalarında enflasyonda zirve, 2000’lerin başında ekonomide en dip görüldükten sonra dervişlerin reçetesiyle ve mali disiplin ile canavar mağlup edildi fakat yüksek enflasyon toplumsal hafızada halen daha bir dragon olarak varlığını koruyor.
Bir süredir enflasyon, canavarlaş(tırıl)acak büyüklükte olmasa da, ekonomi yönetiminin canını sıkıyor. Çift haneler sanki bir psikolojik sınır ve aşılmışa benziyor2. Bu sefer enflasyon canavardansa uyuz bir sinek gibi; küçük ama mide bulandırıyor. Kovuyorsun uçuyor ama gitmiyor. Para politikalarından, haliyle de enflasyonla mücadeleden, sorumlu Merkez Bankası’nın yakın zamandaki enflasyon raporlarını incelediğimizde; bu sineği başımıza tebelleş eden en önemli etmenin gıda fiyatları olduğunu çıkartıyoruz. Sinek bir meyve sineğiymiş. Hükümet yetkililerine bakılırsa gıda enflasyonu çözülürse, enflasyon bir sorun olmaktan çıkacak gibi duruyor. O yüzden bir süredir tüm ekonomi yönetimi gıda enflasyonuna savaş açmış durumda. Merkez Bankası, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı (GTHB) başta olmak üzere farklı bakanlıklar, Gıda Komitesi farklı kollardan gıda fiyatlarındaki artışın önüne geçmeye çalışıyorlar. Buna yönelik olarak kamuoyunda bugünlerde en çok tartışılan konu tarım ürünleri ithalatında uygulanan gümrük vergilerinin düşürülmesi ve hatta sıfırlanması meselesi. GTHB ve Ekonomi Bakanlığı temsilcileri gıda fiyatlarında artışa sebep olduğu düşünülen ürünlerde gümrüklerin düşürülmesiyle bir şok etkisi yaratarak gıda enflasyonunun kontrol altına alınmaya çalışıldığı üzerine açıklamalar yaparken, bu kararlara karşı çıkanlar bu yöntemin üreticilere zarar vereceğini, gıda fiyatlarıyla ilgili soruna kalıcı bir çözüm getiremeyeceği ve dahası uzun vadede olumsuz etkileri olacağı fikrindeler.
Bu yazıda, ithalat ve gümrük düzenlemeleriyle ilgili görüş ayrılıklarından yola çıkarak Türkiye’de yakın zamanda gıda fiyatlarındaki gelişmelere odaklanacağım. Öncelikle hükümetin yakın zamanda gıda enflasyonu ile ilgili aldığı önlemleri derleyerek ekonomi yönetiminin bu konuya dair tutumunu tartışacağım. Daha sonra, son 15 yıllık süreçte Türkiye’de enflasyon ve gıda fiyatları üzerine olan ilişkiyi ortaya koymaya ve Türkiye’de ve dünyada gıda fiyatlarının seyrini takip etmeye çalışacağım. Sonuç olarak, gıda fiyatlarında yaşanılan sorunun Türkiye tarımıyla ilgili yapısal bir takım etmenlere bağlı olduğunu ve bu durumun gıda krizi olarak tariflenebilecek potansiyel bir tehlike barındırdığını iddia edeceğim.
Gıda Enflasyonu ile Mücadele ve Enflasyonun Sınıfsallığı
Aşağıdaki tabloda, TUİK tarafından Kasım 2017’de açıklanan enflasyon rakamları ve harcama gruplarına göre tüketici fiyat endeksleri verilmekte. Bu tabloya da yansıdığı üzere, Türkiye’de bir süredir gıda fiyatları genel enflasyon oranlarının üzerinde seyretmekte ve onu yukarı yönlü etkilemektedir. Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE)’de, ana harcama grupları itibariyle, bir önceki yılın aynı ayına göre ulaştırmada %18,56, gıda ve alkolsüz içeceklerde %15,78 artış yaşanmıştır.
Türkiye’de gıda fiyatları uzun zamandan beri kontrol edilemeyen bir şekilde yükseliyor. Herkes durumun farkında; pazara, manava, markete, lokantaya giden herkes bu durumu gün be gün deneyimliyor. Enflasyonun düşürülmesi bugünlerde ekonomi yönetimi açısından hem enflasyonun toplumsal hafızadaki yeri hem de ülkenin ekonomik performansının hükümetlerin politik istikbaline olan doğrudan etkisi sebebiyle en önemli gündem.
Yüksek enflasyonun ülke ekonomisi açısından birçok olumsuz etkisi vardır. Burada altına çizmek istediğim ve ekonomi yönetimini bu hususta acil önlem almaya iten etki, enflasyonun gelir dağılımı üzerindeki eşitsiz etkisidir. Enflasyon gelir dağılımı bozucu bir etkiye sebep olur. Özetle, enflasyon gelirleri sabit olan ve emek gücüne dayanan toplumsal kesimlerin zararına, gelirleri rant ve karlara dayanan kesimlerin yararınadır3. Öte yandan, gıda enflasyonunun yüksek olması, toplam harcamaları içinde gıdanın ağırlığının daha yüksek olduğu düşük gelirli grupları daha çok etkilemektedir. O yüzden bu gruplar yüksek enflasyon durumunda ekonomik büyümenin getirilerini diğer gruplara nazaran daha az hissetmektedirler. Son zamanlarda, ana haber bültenlerine çok sık yansıyan semt pazarlarında meyve, sebze fiyatlarının uçtuğu haberleri ve çok yansıtılmasa da pazarda alışveriş yapanların tepkileri hükümeti bu konuda acil önlem almaya itmektedir. Hiç bitmeyen bir seçim ekonomisi sisteminde semt pazarları önemli seçim anketi mekanlarıdır ve AKP halkın nabzını yoklamayı süreklileştirerek ve buradan çıkan sonuçları söylem düzeyine çıkartarak siyasetini kurmayı üstüste kazandığı seçimler sonucunda geliştirmiştir.
Öncelikle gıda fiyatlarındaki artışa yönelik olarak yakın zamanda hükümetin ve farklı bakanlıkların attığı adımları incelemekte fayda var. Böylelikle, bu alanda alınan önlemleri daha geniş bir bağlamda değerlendirerek karşı karşıya olunan sorun ve bunun ekonomik ve politik etkileri hakkında yorum yapmaya çalışabiliriz.
