Çocukken öğrendiğimiz güzel bir şarkı vardı…
Tohumlar fidana, fidanlar ağaca, ağaçlar ormana dönmeli yurdumda… diye başlıyordu. Şarkının geri kalan kısmı ise bu durumun doğaya, toprağa ve canlılara verdiği faydadan oluşuyordu. Yani şarkının devamında halkın kullanım özgürlüğünü kısıtlayacak, hatta yasaklayacak, birilerinin para kazanmasına olanak verecek, bunların yasalarla korunması gerektirecek, bu uygulamalara karşı olanlara da güç kullanılması gerektiğini savunan sözlerden oluşmamaktadır. Diyebilirsiniz ki zaten böyle saçma bir şarkı olmaz, kimsede böyle bir şarkıyı söylemez.
Bestelenen yeni şarkı…
Ülkemizde özellikle son on yıldır böyle bir şarkı yazıldı ve bestelendi! Şarkının sözleri, yaşamın başı olan tohumun ticarileştirilmesini, suların özelleştirilmesini, tarımın şirketleşmesini, doğal kaynak rezervlerimizin yok edilmesini, ormanların tahribatını, insanların köleleştirilmesini ve daha sayabileceğimiz pek çok konuyu içeriyor…
Tüm bu yapılanlar ve yapılması planlananlar anlamsız sayılabilecek kadar kısa vadeli ve dar çıkarlara hizmet ediyor. Ama bir kısım insanlar, bu uygulamaların insanlık için maliyetlerinin ne kadar büyük olabileceğini ya bilemiyorlar ya da bilmek istemiyorlar. Akılcı bir toplum düzeninde bu uygulamaların hayata geçirilebileceğini, bunlara izin verilebileceğini hayal etmek bile zor. Ama izin veriyoruz! Tohumlarımızın patentlenmesine, sularımızın özgür akışının engellenmesine, ormanlarımızın talan edilmesine, her türlü tehlikeli yöntemle madenlerimizin çıkarılmasına ve tüm bunlardan da sadece belli kişilerin veya grupların faydalanmasına izin veriyoruz…
Gözümüze bir gözlük takmışız!
Kar ve zarar gözlüğü…
Malum gözlüğü önerenlerin kimler ve hangi kurumlar olduğunu hepimiz iyi biliyoruz…
Her şeye bu gözlükle bakıyoruz. Her şeyin mutlaka karlı olması gerektiğini, ölçeğe uygun olmasını, eğer bir şey kar getirmiyorsa onu nasıl karlı bir hale dönüştürebileceğimizi düşünüyoruz, hesaplar yapıyoruz.
Bize dayatılan sistemin değiştirilemez olduğuna öyle inandırılmışız ki, öylesine alıştırılmışız ki, çıkarları uğruna doğayı yok etmeyi kendine görev edinmiş düzenin ‘tek’ olduğunu kabul ediyoruz. Hatta bu düzenin kaçınılmazlığını, değiştirilemezliğini sorgulayanlara çeşitli yaftalar yapıştırıyoruz. Önceleri “hayalci”, “romantik” olarak tanımlayanlarla karşılaşırken, son olarak “çapulcu” diye tanımlayanların olduğunu görüyoruz…
Evet, düzene aykırı davranışlarda bulunanları tanımlamak için kullanılan bir kelime ‘çapulcu’. Yaşamın ticaretleşmesine doğru gidişi, her şeyin patent altına alınmasını, insanların yeni düzen köleliğini ve her şeye kar zarar gözlüğü ile bakmayı kabul etmemek, yapılacak uygulamalara karşı durmak ve bu duruşu görünür kılacak örgütlülüğün oluşabileceğine inanmak, düzene aykırı olduğu için ‘çapulculuk’ olarak nitelendirilebilir. Ancak daha uzun vadede düşünür ve toplumsal faydayı önemsersek şu sözü söylemekten kendimizi alamayız. Yaşasın çapulculuk!
Şarkımızı tekrar söyleyelim.
Tohumlar fidana, fidanlar ağaca, ağaçlar ormana dönsün yurdumda… AVM’lere değil!