Olcay Bingöl, üniversite eğitimi için yola çıktığı Karadeniz’den Ankara’ya gelişi hayatının yönünü belirledi. Kadın örgütü Uçan Süpürge’de çalıştı. Harman Ekolojik Yaşam Derneği ile tanışması ve çalışmaları, uzun yıllar uğraşını vereceği tarıma ve doğayla dost yaşam pratiklerine yöneltti onu. Ekolojik tarımla ve yaşamla uğraşırken, tarladan mutfağa uzanan bir hikâye içinde yemekler de yapıyor. “Gıda benim için çok önemli” diyen Bingöl, aynı zamanda vejetaryen. Endüstriyel üretilmiş hayvanların et olarak tüketilmesine karşı duruyor. Üniversite eğitimi sonrası İstanbul’a yolu düşünce bir grup arkadaşıyla ‘KEÇİ – Kentlilerin, Çiftçilerle Dayanışma İnisiyatifi’ni kurmuşlar. Ardından, Tohum İzi Derneği gelmiş. Dernek, küçük çiftçilere yardımcı olmak ve örgütlü çiftçi kooperatiflerinden, tüketici kooperatifleri arasında ürün alışverişinin organizasyonunu sağlıyor. Önümüzdeki dönemde yaşanacak savaşların en önemli sebebinin su, toprak ve tohum olacağını söyleyen Olcay Bingöl, bugünkü adaletsiz gıda üretimine de dikkat çekiyor: “Dünyada üretilen gıda 12 milyar insana yetecek kadar. Ancak açlık krizi eşitsiz paylaşımdan kaynaklı olarak devam ediyor.” Olcay Bingöl’e çalışmalarını, tarımı ve gıdayı sorduk…
»Sizi Tohum İzi Derneği’ne getiren süreç nasıl gelişti? Şimdi ne yapıyorsunuz?
Keçi – Kentlilerin Köylülerle Dayanışması İnisiyatifi olarak bir grup akademisyen, araştırmacı ve aktivist olarak tamamen gönüllü çalışmaya başladık. Gıda ve küçük çiftçi sorunlarıyla ilgilenmeye karar vermiştik. Daha sonra bir grup keçi insan olarak, Tohum İzi Derneği’ni kurduk. Tohum İzi Derneği informel inisiyatif yapısından, tüzel kişiliğe geçmiş durumda. Türkiye’de örgütlü çiftçilerin ihtiyaçlarına yönelik etkinliklerde bulunuyoruz. Köylü Bilgeliği Belgeleme konusunda bir çalışma yürüttük. Doğrudan ilişkide bulunduğumuz ve bu çalışmaya ilgi duyan çiftçilerin Kars’ta bulunması ve Kars’ın farklı kültürlerden ve tarihten gelen geleneksel bilgisini zenginliği sebebiyle oradan başladık. 10 köyde çalışmalarımızı sürdürdük. Kırsalda doğrudan ilişki kurmak çok önemli. Buradan sonra Toroslar ve batıda yer alan dağlar arasında yaşayan köylülerin bilgeliği belgelenecek. Tarımcılığın yanı sıra hayvancılık da bu belgelemeye dâhil edilmiş durumda.
BOĞAZİÇİ İLE ORTAK ÇALIŞMA
Bir başka çalışmamızı, Boğaziçi Üniversitesi Mensupları Tüketicileri Kooperatifi (BÜKOOP) ile birlikte sürdürüyoruz. İki yıl önce ortaya çıkan BÜKOOP, gıdanın üretiminden, tüketimine pazarlanmasında, haller ve tüccarların ortadan kaldırılmasını sağlayarak, küçük üreticinin doğrudan pazara ulaşmasında yardımcı oldu, oluyor. Burada örgütlü üretici ile örgütlü tüketici arasındaki zincirin nasıl oluşacağı temel soru noktamız oldu. Sendika üyesi olan ya da kooperatif üyesi olan çiftçiler var. Ancak tüketici noktasında sıkıntılar vardı. Eğitim Sen ile görüşmelerde bulunduk. BÜKOOP süreci böyle başladı ve şimdi çoğu Eğitim Sen üyesi olan tüketici üyeleri var. Bu şekilde üreticiler doğrudan pazara ulaşabiliyor. Üreticiler daha fazla kazanabilirken, tüketici de daha az ödemede bulunuyor ve ne yediğini biliyor, üreticisini tanıyor. Üretici, tüketiciyi tüm üretim aşamalarından haberdar ediyor. Tüketici de tüm üretim süreçlerinde talepleriyle üreticiyi yönlendirebiliyor.
»Yaygınlaşmak, büyümek gibi hedefleriniz var mı?
Kontrollü büyüyoruz. Boğaziçi’nde tüketim kooperatifinin içinden gönüllü olarak çalışan akademisyen ve idari personel sayesinde bir noktaya geldik. Boğaziçi’nin yanında, Eğitim-Sen aracılığıyla diğer üniversiteler üzerinde çalışmalara başlayacağız. Şu anda Mimar Sinan Üniversitesi ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nden ciddi talepler geldi.