Gıda enflasyonu birkaç seneden beri hükümetin önemli gündemleri arasındadır. 2014 yılında gıda piyasasındaki aksaklıkları tespit etmek ve fiyat etkilerini önceden görerek tedbir almak amacıyla Merkez Bankası sekreterliğinde “Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları İzleme ve Değerlendirme Komitesi” kuruldu. Komitenin asıl görevi gıda ve tarımsal ürün piyasaları için bir erken uyarı sistemi geliştirerek, piyasadaki fiyatların artmasına sebep olacak etkileri tespit ederek, onlarla ilgili alınması gereken tedbirleri belirlemektir. Gıda Komitesi de kurulur kurulmaz, tarım politikalarından sorumlu GTHB yetkilileri ile görüş ayrılıkları sebebiyle komitenin işleyişinin krize girdiği haberleri kamuoyuna yansıdı4. Gıda Komitesi, devlet yönetimindeki, özellikle tarım politikalarının planlanması ve uygulaması aşamasında, kronik yetki karmaşası problemini çözmek yerine arttıran bir yapı olarak varlığını sürdürüyor. Gıda Komitesi kurulduğundan bu yana çok fazla toplantı yaptı; yetkililer her toplantının sonunda gıda fiyatlarındaki artışa sebep olan doğal afetlerin ve iklim koşullarından kaynaklı “beklenmedik” değişimlerin ötesinde arz ve dağıtım zincirindeki yapısal sorunlara yönelik önemli kararlar aldıklarını ifade etti. Fakat toplantıların ardından çok geçmeden bu toplantılarda alınan kararların bir başka yönüyle ilgili haberler ajanslara düşüyor: falanca üründe gümrük vergisi sıfırlandı veya falanca kuruma falanca ürününün gümrüksüz ithali için yetki verildi…
Örneğin son olarak, Bakanlar Kurulu Aralık (2017) ayının başında kuru baklagillerin ithalatında uygulanan gümrük vergisini sıfırlayan bir karar aldı. Böylelikle Resmi Gazete’de yayınlanan “İthalat Rejimi Kararına Ek Karar” ile 1 Haziran 2018 tarihine kadar belirli ülkelerden yapılacak fasulye türleri, barbunya, nohut ve börülce ithalatında gümrük vergisi oranı sıfır olarak uygulanacak5. Baklagillerde gümrük vergisinin sıfıra düşürülmesi ilk defa uygulanmıyor; 2014’te de kuru fasulye fiyatları aşırı yükselmesi sonucunda gümrük vergileri geçici olarak sıfırlanmıştı6. Son yıllarda kamuoyunda çok tartışıldığı üzere, bu tip gümrük vergisi düzenlemeleri sadece baklagillerle sınırlı değil. Son 3 yılda birçok üründe; şekerde7, kaba yemde8, kırmızı ette9, damızlık hayvanda10, mısırda11, pirinçte12, buğdayda13, arpada14 gümrük vergileri ya daha önce hiç görülmediği ölçüde indirildi, ya da sıfırlandı.
Öte yandan yine bilindiği üzere GTHB, kırmızı etteki fiyat artışının önüne geçebilmek amacıyla sadece gümrük vergilerini düşürmekle yetinmedi. İhtiyaç olan etin yurtdışından daha uygun fiyatlarda temin edilmesinin mevcut tedarik zincirindeki problemler sebebiyle fiyatların düşmesine doğrudan etkili olmayacağını düşünmüş olmalı ki, Et ve Süt Kurumu aracılığıyla, bazı zincir marketlerde doğrudan uygun fiyatlı et satışına giderek piyasaya müdahale etmek istemiştir.
Gıda fiyatlarının yüksek seyretmenin sebepleri arasında ürünün üreticiden tüketiciye ulaşana kadar çok fazla el değiştirmesi gösterilmektedir. Son yıllarda gıda enflasyonun kronikleşen bir sorun olmasıyla yeni bir düşman ortaya çıkmıştır: Aracılar. Aracıların tam olarak kim olduklarına, hangi yollarla gıda fiyatlarına müdahale ettiklerine yönelik ne kamuoyunda da ne karar alıcılar nezdinde net bir fikir yok gibi gözüküyor. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı ise hedefini sebze ve meyve hallerine yöneltmiş gözüküyor. Bir süredir hallerle ilgili yasanın değişmesi gündemde olmakla birlikte ne hallerle ilgili problemin kaynağı ne buna yönelik olarak alınacak somut tedbirler net bir şekilde kamuoyu ile paylaşılıyor15.
Bakanlık nezdinde gıda fiyatlarındaki artış ile mücadelede bir diğer hedef fiyatları suni olarak yukarıda tutan piyasadaki bazı aktörlerdir. Bakanlık ve hükümet yetkililerinin açıklamalarına bakıldığında bu aktörler tespit edilmiştir, bilinmektedir. Bu kişiler piyasa güçlerini kullanarak ve spekülasyon yaparak fiyatları bilerek yukarıda tutarak haksız kazanç sağlamaktadırlar. Bakanlık ve hükümet söylem düzeyinde gıda piyasalarındaki karaborsacılara ve spekülatörlere savaş açmış durumda16. Ancak, bir süredir gıdada taklit ve tağşiş yapan firmaları kendi sitesinden duyurarak ifşa yoluna giden bakanlık, farklı manipülasyonlarla tüketicinin fahiş fiyatlarla gıdaya erişmesine neden olan ve ülke kaynaklarının ithalat yoluyla dışarıya akmasına sebep olan aktörlerin kimler olduğuna dair net bir açıklama yapmamıştır. Bu hususta herhangi bir firma hakkında kamuoyuna yansıyan hiçbir cezai süreç işletilmemiştir. Bakanlığı bu konuda somut adım atmaktan alıkoyan, bu aktörlerin piyasada faaliyet gösteren belirli büyük firmalar olması olabilir. Piyasa manipülasyonu olarak tariflenen işlemlerin ise gıda piyasalarında tarımsal reformlar sonucu kurumsallaşan oligopol piyasa düzeni olması kuvvetle muhtemeldir. Yani tüm yasal oyuncular oyunu kurallarına göre oynamaktadırlar.
