Kişisel geçmişimize baktığımızda hepimizin hatırasında yer eden tanıdığımız veya duyduğumuz bir bilge kişimiz vardır. Bazen mahalledeki bir nine olur bazen de, görmüş geçirmiş uzaktan akrabamız olan emekli Ali Dayımız. Gerek kişisel, gerekse toplumsal belleğimizde yer alan, geçmişin deneyimlerinden oluşan, bilgi ve bilginin sahiplerini yüceltir; efsanelere düşkün ruh ve düş dünyamızın gıdası yaparız.
Geçmişimizden gelen sözlü ve yazılı kültür mirası bizi bu günün ihtiyaçlarını karşılamayı yarınımızı ise planlayabilmemizi sağlar. Süreç kendi yolunda ilerlerken; gelişmiş – gelişmemiş, zengin-fakir, alt –üst, büyük balık küçük balığı yutar; zengin malını dağdan aşırırmış, fakir yolunu şaşırırmış; sürüden ayrılanı kurt kapar; kader kısmet, nasip, itaat, mefhumları belleğimizde alfabemiz olmuş; uyumlu ve uygunluk kültürü, iyi makbul insan tanımlarının tarifi olmuştur.
Amma ve lakin, günlerden bir gün yıllardan bir yıl, gezegene bilgi çağı diye engellenemeyen arsız mı arsız bir misafir gelir. Onun karşısında ne tarih, ne toplumsal bellek, ne geçmişin deneyimleri , ne bilge nenemiz, ne kanaat liderleri dayanabilir.
Artık hızın hızı yakalanmış, şapka düşmüş kel görünmüş, ak kara belli olmuştur.
Bilinmeyenleri bilinenlerle çözme özdeyişlerin yerini almış… Bilgiyi kullanıp değişimi yakalayan dağı aşmış, kullanamayan bırakın düz yolda şaşırmayı, var olmayı bile başaramamıştır.
Yaşlı gezegenimizin arsız ve yüzsüz misafiri ne kadar engellense, filtreler takılsa da dağın başı, köyün ücrası, demeden, davet beklemeden her yere girer olmuş.
Yaşlı-genç, zengin-yoksul ayırmadan herkesin yeter ki biraz talepkar olsun, her Şirin’in Ferhat’ı olmuştur. Arsız misafirin tadını bir alan bir daha iflah olmamış, onun pınarından içmeden, onu işin içine katmadan yaşanamaz olmuştur.
Nasıl büyük büyük kulelerde şehirlisi bilginin ve çağının; sabah dokuz, akşam altı, bilimin nimetlerini tadıyorsa, ücra bir köyün dağının başında ki köylüsü de aynı nimetten kana kana faydalanabilmektedir…. Hiç bir iktidarın ve hiç bir diktatörün başaramadığı, birlik ve uyumu, kendi dil ve kurallarıyla dil, din, ırk farkı gözetmeksizin aynı pencereleri açtırıp aynı dili konuşturmuştur.
Bilim bilgi geçer akçe olup, setleri yıkıp bereketiyle herkesi nasiplendirirken, hırpalanmış değeri bilinmemiş biri de bağrını açmış bekliyor .
Merak mı ettiniz ? Etmeyin hepimizin çok yakınında doğduğumuz, uğruna savaşlar, kanlar, akıtarak sahip çıktığımız, doyduğumuz, sadık yârimiz, onurumuz, itibarımız; toprak evet evet toprak.
Öylesine aç ki yıllardır sabırla bekliyor misafirini. Bekliyor değerini dilini anlasınlar diye. Çok çok özlemiş dostu kimyayı . Biyolojiyi fiziği.
Bulutların dilini çözmeyi, rüzgarın donun dolunun haberlerini, bıkmış tarihin tekerrüründen, matematik, iktisat, genetik, endemik rüyaları görüp hayra yormuş bekliyor toprak hasretle. Çiftçim, köylüm, emanetçim durma, bağdaş kurup düşlere dalma, kulak ver, çek kolundan gencin, arasın araştırsın ta Çin’e gitmesin bilim için, bilim geldi artık şimdilerde her yerde. Çağır kimyacıyı, ziraatçıyı, genetikçiyi, taşları tanıyanı bir dal gördü mü, yârini görmüş gibi sevinen, izini süren genetikçiyi. Çağir yine, çağır alıngan olma, hepsi borçlu toprağa. Toprak alacaklı hepsinden. Çağır bezirgan başını, mal kalmasın, pazarlama ustası, işletmeci ile maliyet muhasebesini yapan yöneticiyi.
Toprak bekliyor de. Hepinizi çok özlemiş sabrı kalmamış de.
Artık toprak emanetçilerinden, fizik, kimya, biyoloji, matematik, işletme, planlama, meteoroloji istiyor. Toprak artık kararlı, bunlarsız hiçbir şey yapamam diyor.
Toprak; fizik, kimya, matematik, biyoloji, genetik seviyor.