Temizlik mi sağlık mı? Soru başlangıçta anlamsız gelebilir. Ne de olsa “temizlik”in amacı zaten “sağlık” değil midir? Öyle ki kelime kökeni sağlıkla ilişkili olan “hijyen” kavramı bugün günlük kullanımda sanitasyona indirgenmiş durumda. Ne var ki geçtiğimiz on yıllar içinde yaşam biçimlerimizde, temizlik ve hijyen anlayışlarımızda ve uygulamalarındaki değişimler sonucunda oldukça tartışmalı şeyler oluyor.
Öncelikle bugün hem kişisel temizlik hem de ev temizliği gibi amaçlarla kullandığımız ürünlerin, yani deterjanların, şampuanların, ve diğer temizlik ürünlerinin, çoğu ekolojik değil. Yani hem üretimleri esnasında çok ciddi bir kirlilik yaratıyorlar, çoğunlukla hayvanlar üzerinde test edilerek şiddet dolu bir sektörü besliyorlar, hem de kullanımları sonucunda suya ve oradan toprağa karıştıklarında yeryüzünü ciddi bir biçimde zehirliyorlar, ve dahası bizzat cildimiz ve solunum sistemimiz yoluyla kendi bedenlerimizi bu maddelerin kanserojen ve zehirli etkilerine maruz bırakıyoruz. Fakat bu kadar da değil. Bu maddeler, var oluş amaçlarını yani “hijyenik” ve mikroplardan arındırılmış bir beden ve çevre amaçlarını yerlerine getirip, bizlere pırıl pırıl evler ve tertemiz eller sunduklarında da, başka sorunlar başlıyor.
“Gittikçe artan sayıda kanıt gösteriyor ki, son birkaç on yıl içinde alerji ve diğer bağışıklık sistemi hastalıklarında alarm verici boyuttaki artışlar, bir zamanlar bizleri ve gıdamızı çevreleyen mikroorganizmalara artık eskisi gibi maruz kalmayışımızla bağlantılı. Endüstriyel yaşamdan önceki günlerimizi her açıdan kuşatan “toprak”, bugün doğanın örtüsü olan potansiyel patojen ve zararlı mikroorganizmalar sebebiyle “kir ile ilişkilendiriliyor. Hâlbuki o zamanlar bu mikroorganizmalara sürekli maruz kalmak, arka plandaki bir takım vücut değerlerini “normal” tutup bedenimizin yabancı maddelere aşırı tepki vermesini önleyen, kadim evrimsel süreçleri mümkün kıldılar. Bir araştırmanın iddiasına göre, çamur ve sudaki bir takım organizmaları kendi doğal hayatımıza yeniden kazandırmak, bağışıklık sisteminin aşırı tepki vererek Alerji, Tip 1 Diyabet, Multipl Skleroz (MS) ve İltihabi Bağırsak gibi hastalıklara yol açmasını önleyebilir.” *
Bugün çamaşır sularının, ıslak mendillerin ve el temizleme jellerinin dünyasında yaşıyoruz. Yerde bulduğu bir şeyi eline alma gafletinde bulunan her çocuğun yanı başında bir anne elinde ıslak mendille onu “temizlemek” üzere bekliyor. “Bembeyaz” olsunlar diye iç çamaşırlarımızdan tuvalet kağıtlarına, yani bedenimizle birinci dereceden ve sürekli temas eden ürünleri zehirli kimyasallarla ağartıp beyazlatıyoruz. Evet artık her yer ve her şey bembeyaz, çocuklarımızın elleri her daim mikropsuz, banyolarımız hijyenik, peki öyleyse neden bağışıklık sistemlerimiz yıllar gittikçe daha hassaslaşıp bizi çeşitli hastalıklara sevk ediyorlar?
Doğada çiçeklerin polenine, hayvanların tüylerine, bahara, güneşe, toprağa alerjik olan, insan dışında bir varlık var mı acaba?
Görünen o ki, mikroplardan bu kadar da arındırılmak pek de iyi bir şey değil. “Sokak çocukları”nın “apartman çocukları”ndan daha dayanıklı olmaları bunun bir göstergesi belki de. Biz etrafımızı ve bedenlerimizi mikroorganizmalardan arındırırken, öyle hassas ve steril koşullarda yaşamaya alıştırıyoruz ki kendimizi, sonrasında en ufak bir “yabancı” maddeye maruz kaldığımızda, sistemimiz ayağa kalkıyor, baş edemiyor onunla.
Hâlbuki mesela pek çok sindirim ve boşaltım etkinliğimizi, “pis” oldukları gerekçesiyle tiksindiğimiz ve fakat milyonlarcası sindirim sistemimizde yaşayan mikroorganizmalara borçluyuz. Nitekim bir zamanlar çok daha sık tükettiğimiz küflü, ekşimiş ve fermente olmuş gıdalar, mikroorganizma açısından zengin oldukları için sindirim sistemine epey faydalı olabiliyorlar. Elbette mikropların da faydalı ve zararlı olanları var; ne var ki bu araştırmaların tartıştığı üzere, bu zararlı mikroplara dahi bebeklikten itibaren az da olsa sürekli maruz kalmak, vücudumuzu bunlara karşı “aşılıyor”.
Doğal doğum esnasında doğum kanalında anneden bebeğe geçen faydalı mikroorganizmaların sezaryen oranları gittikçe artarken nesiller boyunca giderek azalması da bir diğer tartışma konusu. Kısacası endüstrileşme ve teknolojik yaşam, bizleri mikropsuz ve steril hayatlara taşırken, toprağa, başka canlılara, hatta birbirimize ve nihayetinde kendi bedenimize dokunmaktan çekinir hale getirirken, sadece bağışıklık sistemimiz daha güçsüz olmakla kalmıyor, galiba bu sterillik duygusal ve ruhsal bir sterilizasyon ve yalnızlaşmayı da beraberinde getiriyor.
Ve bu arada deterjanlar ve temizlik ürünleri yüzünden kirlenen toprağımız, havamız, suyumuz, eziyet çektirilen hayvanlar ve sürekli kimyasallara maruz bıraktığımız bedenlerimizle, temiz, mikropsuz ve fakat ruhsal/bedensel anlamda hastalıklı hale geliyoruz.
Toprağa dokunun. Hayvanlara dokunun. El sıkışın, öpüşün, sarılın. Hayatınızda bir takım minik “eski dostlar”a, yani mikroplara yer açın.
Ve bu arada evlerinizi ve bedenlerinizi temizlediğiniz ürünleri iyi seçin; ekolojik ve zehirsiz ürünler satan firmaları tercih edebilir veya daha güzeli kendi kozmetiğinizi ve deterjanlarınızı kendiniz yapabilir, böylece şiddet ve zehir içeren “sözde temizlik”lere veda edebilirsiniz.
Temizlik mi sağlık mı? En güzeli hem temiz, hem sağlıklı, hem de mikroplu yaşam!
*Human Food Project (İnsan Gıda Projesi) kurucusu ve bilim yazarı Jeff D. Leach’in New York Times’daki “Yiyeceklerimize biraz toprak ekleyelim” başlıklı yazısından aktarılmıştır.
Kaynak : Yeryüzüsakinleri – 1 Ağustos 2012