Enflasyon ile mücadelede gıda fiyatları ile ilgili olarak uygulamaya geçirilen son uygulama ise Türkiye’nin son dönemde ekonomik büyüme performansı üzerinden tartışma yaratan hesaplama yöntemleri ile ilgilidir. Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, Türkiye’nin gelişmişlik seviyene göre gıdanın enflasyon sepeti içindeki ağırlığının yüzde 20’nin altına düşürülmesi gerektiğini ifade etmiştir17. TUİK, 2017 yılı itibariyle enflasyon (TÜFE) hesaplamalarında mevsimsel ürünlerin her ay farklı bir ağırlığa sahip olduğu değişken ağırlık yöntemi yerine, Avrupa Birliği tarafından önerilen, her ürünün yıl boyunca ve bütün aylarda aynı ağırlığa sahip olduğu sabit ağırlık yöntemi kullanılacağını duyurdu. Bu düzenleme sonucunda enflasyon sepetinde gıdanın ağırlığı düşürüldü. Bu iki sene içinde yapılan ikinci ağırlık düzenlemesi oldu. Ana harcama grupları arasında gıda ve alkolsüz içeceklerin ağırlığı 2015 yılında yüzde 24,25 iken, 2016’da 23,68’e, 2017 yılında son düzenlemeyle de 21,77’ye düşürüldü (bknz. Tablo 1)18.
Ülkelerin gelişmişlik seviyesine göre gıdanın enflasyon sepeti içindeki ağırlığı değişmektedir. Milli gelir düzeyi yüksek olan ülkelerde gıdanın enflasyon sepeti içindeki payı görece daha düşüktür. Bunun mantığını bireysel ölçekte şu şekilde anlayabiliriz: Aylık geliri düşük olan bir kişinin gıda, ulaşım, giyim gibi temel ihtiyaçlar için yaptığı harcamalar gelirinin önemli bir kısmını oluşturmaktadır; yüksek gelirli biri içinse bu temel alanlarda yaptığı toplam harcama daha yüksek bir tutar da olsa, gelirinin oransal olarak daha düşük bir kısmına tekabül edecektir. Aynı gerekçe ile gıda, ulaşım, giyim ve barınma gibi yaşamsal anlamda daha temel alanlarda oluşan fiyat artışları toplumsal düzeyde gelir gruplarına farklı etkileri olmaktadır. Resmi enflasyon ile hissedilen enflasyon arasında fark olduğu tartışmasının sebebi farktan kaynaklanmaktadır. Mesela BETAM’ın Mart 2016 araştırması, gıda ve alkolsüz içeceklerin en yoksul kesimin enflasyonuna 87,8 puanlık katkı yaparken, en zenginin enflasyonuna olan katkısının 36,8 puanla sınırlı olduğunu gösteriyor (BETAM-Araştırma Notu 16/194).
O yüzden gıda enflasyonu ile mücadele hem makro anlamda enflasyonu düşürmek anlamında bir çaba olarak düşünülebileceği gibi, bu durumun yol açtığı eşitsiz sonuçlar açısından hükümetler için dar gelirlerin alım gücünü korumasını sağlamak anlamında politik bir anlamı da vardır. O yüzden düşük gelirli gruplar açısından gıda enflasyonun hissedilebilir etkisi daha fazladır. O yüzden bu alanda bir önlem alınmak isteniyorsa, gıda fiyatlarındaki artışla ilgili sahici ve hissedilebilir adımların atılması gereklidir.
Tüm bu çabaları bir arada düşündüğümüzde, gıda fiyatlarındaki artışın ve enflasyonla mücadelenin bir süredir hükümetin en önemli gündemlerinden biri olduğunu görüyoruz. Buna yönelik olarak alınan önlemlerin her birinin kendi içinde tartışmalı yanları olmakla birlikte, bu yazıda odaklanmak istediğim konu bu alanda en somut adımların atıldığı farklı tarım ürünlerinde ithalat yoluna gidilmesi ve gümrük vergilerinin düşürülmesi olacak.
Türkiye’de Gıda Fiyatlarının Yakın Dönemdeki Seyri
Bu bölümde Türkiye’de yakın dönemde kronik bir problem haline gelen gıda enflasyonu ile ilgili gelişmeleri değerlendirmeyi amaçlıyorum. Tarım ürünleri ve gıda fiyatlarının seyrini karşılaştırmalı olarak inceleyerek, bugünlerde iktidarın gıdada fiyat artışlarına çare olarak gümrük vergilerini düşürme yoluna gitmesini tartışmaya açmak niyetindeyim.
-
Tarım ürünleri ithalatında gümrük vergilerinin düşürülmesi veya sıfırlanması ile ilgili kararlar sebebiyle son zamanlarda daha çok tartışılır olan gıda enflasyonunu kronikleşme eğilimindedir.
Yukarıdaki grafikte üç fiyat endeksinin 2003-2017 yılları arasındaki seyri verilmiştir19. Grafikte yeşil renkli olan çizgi Türkiye’deki gıda fiyatları endeksini, sarı renkli olan genel olarak tüketici fiyatları endeksini (TÜFE) ve mavi renkli olan dünya gıda fiyatları endeksinin değişimini yansıtmaktadır. Fiyat endeksindeki değişim şu şekilde okunmalıdır: Yeşil renkli çizgiyi ele alırsak, 2003 yılının başında 100 birim olan Türkiye’deki gıda fiyatlarının ortalama değeri, 2017 yılının yaz aylarında 350 birim olarak ölçülmüştür, yani Türkiye’de gıda fiyatları yaklaşık 14 yıllık süre içinde yıllık olarak ortalama %17,5 artmıştır.
İlk olarak Türkiye’de TÜFE (sarı) ve gıda fiyatları endeksine (yeşil) seyrine bakalım. Türkiye’de gıda fiyatları kısa dönemli farklılaşmalar olmakla birlikte 2012 yılının sonuna kadar TÜFE ile benzer bir seyir izliyor. 2012 yılından sonra ise gıda fiyatlarının istikrarlı bir şekilde genel tüketici fiyatlarının üstünde kaldığını görüyoruz. Diğer bir anlamıyla, gıda enflasyonunun, genel enflasyonu yukarı yönlü etkilediği görülmektedir. Girişte de belirttiğimiz üzere gıda enflasyonunun böyle bir seyirde olması, tüketim harcamaları içinde gıdanın ağırlığının daha yüksek olduğu toplumsal kesimler için hissedilen enflasyonun daha yüksek olması anlamına gelmektedir.
-
2013 itibariyle Türkiye’de gıda fiyatları dünya gıda fiyatlarından ayrışmaktadır.
