HÜRRİYET TAŞBAŞLI: Dr., Ziraat Yüksek Müh.
‘Modern tarımın’ amacı, birim alandan ‘en yüksek’ verimi almaktır. Oysa bu doğaya aykırı. Doğadaki varlıktan, ancak ‘kapasitesi’ kadar verim alınır
Ülkemizde, tarımın “moderleşme” süreci, 50’lerdeki, Marshall yardımlarıyla traktörler ve beraberinde getirdiği tarım alet makineleriyle başladı. Makineler, işgücü kullanımını en aza indirdi, atıl tarım işgücünü kente göçe zorladı. Toprak ve arazi yapısına göre değil, “itibar” temel alınarak, büyük motor gücü olan ihtişamlı traktörler ve ihtiyaç dışı donanımlar edinildi. Araziler, traktör ve diğer alet makinelerinin kolayca hareket edeceği şekilde, bitki örtüsünden “arındırılmış”, erozyona açık ama “traktöre” uygun hale
geldi. Bilinçli traktör ve donanım kullanma çiftçiye öğretilemedi. Arazide bitki örtüsü kalmadığından toprak, su tutma yeteneğini yitirmeye başladı, erozyon tahribatı arttı. Gereğinden fazla sayıda ve gereğinden fazla derinlikte işleme yapılmaya başlandığından dolayı, topraktaki canlı organizmalar yok oldu. Sosyal yönden de, çiftçinin toprağıyla bağını kesti.
“Modernleşme” süreci, kimyasal gübrelerle sürdü. Kimyasal gübrelerin yararı sınırlıdır ve bazı koşullara bağlıdır. Toprağa uygunluğu toprak analiziyle test edilerek tespit edilmişse, toprakta iyi bir mikrobiyal
yapı (bakteriler) varsa işe yarar. Toprağa verilen azot ve fosforu, “azot” ve “fosfor bakterileri” parçalar ve serbest hale dönüştürür, ki toprak kullanabilsin. Diğer yandan; bu gübreler, bileşik formdadır ve dolgu maddesiyle birlikte imal edilmiştir. Dolgu maddesi, kum, kireç vb.den oluşur ve toprağın mineralojik yapısını bozar. Örneğin, bugün en yaygın olarak kullanılan ve en güçlü gübrelerden biri olan DAP (Di
Amonyum Fosfat), yüzde 46 oranında azot ve fosfor bileşiği içerir. Bu şu demektir:?Toprağa verilen 100 kg. DAP, 46 kg. bitki besin bileşiği içerir. Bir başka deyişle 64 kg.’ı “dolgu” maddesidir. Toprak doğal
formunda olsa bile, kapasitesi gereği, toprak verilen bileşiğin, ancak dörtte birini kullanabilir. Gübrelerin yaygınlaştığı 40 yıl boyunca araziye her yıl, dönüme 100 Kg DAP verilse toprağa, dönüme 3,5 ton kum
vs. katılmış olur. Bu da, bu bileşiğin bozduğu toprak miktarı gözardı edilse bile, 3,5 cm kalınlığında bir toprak tabakasına tekabül eder ve bu tabakanın yeniden oluşması için yüzyıllar gerekir. Bu nedenledir ki
Çukurova, Konya, Bafra, Çarşamba, Menderes ve hatta Harran ovası bile kumsal alana dönüyor, yani çölleşiyor.
Kanser ve zehir
Tarımda “modernleşme” sürecine 70’lerde zehir (petisid) kullanımı ile devam edildi. Zehir kullanımı, pratik görünse bile bitki, hayvan ve insan sağlığı aleyhine, içler acısı sonuçlara yol açtı. Günümüzde, grip kadar yaygınlaşan “kanser” hastalığının geçmişiyle, bu zehirlerin kullanım geçmişinin örtüşmesi çok hazindir! Bir sektör haline dönüşen tarımsal zehir üretimi Tarım Bakanlığı’nca denetleniyor olabilir. Peki ya tüketimi? Bu konuda çiftçiye yeterli teknik bilgi verilmiş midir? Zira zehir kullanımının etkin olabilmesi için yabancı ot, böcek bilimi ve bitki zararlıları konusunda bilgi sahibi olmak, zehrin ne zaman, hangi dozda ve nasıl kullanacağını iyi bilmek gerekir. Zehri, ona maruz kalan bitki, direkt ve toprağa bulaşma yoluyla endirekt olarak alıp özümseme uğraşı veriyor. Bitki, aldığı zehri, gövde, dal, yaprak, meyve vs. organlarına nakleder, bir kısmını atar, bir kısmını depolar. Ve bitki çeşidine göre, biz (hayvanlar ve insanlar) bunları gıda
olarak tüketiriz. Gıdalar yoluyla aldığımız zehirler, özellikle yağ dokumuzda depolanır ve bize kanser olarak döner. Yapılan bilimsel araştırmalar, bugün, anne sütünün bile zehir içerdiğini gösteriyor.
