Gökhan Günaydın 23 Mayıs 2007, Çarşamba
AKP Hükümeti’nin tarımda yarattığı tahribatın yıkıcı sonuçları, saklanamayacak kadar açık. Tarımsal üretim rakamlarındaki gerileme, dışalım artışı ve kırdan yükselen yoksulluk bu alandaki önemli başlıklar. AKP Hükümeti’ne rağmen artan fındık fiyatlarına koşut biçimde yükselen fındık dışalım gelirleri gerçeği gizlemeye yetmiyor.
4,5 yılı aşkın süredir uygulanan bu yıkım politikaları, Karadeniz’den Çukurova’ya, Ege’den Doğu Anadolu’ya büyük bir köylü reaksiyonu yarattı. İç ticaret hadlerinin tarım aleyhine korkunç gelişimi, özellikle pazara üretim yapan bölgelerde hoşnutsuzluğu yükseltti. Bu durum, gerek Manisa ve Ordu’da gerçekleştirilen mitingler, gerekse Başbakan ve Tarım ve Köyişleri Bakanı’na yöneltilen tepkiler ile kamuoyunun gündemine yerleşti.
Bu ortamda, 18-19 Mayıs 2007 tarihlerinde Ankara’da yapılan Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Kurul’una ne Başbakan ne de Tarım Bakanı katıldı. Uzun yıllardır ilk kez, muhafazakar bir hükümet, iktidarı döneminde, köylüyü kontrol etmede bir araç olarak kullanabileceği bir örgüt toplantısına katıl(a)madı.
Genel Kurul’da bir delegenin söylediği şu söz kayıtlara geçti: “Bu Genel Kurul’dan kaçıyorsunuz ama, seçim gezilerinde köy kahvelerine nasıl geleceksiniz?”
Seçmen tutumunun kritik bir önem kazandığı dönemde, AKP kadrolarının da bu soruna yönelik politik bir yaklaşım ortaya koyması beklenirdi. Nitekim, birçok AKP milletvekili, ağız birliği etmişçesine ortak bir söylem geliştirdiler: Cumhuriyet döneminde tarıma ne yapıldı ki, dört yıl içinde bizden mucize yaratmamız bekleniyor?
Cumhuriyet döneminde tarım sektörüne yönelik geliştirilen politikaların bir bilançosunu yapmak, bu yazının kapsamının çok dışındadır. Şüphesiz, köylünün kontrolü ve üretilen artık değere el konulma mekanizmaları açısından bakıldığında, sorunlu bir yapının taşınmakta olduğu gözlemlenebilir.
Ancak, tarım politikalarına kamu müdahalesini inşa eden yıllarla, tüm iktidarı piyasaya devreden AKP yıllarının karşılaştırılması, AKP söyleminin iç tutarsızlığını ortaya koymakta ve AKP’nin emek ezici özünü deşifre etmektedir.
Bu saptama, TEKEL örneği üzerinden test edilebilir.
Osmanlı’nın son döneminde, borç tahsilinde aracıyı, yani Osmanlı yönetimini ortadan kaldırmak için kurulan Reji idaresi, TEKEL gelirlerine de el koyuyordu. Köylü, tütününü ucuz fiyatla Reji’ye satmak zorunda idi. Buna karşı çıkan köylüleri yola getirmek için, Reji İdaresi silahlı bir kolcu örgütü kurmuştu. Kolcularla köylüler arasında çıkan çatışmalarda, binlerce insanın öldüğü bilinmektedir.
1924 yılında, TEKEL 4 milyon liraya Reji İdaresi’nden satın alınarak devletleştirilmiş, o tarihten sonra uzun yıllar boyunca tütün ve içki inhisarı TEKEL aracılığıyla yürütülmüştür.