Yukarıdaki grafikte var olan diğer bir çizgi (mavi) dünya gıda fiyatları endeksini yansıtmaktadır. Dünya gıda fiyatları endeksi gıda krizi olarak da anılan 2008 ve 2011 yıllarındaki ikili zirveden sonra bir düşüş trendi izliyor. 2016 itibariyle dünya gıda fiyatlarında bir artış gözlemlense de şu an için fiyatlar 2007 sonu seviyelerinde seyretmektedir. Türkiye’de gıda fiyatları, 2012 sonu itibariyle dünya fiyatlarındaki seyirden ayrışarak yükselişe devam ediyor. Fiyat endeksleri arasındaki makas o zamandan bugüne açılmaya devam ediyor. Temmuz 2012-Temmuz 2017 arası 5 yıllık dönemde Türkiye’de TÜİK’in ölçtüğü gıda fiyatları birikimli olarak yaklaşık yüzde 60 yükselirken, FAO’nun ölçtüğü dünya gıda endeksinde yüzde 16 düşüş olmuştur. Söz konusu gıda fiyatlarıysa, bir ülkedeki fiyatların dönemsel olarak yerel dinamiklere bağlı dünyadaki genel fiyatlardan ayrışması olasıdır. Fakat böylesi istikrarlı bir ayrışmanın rassalıktan azade belirli yapısal sebepleri olmalı. Ekonomi yönetiminden sorumlu olanların buna dair en temel açıklaması kur etkisidir. Özellikle son yıllarda kurdaki yükselme doğrudan gıda ithalatı kanalıyla ve tarımsal üretimde kullanılan girdilerin ithalata bağımlı olması sebebiyle gıda fiyatlarının artmasına sebep olmaktadır. Örneğin, kurdaki artış tarımsal üretimde ve ulaştırmada en önemli girdilerden biri olan mazot fiyatlarında yukarı yönlü bir etkiye sebep olmaktadır. Yukarıda Türkiye’de ve dünyada gıda fiyatlarını karşılaştırdığımız 2012-2017 yılları arasında mazot fiyatları dünyada birikimli olarak yüzde 50’ye yakın bir düşüş gösterirken, Türkiye’de çiftçinin ödediği mazotun fiyatı aynı dönemde yüzde 30 artmıştır. Önümüzdeki dönemde de petrole olan küresel talebin arza oranla daha fazla yükselmesi beklenmektedir, yani petrol ve türevlerinin fiyatların önümüzdeki dönemdeki seyri artış yönlü olacağı tahmin edilmektedir. Hem kurda hem de petrol fiyatlarında artış beklentisi Türkiye’de gıda fiyatları ile ilgili yaşanan sorunun daha da kritik seviyelere geleceğine işaret etmektedir. Gıda fiyatlarına etkileri anlamında kura ve mazot fiyatlarına atıf yaparken dönemsel etkilerin yanı sıra asıl tartışılması gereken nokta, tarımsal üretimde tercih edilen politikalar ve öncelenen endüstriyel üretim modeli gereği mazotun dışında tarım üretiminde kullanılan tohum, gübre ve zirai mücadele ilaçları gibi girdilerin kullanımında toprak verimini azaltacak oranda aşırı kullanım ve bu girdilerin tedarikinde yıllar içinde artan dışa bağımlılık olmalıdır.
-
Türkiye’de gıda fiyat endeksi 2013 yılı itibariyle sürekli olarak artmaktayken üretici fiyatları endeksindeki artış bunun altında seyretmektedir.
Gıda fiyatları ile ilgili gelişmeleri tartışırken bunun arkasındaki dinamiklerle ilgili önemli bir noktaya daha dikkat çekmek gerekmektedir. Genel olarak TÜFE ve gıda fiyatları ile üretici fiyatlarını karşılaştırmak tüketiciler için olumsuz etkilerini tartıştığımız gıda enflasyonunun üreticiler nezdindeki yansımasını görebilmek adına anlamlı bir resim ortaya koyabilir. TÜİK’in hesapladığı tarım ürünleri üretici fiyat endeksi, çiftçinin üreterek piyasaya satışını yaptığı ürünlerin ilk el satış fiyatlarındaki zaman içerisinde meydana gelen değişimleri göstermektedir.
Bu grafik göstermektedir ki, 2013 yılının başından bu yana çiftçinin ürettiği ürünlerin satış fiyatlarındaki artış (sarı) genel tüketici enflasyonunun (yeşil) ve gıda ürünleri enflasyonunun (turuncu) altında kalmaktadır. Bu da göstermektedir ki çiftçi, ürettiği ürünü ederinden satamazken, masrafları ürün fiyatlarının üzerinde artmaktadır. Aşağıdaki tabloda TÜİK ve GTHB’nin verileri üzerinden bazı tarımsal girdilerin ve ürünlerin 2002 yılı ile bugünkü fiyatları karşılaştırmalı olarak verilmiştir. Tablonun en sağ sütununda verili ürünlerin fiyatlarında bu yıllar arasındaki yüzdelik değişim verilmiştir. Özetle yağlık ayçiçeği tohumu dışında tüm temel tarımsal ürünlerin fiyatlarındaki artış, girdi fiyatlarındaki artışın altında kalmıştır.
FAO ve TÜİK hesaplamaları üzerinden derlediğim bu veriler, Türkiye’de bir süredir gıda fiyatlarındaki sürecin dünyadaki seyirden farklı olduğunu ve bunun sadece belirli dönemlerdeki kuraklık, aşırı yağış, kurdaki yükselme gibi hem doğal hem beklenmedik gelişmelerin yol açtığı piyasa dinamikleri ile açıklanmayacağını, bu sürecin yapısal sebeplerinin olduğunu ifade etmektedir. Türkiye’de tarımsal üretim ve gıda fiyatlarında yaşanan bu süreç yerli üretimin tasfiyesine bağlı olarak karşımızda duran bir gıda krizidir. Yazının devam eden bölümünde, 2008 yılında dünyada gıda fiyatlarındaki kontrolsüz yükselmesi sebebiyle küresel gıda krizi olarak anılan sürece referansla Türkiye tarımının karşı karşıya olduğu sorunlar ele alınacak ve buna çare olarak hükümetin bugün çok sık başvurduğu ithalat yolu ile gıda fiyatlarını kontrol altına alma çabası ve gümrük vergileri düzenlemeleri tartışılacaktır.