Zehirlerin kalıntılarını Tarım Bakanlığı’nın test etmesi ve her bir ürüne olur vermesi teknik olarak mümkün değil. Tarım Bakanlığı’nın akredite olmuş (yani dünyaca kabul görmüş) bir tek laboratuarı bile yok! Bu testleri akredite olmaksızın yapabilen laboratuarlar az sayıda mevcut ve yapılan testlerde kalıntılara çok sık rastlanıyor. Pahalı analizler olduğundan, örnekleme yoluyla ya da şikayet üzerine testler yapılıyor. Üreticinin test yaptırma zorunluluğu yok. Yani, vicdanidir.
Gıda üretimi konusu vicdanlara emanet zaten! Yaptırımlarının ne kadar caydırıcı olduğu ise ayrı bir araştırma ve tartışma konusu.Dışa bağımlı “Tarımda modernleşme” süreci melez (hibrit)ve/veya genetiği değiştirilen (gdo) tohumlarla “çağ atladı”! Bu tohumlar, sadece bir kez kullanılır, her yıl yeniden satın almanız gerekir. Tarım, tohumda tamamen dışa bağımlı olarak “modernleşiyor”. Ülke tarımının, yakında ne hale geleceğini anlamak için çok zeki olmaya gerek yok. Kaldı ki, bu tohumların kullanımının canlı üzerindeki tahribatı henüz bilinmiyor. Zira bu tohumlarla, o kadar geçmişimiz/aşkımız yoktur! En masum öngörüyle genetik çözülmelere ve mutasyonlara yol açacaktır. Örümceğin genini pamuğa, balığın genini buğdaya naklederek, kılçıksız, çekirdeksiz, tüysüz vs gıda ürünleri elde ediliyor. Bir 30-40 yıl sonra da, tıpkı günümüzde kanserin grip kadar olağan hale gelmesi gibi, altı kollu, dört gözlü, kim bilir, kuyruklu bebekler doğması
yaygın hale gelebilir. O zaman şaşırmayalım ve tarımın “modernleşmesine” şükredelim! Bir de hormon kullanımı var ki, bitkilerin ve hayvanların, doğal büyüme süresinin yarısından az bir zamanda, büyümesi ve gelişmesi amacıyla ve canlının “kapasitesini kullanmasının” ultra ötesinde, kimyasal müdahaleye başvuruluyor.
Bu artık, ahlak kurallarını ezip geçmektir! Doğaya ve yaratıcısına hakarettir! Artan nüfusun ihtiyacına değil (Çünkü bunun üretimin miktarıyla ilgisi yoktur), sanayicinin kesesine faydası olan ama çoğu kanserojen olan, gıdanın dayanıklılığını sağlayacak katkı maddelerinin kullanılması ise “modernleşmeye” tüy dikme aşamasıdır. Gerçi büyük konuşmamak gerekir, vardır belki ötesi!
Organik tarım, ilkel bir tarım şekli değildir! Yani, organik tarım,toprağı kendi haline bırakmak değildir. Akılcı ve ekonomik bir tarımşeklidir. Organik tarım, teknik bilgi ve bilinç düzeyini en yoğun bir şekilde talep eden bir tarım tekniğidir. Organik tarım, sadece organik girdilerle yapılan bir tarım değildir! İnorganik toprak
iyileştiriciler kullanılır. “Modern tarıma” göre tek fark organik tarım, inorganikleri doğal formunda kullanır, dolgu maddesi ve kimyasal işleme kullanmaz. Yine zararlılarla mücadelenin tek yolu, onlara zehir atmak değildir! Bazı zararlılar, kovucu ve çekici tuzaklarla yok edilebilir. Kaldı ki, organik tarımda da, zehir etkisi
olmayan ama zararlıları öldüren, doğal formdaki veya kalıntı bırakmayan öldürücüler kullanılıyor. Organik tarımda, ekolojiye uyum sağlamış, yöresel tohumlar kullanmak esastır. Doğal melezleme yoluyla
elde edilen hibrit tohumlar ve genetiğiyle asla oynanmamış tohumlardır.
Organik tarımın amacı, toprak ve hayvandan kapasitesi kadar verim alabilmektir. Diğer yandan bir felsefesi vardır. Ekolojiye aykırı hiçbir üretime izin vermez. Örneğin, tavukları kafeste büyütemezsiniz. Tavuk, doğal davranımlarını yapabilerek büyümelidir. Organik tarım, büyük sanayi üretimlerine izin vermeyebilir. Örneğin makarna yapacaksanız, yeterince ekolojik yumurta bulamayabilirsiniz. Ama bunun çözümü, tavukları kapasitesinin üzerinde yumurta vermeye zorlayarak, büyük sanayi tesisleri kullanmak değildir. Bölgesel ve orta ölçekli sanayiyi desteklemektir. Zaten organik tarımın amacı, bölgesel ve sürdürülebilir kalkınma ve verim sağlamaktır. Globalizme uyar mı, bilmem!
Evet herkesin bir geçmişe özlemi vardır. Mevcut hükümetin asr-ı saadet çağına, Kemalistlerin Atatürk zamanına dönebilme özlemi gibi, benim de bu konuda özlemim var. Tarımın “modernleşmesinin” öncesine dönmek istiyorum. Keşke dönebilsek, keşke…
* Dr., Ziraat Yüksek Müh.
Kaynak:18 Mayıs 2008 – Radikal 2