2000’li yıllar, tabloyu radikal olarak değiştirmiştir. “AB’ye uyum yasası” meşruiyet temelinde çıkarılan Tütün Yasası 2000 yılında 200 bin ton olan tütün üretiminin 2006 yılında 113 bin tona gerilemesine neden olmakla kalmamış, aynı zamanda TEKEL’in özelleştirilmesinin zeminini de hazırlamıştır.
Bu çerçevede TEKEL’in alkollü içkiler bölümü, 5 Kasım 2003’te 292 milyon dolara Nurol – Limak – Özaltın – Tütsab ortaklığına satılmıştır.
TEKEL’in 2000 yılında 70 trilyon, 2001 yılında 138 trilyon lira kar ettiği düşünüldüğünde, kurumun ortalama yıllık karının 3 katına satıldığını hesaplamak zor değil. Bunun yanında, stoklardaki içki bedelinin bile, satış bedelinin önemli bir bölümünü karşıladığı ifade edilmeli.
Ancak hikaye aslında burada başlıyor. 2006 yılı Nisanında, Amerikan Texas Pacific Group (TPG) Mey İçki çoğunluk hisselerini 810 milyon dolara satın aldı. TEKEL’in içki bölümünün yüzde 90’ının, özelleştirme rakamının yaklaşık 3 katı fiyatla satılması, özelleştirme peşkeşini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bu tarihten itibaren TEKEL içki artık Amerikan malıdır. Ülkenin dört bir yanında bulunan fabrikalar, arsalar, depolar da Amerikalıların malvarlıklarıdır. Tesislerde özel güvenlik görevlileri, “fotoğraf çekmek yasaktır” yazıları altında nöbettedirler. Bu ülke toprağında, bu ülke insanına karşı Amerikan emvalini korumaktadırlar.
Bu durum neye yol açıyor? Örnek içinde örnek, Çanakkale Kanyak Fabrikası…
ABD’li Texas Pacific Group, satın aldığı Çanakkale Kanyak Fabrikası’nı kapatır, çalışanların işine son verir. Bunları yapmaya “hukuken” hakkı ve yetkisi vardır. Fabrikayı yıkıp boğazın kenarındaki arsa üzerine otel ya da malikane yapmak, Amerikalı’nın keyfine kalmıştır artık.
Bu arada, bütün bu gelişmelerin hayatını mahvettiği bir başka grup daha vardır: Çanakkaleli üzüm üreticileri.
Çanakkale’de Kanyak Fabrikası’nın açılmasıyla birlikte, kamu desteği ile bu fabrikanın işlemesine uygun üzüm çeşidi desteklenmiş ve yaygınlaştırılmıştır. Bu üzüm sofralık değil, şaraplık değildir. Kanyak Fabrikası’ndan başka alıcısı da yoktur.
Kamunun destekleyerek yaygınlaştırdığı üzümler, fabrikada işlenip kanyak yapılır, ülkeye dağıtılırdı. Böylece köylünün üzümü para eder, ülkenin fabrikası işler, işçisi çalışır, esnafı dükkanını döndürürdü.
Artık bu mekanizma yok. Fabrika kapalı, işçi işsiz, esnaf siftahı zor yapıyor. Peki ya köylü-üretici?
Şimdi Çanakkaleli binlerce üzüm üreticisi, ürettiğine yabancılaşma süreçlerini yaşamakta, alıcısı olmayan üzümü ile yoksulluğunu paylaşmaktadır.
Şüphesiz, bu durum Texas Pacific Group’un umurunda değildir. Kar maksimizasyonu hedefine doğru ilerleyen Amerikalının planları içinde Çanakkale köylüsü yoktur.
AKP ile Amerikalıların işbirliğine açık ve somut bir örnek oluşturan gelişmelerin, Çanakkale ile sınırlı olmadığını biliyoruz.
Kazanan açık, kaybeden açık… Oyun önümüzdeki dönemde nasıl devam edecek, yaşayıp göreceğiz…
kaynak:www.sol.org.tr