Gıda Krizi ve Ucuz Gıdanın Sonu
2008 yılı kapitalist gelişmenin neoliberal evresinin yarattığı ekonomik, ekolojik ve toplumsal problemlerin sermaye birikim sürecini akamete uğrattığı ve dünya ölçeğinde krizlere yol açtığı bir süreç oldu. Aynı zamanda dünyada birçok gıda ürününde sert fiyat artışlarının yaşandığı gıda krizi olarak anılan gelişmeler 2008 itibariyle tüm dünya kamuoyunun gündemindeydi20. O yıllarda sıcağı sıcağına, yaşanan gıda krizinin sebeplerini ele alan çalışmalar, fiyat artışlarına sebep olan konjoktürel etkiler olarak, önemli tarım üreticisi ülkelerdeki olumsuz iklim koşullarına, petrol fiyatlarında yaşanan artışa ve bazı spekülatif etmenlere atıfta bulunmaktaydı. Takip eden yıllarda hem bu dönemsel gelişmeleri hem de daha farklı dinamikleri yapısal olan inceleyen uluslararası gıda sistemini kapitalist sermaye birikim rejimleri dahilinde tartışan çalışmaların sayısı arttı. Bu çalışmalar tarımsal üretimi doğrudan etkileyen ve onun etkilediği küresel iklim değişikliğinden bahsetmekteydiler. Ayrıca bu çalışmalar, ulusötesi şirketlerin küresel olarak tarım ürünleri değer zincirinde artan kontrol ve denetiminden söz ediyorlar. Dünya Ticaret Örgütü ve Dünya Bankası gibi uluslararası örgütlerin tarım anlaşmalarıyla, kalkınma projeleriyle tarımsal üretimi küresel olarak yeniden planlamasından ve güney ülkelerinin şok doktrinleriyle bu yeni planlamaya nasıl razı edildiğinden bahsediyorlar. Bu gelişmelerin belirlediği uluslararası gıda rejiminde, küresel açlık sorunu, küçük ölçekli gıda üreticisinin tasfiyesi, gıda güvencesi ve biyoçeşitliliğin kaybı gibi sorunlar ve bunların yol açtığı politik ve toplumsal krizler sadece bu çalışmaların değil ulus devletlerin ve uluslararası karar alıcıların ortak sorunları olarak dünya gündemini belirliyor. Bu noktada, tüm tarafların örtük olarak kabul ettikleri yeni durumun adı ucuz gıdanın sonudur. Böylesi bir ortak kabul, bu soruna dair söylemlerde, atılan adımlarda verilen mücadelede ise bir ortaklık getirmiyor, maalesef. Birçok örnekte, ulus devletler nezdinde halen daha reel politik ilkesel siyasete galip geliyor; gezegenin sınırlarının aşıldığı bir düzlemde tek başına kurtuluşun mümkün olamayacağı bilinmekle birlikte, uluslararası karar alma süreçlerinin işlemez olduğu, alınan kararlarının ise yine ulus devletler düzeyinde bağlayıcılığının denetlenemediği bir süreç yaşıyoruz.
Tarımda Neoliberal Dönüşüm ve Gümrük Rejimi
Türkiye’de gümrük vergisi oranlarının belirlendiği ana kanun 474 sayı ve 14.05.1964 tarihli Gümrük Giriş Tarife Cetveli Hakkında kanundur. Ekonomi Bakanlığı’nın internet sayfasında ticarete konu olan ürünler üzerine uygulanan gümrük vergileri (oransal-miktara bağlı) bir cetvel halinde (GTİP) bulunmaktadır. Kanuna göre, gümrük vergilerinde gerekli görüldüğünde yapılacak değişiklikler konusunda Bakanlar Kuruluna yetki verilmiştir. Bakanlar Kurulu da genellikle yıl sonunda bu tarifelerde yapılacak değişikleri belirler ve ‘İthalat Rejim Kararına Ek Kararlar’ şeklinde Resmi Gazete’de yayınlar21. Son zamanlarda Gıda Komitesi gıda fiyatları ile ilgili birçok acil toplantı yapıyor ve toplantılarının hemen sonrasında Bakanlar Kurulu’nun kararı ile gümrük tarifelerindeki değişiklik yapan kararlar Resmi Gazete’de yayınlanıyor.
Bakanlar Kurulu’nun tarımsal ürünlerde son yıllarda gümrük vergisiyle ilgili yaptığı düzenlemeleri incelediğimizde, hem kararların sıklığı ve sürekliliği hem uygulanan ürün yelpazesi bu arızi yöntemin dönemsel bir uygulamadan çıkıp tarım ürünleri ithalatında ve gümrük rejiminde farklı bir düzenin tahsis edilmeye çalışıldığını görüyoruz.
Gümrük vergisi düzenlemeleri, ülkeler arası ticareti düzenleyen en temel araçlardır. Gümrük vergisi bir ürünün dış alımında, alıcının üstlenmek durumunda olduğu, o ürünün fiyatı üzerine devletçe belirlenen oranda yapılan eklentidir. Açık ekonomilerde gümrük vergisi devlet açısından bir gelir kalemidir fakat daha da önemlisi yurtiçindeki alıcıların bir ürünü satın alırken daha yüksek fiyat ödemesi pahasına yerli üreticilerin yurtdışındaki rakiplerine karşı korunmasıdır. Tarım ürünleri açısından, gümrük vergisi oranını düşürmek, açık ekonomilerde doğal sebeplerden ötürü tarımsal üretimde yaşanan sıkıntılarda hem toplumsal olarak ihtiyaç duyulan ürünün tedarikinin sağlanabilmesi açısından hem de ürün piyasalarında olası fiyat dalgalanmalarına müdahale edilmesi açısından uygulanan bir konjoktürel-arızi bir yöntemdir. Tarım politikaları açısından ticaret rejimine yönelik alınan her kararın tarımsal üretime yönelik belirli etkileri vardır. Tarımsal destekler ve ticaret rejimi uygulamaları tarımsal politikaların temelini oluşturmaktadır. Bu anlamıyla üretim ve yeniden bölüşüm alanına yönelik bir tercihtir.