‘SANAYİ, TOPRAĞI GASBEDİYOR’
»Neden bu işe soyundunuz?
Dünya gıda üretim ve dağıtımı tekellerin eline geçmiş durumda. Ciddi büyüklükte perakende grupları var. Biz dernek olarak bu modele karşıyız. Gıda insanların temel ihtiyacıdır. Ne kadar miktarda, hangi türde ürüne ihtiyaç olduğu, üretimin nasıl yapılacağına halkların kendisi karar vermelidir. Şu anki sistemde, tohum politikalarından tüm politikalara kadar tarım politikalarının tamamı uluslararası şirketlerin kontrolünde. Hangi tohum ürününün, hangi ülke topraklarında yetişebileceğine dahi karar verebiliyorlar. Tarımsal ürün çeşitliliği yerküre üzerinde ciddi anlamda azalmış bulunuyor. Türkiye’de yedi, sekiz çeşit buğday üretiliyorduysa, şu an bir, iki türde üretiliyor. Türkiye, gıdada hepimizin bildiği gibi kendi kendine yetebilen bir ülkeydi geçmişte. Türkiye örneği, özellikle güney ülkeleri için çok geçerli. Uygulanan politikalarla pek çok ülke kendi kendine yetebilir olmaktan çıkmış durumda. Beslenme amaçlı tarım yerine, sanayi üretimi amaçlı tarımsal ürün üretimi Afrika’daki açlığın önemli sebeplerindendir. Sanayi amaçlı üretimle, sanayi, toprağı gasbetmiş oluyor. Toprak gasbedildiği oranda açlık artıyor. Yani açlık söylendiği gibi sadece ‘iklim değişikliği’ kaynaklı değil, kapitalist üretim biçiminden kaynaklı felaketler. Bunu iklim değişikliğini hafifsemek için söylemiyorum. İklim değişikliğinin de sebebi olan asıl felakete dikkat çekiyorum.
»Eklemek istediğiniz son sözünüz var mı?
7-8 Ocak’ta Mimar Sinan Üniversitesi Oditoryumu’nda yaşam alanlarını, ‘Yaşamı Savunanlar Buluşuyor; Mücadeleler Birleşiyor Forumu’nda ülkenin her yerinde sürmekte olan mücadelelerden çiftçiler, köylüler, yaşam alanı savunucuları bir araya gelecek. Bu konuştuğumuz felaketlerin sebepleriyle yüz yüze geleceğimiz bir fırsat olacak. Oraya bekliyoruz.
‘Ürünleri sendikalı üreticilerden alıyoruz’
»Organik tarım ürünlerini mi alıp tüketiciye ulaştırıyorsunuz?
İlaç kullanan da var, ilaç kullanmayan da. Siz tüketici olarak etiketlerde yazılı bilgilerden, üretimine göre tercihte bulunabiliyorsunuz. Kimyasal ilaç kullanan küçük çiftçiler de var. Biz kimyasal kullanmadan tarım yapabilmeyi de teşvik ediyoruz. Küçük çiftçiye inancımızdan kimyasal kullansa dahi ürününü alıyoruz. Ancak, doğrudan ürününü piyasa fiyatıyla alarak kazandığı paradan daha fazlasını kazanmasını sağlıyoruz ve yıllar içinde toprağını kimyasallardan arındırmasını istiyoruz. Bu işin amacında Katılımcı Sertifikasyon var. Ticari sertifikasyonlara karşı, onlarla hiç ilişkiye girmeden, hem çiftçinin hem tüketicinin kontrol ve denetim mekanizmalarına girmesini sağlıyoruz.
»Türkiye’de örneğini bilmediğimiz bir çalışma. Nasıl yapıyorsunuz?
Biz bu işe başlarken korkuyorduk, hâlâ korkuyoruz. Çünkü hiçbirimiz dağıtım zincirlerini bilmiyorduk, lojistik nedir bilmiyorduk. O nedenle on ürünle başladık. Kibele üretici kooperatifi vardı. Kibele’nin ürünleriyle başladık. Geldiğimiz noktada hem ürün çeşidimiz arttı, hem ilişkide olduğumuz kooperatif sayısı arttı. Çiftçi- Sen’in de desteğiyle bölgelerdeki örgütleri aracılığıyla da çiftçilerin taahhüt ettikleri yöntemle üretim yapıp yapmadıklarını izlenebiliyor. Ürünleri mutlaka kooperatiften veya sendikalı bir üreticiden alıyoruz Kooperatifin kendisi de üretimden sorumlu oluyor. Başlarken kuru bakliyat ve tahıllarla başladık. Bozulmaya dayanıklı oldukları için onları tercih ettik. Ardından, peynirler geldi. Kars’tan peynir, tereyağımız gelmeye başlarken, salçalarımız, eriştelerimiz, bulgurlarımız…
Kaynak : Birgün – 11 Ocak 2012