Uluslararası ekonomi yönetimi açısından 1970’lerden bu yana uygulanan neoliberal doktrinler çerçevesinde uluslararası ticarette gümrük rejimlerinin terk edilmesine yönelik hakim bir yaklaşım mevcuttur. Neoliberal teorisyenler, klasik politik iktisadın ticaret teorilerini takip ederek, gümrük vergilerinin serbest ticaret rejiminin tam rekabet koşullarında oluşması beklenen piyasada denge fiyatlarını bozucu bir etkiye yol açtığı düşüncesiyle gümrük vergilerinin düşürülmesi gerektiği savunmaktadırlar. Sermayenin ve metaların hareketi ve hızı sermaye birikimi açısından hayatidir. 1970’lerde uluslararası ölçekte yaşanan birikim krizine cevaben sermaye lehine ortaya konan neoliberal reçetenin tamamlayıcı öğelerinden biri de uluslararası ticarette yeni gümrük rejimiydi. Küresel tarımsal üretim de merkezde biriken sermayenin yeni değerlenme alanlarından biriydi.
Gıda politikalarının ve tarımsal üretimin bir ülke açısından taşıdığı önemi düşündüğümüzde gümrük rejimlerinin yapılandırılmasında ortaya çıkan bu hegemonik yaklaşımın kurumsallaşması, gıda ürünleri ticaretinde diğer mal ve hizmet sektörlerine kıyasla daha çatışmalı şekilde yaşanıyor olması şaşırtıcı değildir. Her ne kadar Türkiye’de tarım ürünleri ticaretindeki güncel gümrük düzenlemeleri sadece gıda enflasyonu ile mücadelede başvurulan bir şok yöntemi olarak lanse edilse de küresel ekonomi ve gıda sistemi açısından gümrük rejimi yukarıda özetlemeye çalıştığım bir tarihsel arka plana sahiptir.
Tarımda küresel ölçekte neoliberal yeniden yapılanma, uzun erimde çoğu zaman üst üste geçen ve birbirini destekleyen iki hat üzerinden yürümüştür. İlk düzlemde, kapitalist gelişmenin bu tarihsel momentteki izleğinin yansıması olarak, kapitalist üretim biçiminin dışında kalan toplumsal formasyonların ve üretim örüntülerinin içerildiği, küçük aile üretiminin tasfiye olup sözleşmeli çiftçiliğin yaygınlaştığı süreci hızlandıran tarım politikaları ve yasaları kurumsallaşmaktadır. Bu fazda devletin tarımsal üretimi düzenleyen rolünün budandığı düzenlemeler hayata geçirilmektedir. Tarımsal destekleme politikalarının buna yönelik yeniden düzenlenmesi, tarımsal üretimi regüle eden kamu kurumlarının özelleştirilmesi, gıda alanında uluslararası sermaye yatırımlarını artırmak adına mali reformlar, tarım topraklarının metalaşmasının hızlandıran yasal düzenlemeler, tarımsal üretimin finansmanında devlet dışında özel bankalara alan açacak kurumsal düzenlemeler, farklı ülkelerde hayata geçirilen yapısal reform programlarındaki ortak uygulamalar olarak karşımıza çıkmaktadır.
İkinci hat ise, neoliberal yapılanmanın öncesine dayanan fakat 1970’lerden sonra uluslararası örgütler aracılığıyla kurumsallaşan küresel güneyin tarım üretimini yeniden düzenlenmesini ve yeni bir uluslararası iş bölümünü getiren ticaret anlaşmalarını kapsamaktadır. Bu süreç İkinci Dünya Savaşı sonrasında öncelikle Amerika’nın uyguladığı ticaret rejimi ve takiben Avrupa ortak pazarının kurulması ile uygulamaya geçen Ortak Tarım Politikası (OTP) kapsamında küresel batının temel gıda ürünlerinde sermaye yoğunluklu üretim modeli sayesinde elde ettikleri üretim fazlaları için dünyanın geri kalanını bir pazar olarak yapılandırması şeklinde gerçekleşmiştir. Küresel batı böylelikle, ürettiği temel tahıl gıda ürünlerini ilk olarak gıda yardımları, sonrasındaysa kur ve gümrük rejimleri yoluyla gelişmekte olan ülkelere ithal edeceği, buna karşılık ihtiyacı olan meyve ve sebze gibi emek yoğunluklu ürünleri ihraç edeceği bir düzen kurmak istemiştir.
Türkiye’de tarım ürünleri ithalatında gümrük vergilerinin indirilmesi veya sıfırlanması, sadece son yıllarda kronikleşen bir problem haline gelen gıda enflasyonuyla mücadele için gündeme getirilen bir tercih değildir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması’nın kapsamının genişletilmesiyle, onun devamı niteliğinde olan Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Tarım Anlaşması 1994 yılında imzalanmıştı. Güney ülkelerinin muhalefeti sebebiyle çok tartışma yaratan ve halen daha uygulaması küresel olarak hayata geçemeyen tarım ürünleri ticaretinde gümrük vergilerinin kaldırılacağı ticaret rejimi bu anlaşmanın sonucunda küresel olarak karara bağlanmıştı. Fakat hem uluslararası güç ilişkileri bağlamında gelişmiş ülkeler arasındaki rekabet hem de güney ülkelerinin ortak muhalefeti sebebiyle bu süreç çatışmalı bir şekilde ilerlemektedir.
Küresel Güney’de birçok ülkenin, uluslararası örgütlerin öncülüğünde hazırlanan yapısal reformlar sonucunda tarımsal üretimde dışa bağımlılıkları artmış ve kendine yeterlilikleri kaybolmuştur. Bu nedenle de gıda güvencesini gerekçe göstererek tarımsal üretimde korumacı politikaları tekrardan gündeme sokmaya çalışmaktadırlar. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği (AB) arasında uygulamaya konulmaya çalışılan tarım ürünleri ticaretinde gümrüklerin indirilmesini de içeren koşulları olan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması (TTIP), AB içinde birçok üye devlette tarım üreticileri tarafından tepkiyle karşılanmaktadır.
Ayrıca bilindiği üzere, Türkiye ile AB arasında, 1996 yılından bu yana uygulanan Gümrük Birliği kapsamında işlenmiş tarım ürünleri gümrük birliği kapsamında değerlendirilmekteydi. Her ne kadar Türkiye politik olarak AB gündeminden uzaklaşıyor gibi gözükse de AB ile Gümrük Birliği anlaşmasının kapsamının genişletilmesi müzakereleri günümüzde de sürmekte. Bu kapsamda tarım ürünlerinin de gümrük birliği kapsamına alınarak gümrüksüz ticarete konu edilmesi görüşülmektedir.
Küresel iklim krizinin tarımsal üretime etkilerinin artan oranda hissedildiği ve uluslararası gıda sistemindeki asimetrik güç ilişkilerinin yol açtığı gıda krizlerinin sıklığı ve yaygınlığının arttığı bir düzlemde tarım ürünleri ticaretinde gümrük politikaları daha da tartışmalı hale gelmekte. Ulus devletler açısından gıda, gitgide daha stratejik bir konuma gelmekte ve ulusal güvenlik meselesi olarak algılanmakta. Gıda egemenliği perspektifinden baktığımızda, gümrük vergisi düzenlemeleri ile ilgili kararların tarımsal üretiminde uzun vadeli etkileri sebebiyle bir ülkenin tarım politikaları açısından önemi ortadır. Özetle, bugün gıda fiyatlarını kontrol altına almak maksadıyla hükümetin başvurduğu gümrük ve ithalat rejiminin yukarıda kısaca değinildiği şekliyle bir tarihsel süreç içinde değerlendirilmelidir.
Sonuç yerine: Erken Uyarı
90’larda bir canavar haline gelen (hiper) enflasyonun arkasında Türkiye ekonomisinin geçirmekte olduğu dönüşümle bağlantılı yapısal nedenler ve önceden getirdiği köklü kırılganlıklar vardı. Hem yüksek enflasyona karşı hem de ona yol açan yapısal problemlere karşı uygulamaya konan makro reformlar orta vadede yüksek enflasyonu akut bir problem olmaktan çıkarsa da yapısal problemlerin ne ölçüde giderilebildiği ekonomistler açısından hala tartışmalı bir mevzu. Yakın zamanda, 90’lara kıyasla esamesi okunmayacak bir boyutta olsa da, enflasyon mefhumu ekonomi yönetimi açısından yeniden can sıkacak seviyelere geldi. Çift haneleri zorlayan-geçmişe benzeyen- enflasyonun asıl sebebinin bir süredir gıda fiyatlarındaki kontrol edilemeyen artış olduğu telaffuz ediliyor. Ekonomi yönetimi, enflasyonla mücadelede birincil hedefini gıda fiyatları olarak belirlemiş gözüküyor. İktidarın ve ekonomi yönetiminin gıda enflasyonunu düşürmek amacıyla farklı tedbirler düşündüğü söylemlere yansımakla birlikte yakın zamanda bu hususta aldığı en somut önlem fiyat artışları kontrol edilemeyen tarım ürünlerinde ithalat yoluna gitmek ve buna yönelik olarak bu ürünlerin ithalatında gümrük tarifelerini ithalatı kolaylaştıracak ölçüde düşürmek veya sıfırlamak oldu.
Bu yazıda, Türkiye’de gıda fiyatlarının seyri karşılaştırmalı olarak incelenerek hükümeti bu alanda acil önlem almaya iten durumun vehameti ortaya konulmaya çalışıldı. Yazının ilk bölümde vurgulandığı üzere, Türkiye’de gıda fiyatlarındaki artışın bir süredir kontrol edilememesinin küresel ve dönemsel sebepleri etmenleri olmakla birlikte, bu durumu 2000 sonrasında Türkiye tarımının yaşadığı yapısal dönüşüm sürecinden bağımsız olarak düşünemeyiz. Ümit Akçay, gazeteduvar’daki 11 Aralık tarihli yazısında, gıda enflasyonu ve gümrük düzenlemeleri tartışmalarından yola çıkarak, 2000’li yılların başından itibaren uygulanan politikaların sonucunda Türkiye tarımında neoliberal dönüşüm sürecinin tamamlanarak tarımda yerli üretimin tasfiye oluşunu anlatıyor. Akçay’ın işaret ettiği yerli tarımsal üretimin ve ona eşlik eden üretim örüntülerinin tasfiye olduğu süreç şu anda gıda fiyatları ile ilgili karşılaştığımız durumun arkasındaki yapısal dönüşüm sürecidir. Türkiye tarımı açısından da bu süreç devletin doğrudan veya kamu kurumları vasıtasıyla tarımsal üretimi aktif bir şekilde regüle etmeye çalıştığı ulusal kalkınmacı modelin terk edilerek tarımsal üretimde ve ona bağlı olan gıda üretiminde devletin, rolünü küresel gıda sistemindeki yeni aktörlere bıraktığı bir düzenin tesisi şeklinde gerçekleşmiştir. Hükümet yetkililerinin geçici ve istisnai bir yöntem olarak başvurduğunu iddia ettiği ithalat çözümü ve gümrük tarifelerinin kademeli olarak düşürülmesi ve hatta sıfırlanması kurumsallaşan neoliberal yönetişim anlayışının ticaret rejimi açısından tamamlayıcı bir uygulama olarak görülmelidir. O yüzden bugün Türkiye’de gıda fiyatlarındaki artışa çare olarak uygulamaya geçirilen bu ithalat ve gümrük rejimini böylesi bir politik bağlamda değerlendirmek gerekmektedir.
Fiyat artışları kontrol edilemeyen tarım ürünlerinde ithalatı çözüm olarak görmek ve buna yönelik olarak bu ürünlerin ithalatında gümrük tarifelerini ithalatı kolaylaştıracak ölçüde düşürmek veya sıfırlamak, ekonomi yönetiminin günü kurtarmak üzere giriştiği nafile çabalardır. Bu çaba, girişte başvurulan teşbihten devam etmek gerekirse, uyuz bir sineği kovalamak için yapılan anlık hareketlere (veya sinekleri öldürmek veya kovmak için kullanılan son teknoloji ürünü ithal spreylere veya tabletlere başvurmaya) benzetilebilir. Halbuki yanlış tarım politikaları sonucunda oluşan ve sürekli sinek oluşumuna sebep olan bir bataklık yanı başımızda durmaktadır. Bu sembolizme bir de görmezden gelinmeye çalışılan küresel iklim değişikliğini eklediğimizde durum daha da çetrefilleşmektedir. İklim krizi hem bataklığı genişletmekte hem de hastalıklara sebep olacak zararlıların gözükme sıklığını arttırmaktadır.
Uygulanmakta olan kalkınma ve tarım politikaları tarımsal üretimin en önemli bileşeni olan küçük üreticileri üretimde tutmaya dair bir çözüm getirememektedir. Asimetrik güç ilişkilerinin belirlediği piyasa koşulları içinde üretici ürettiği ürünleri pazarlama hususunda zorluk yaşamaktadır. Üretici artan girdi maliyetleri ve aynı oranda artmayan üretici fiyatları nedeniyle üretimde kalmaya devam etse de ancak daha çok borçlanarak üretimi sürdürebilmektedir. Hanehalkı ekonomisi düzeyinde eskiden kentteki aile fertlerinin ekonomisine destek olan kırsal üretim, şimdi ancak kentten gelen katkılarla ve kısmi emek gücüyle sürdürülebilmektedir. Türkiye’de tercih edilen kalkınma yaklaşımı nedeniyle ekilen ve dikilen tarım alanları, çayır ve mera arazileri sanayi, enerji, maden ve inşaat gibi başka kullanım alanlarına tahsis edilerek tarımsal üretimin dışına çıkmaktadır. Ekilen araziler ise yanlış uygulamalar sonucunda hem erozyon hem kimyasal kirlenme sebebiyle gitgide çoraklaşmaktadır. Üretimin teşvik edilmemesi sebebiyle tarım toprakları atıl kalmaktadır. Her geçen yıl etkilerini daha yıkıcı bir şekilde deneyimlediğimiz küresel iklim değişikliğinin tarım üretimine etkilerini incelemek, araştırmak ve bu hususta önlemler almak adına bir eylem planı ortaya konmamaktadır.
Yukarıda aktarılan olgular, tarım ve gıda alanında içinde bulunduğumuz durumu benzettiğimiz bataklık koşullarını yaratan sürecin ve politikaların sebep olduğu yapısal dinamiklerdir. Aslında erken uyarıyı yapan Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları İzleme ve Değerlendirme Komitesi değil, toprakla içiçe olan ve tüm bu koşullar altında halen daha üretmekte ısrarcı olan üreticilerdir. Bu uyarıyı hepimize iktidara, muhalefete, tüccarlara, gıda şirketlerine, perakende devlerine, kentli tüketicilere ve gıda topluluklarına yapmaktadırlar. Yanlış politikalar ve uygulamalar sonucunda oluşan bu bataklığı ıslah etmek zorundayız, gıda fiyatlarını indirmek amacıyla ithalata başvurmak veya gümrük vergilerini sıfırlamak bu anlamda zevahiri kurtarmaktan başka bir şey olamaz. Bataklık büyümekte ve bizleri içine çekmektedir. Eğer kır yaşamını, orada yaşayanların devletin vatandaşına sağlamakla yükümlü olduğu sağlık, eğitim ve temiz bir çevre gibi en temel haklara erişebilmesini sağlayacak şekilde iyileştiremezsek; tarım arazilerini ve meraları koruyamazsak ve sürdürülebilir kılamazsak; biyoçeşitliliğe ve yerel tohumlara sahip çıkamazsak; üreticileri, emeklerinin karşılıklarını alabilecekleri şekilde, yeniden üretime yöneltecek alternatif politikaları hayata geçiremezsek; gıda zincirlerinde daha adil ve şeffaf bir dağıtım ve satış sistemini ihdas edemezsek; özetle gıda egemenliği ilkelerine dayalı bütüncül bir tarım politikasını uygulamaya geçiremezsek bugün gıda fiyatlarında yaşadığımız sorun bir gıda krizi olarak daha ciddi bir boyutta başımıza bela olacaktır.
1 Orkun Doğan: İstanbul Bilgi Üniversitesi, Ekonomi Bölümü. Ar. Gör., Doktora Öğrencisi.
2 Enflasyon yeniden çift hanede: %10,68. http://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-41159356
3 Enflasyonun Etkileri: http://www.ekodialog.com/Konular/enflasyonun_etkileri.html
4 http://www.tarimdunyasi.net/2017/07/19/gida-komitesindeki-kriz-ciftciye-zarar-veriyor/
5 İlgili karar için: http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2017/12/20171202.htm
6 “21 Ocak 2014 tarihli ve 28889 sayılı Resmi Gazete`de yayımlanan Karar ile kuru fasulye gümrük vergisi oranı %0`a indirilmiştir.” ZMO, Bakliyat Raporu. http://www.zmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=23223&tipi=38&sube=0
7 http://www.haberfark.net/seker-ithalatinda-gumruk-vergisi-sifirlandi-45835h.htm
8 http://www.businessht.com.tr/ekonomi/haber/1602606-gida-komitesi-nden-ithalatin-onunu-acan-karar
9 http://www.fortuneturkey.com/kirmizi-et-ithalatinda-vergi-sifirlandi-17783#popup
10 http://www.reelpiyasalar.com/haber/ekonomi/29267/singapurdan-duve-ve-inek-ithalatinda-gumruk-vergisi-sifirlandi.html
11 http://beyazgazete.com/haber/2017/5/11/tmo-nun-misir-ithalatinda-gumruk-vergisi-sifirlandi-3872380.html
12 https://www.dunya.com/sektorler/tarim/ithalatta-devlete-vergi-ayricaligi-haberi-375328
13 http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ekonomi/774806/Bugdayda_vergi_dusuruldu__hasat_mevsimi_ciftciye_zehir_oldu.html
14 http://tarimanaliz.com/arpa-ithalatinda-gumruk-vergisi-sifirlandi/
15 http://www.milliyet.com.tr/bakan-tufenkci-den-hal-yasasina-ekonomi-2570041/
16 https://www.tarimdanhaber.com/haber/tarim-bakanligi/kim-bu-et-spekulatorleri//
17 http://t24.com.tr/haber/ekonomistlere-gore-enflasyon-sepetinde-gida-agirliginin-yuzde-20ye-indirilmesi-ne-anlama-geliyor,384435
18 2002 yılında Gıda ve alkolsüz içeceklerin enflasyon sepetindeki ağırlığı 26,7 idi.
19 Fiyat endeksleri genel olarak ele alınan ürünlerin fiyatlarında ortalama değişiklikleri ölçmeye ve paranın satın alma gücündeki değişime dair bir yorumda bulunmamızı sağlar.
20 2006-2008 arasında temel gıda ürünlerinde yaşanan gıda enflasyonu yıllık ortalamada %25’di. FAO verilerine göre, Mart 2007- Mart 2008 dünya borsalarında buğday fiyatları %130, pirinç fiyatları %74, soya fasulyesi fiyatları %87 ve mısır fiyatları %31 artmıştı. (FAO, database)
21 İthalat rejim kararının sistematiği: http://www.lojiblog.com/ithalat-rejim-kararinin-sistematigi-2/