» Tohumculukta yabancı sermaye ablukası
» Tarım bankacılığı ile piyasalaştırma
» Hangi şirket, hangi ürünü tekeline aldı?
DR. Necdet Oral*
Neoliberal politikalar, tarım ve gıda sektörünü çökertti
1980 sonrasında Türkiye tarımında önemli değişim ve dönüşümler gözlenmektedir. 1950-80 arasındaki devletin tarım sektörünü koruyan ve destekleyen politikaları büyük ölçüde değişmiş; devletin tarımda destekleme alımları, girdi ve kredi sübvansiyonları şeklinde üç ayaktan oluşan rolü küçültülmüştür. İzlenen politikalarla sermaye hayatın her alanında belirleyici hale getirilmiş; köylü ile doğrudan ilişkiye giren devletin yerini köylüyü sermaye ile yüz yüze bırakan devletin alması amaçlanmıştır. Uygulanan neoliberal politikalar küçük üreticilik üzerindeki sermaye hakimiyetini güçlendirirken, geniş bir köylü kitlesini üretimden kopartmış; 2001 krizinden sonra tarımda da hayata geçirilen IMF-Dünya Bankası patentli reformlar, köylülüğün çözülme sürecini daha da hızlandırmıştır.
Tarımdaki dönüşüm iç dinamiklerin olduğu kadar dış dinamiklerin de ürünüdür. Küreselleşme olgusuna paralel olarak çokuluslu şirketler çeşitli mekanizmalarla azgelişmiş ülkelerde tarımı kontrol altına almaktadır. Çokuluslu şirketler tarımda doğrudan yatırıma girebilmekte ya da tarımı denetim altına almak için yerli taşeronlar kullanmaktadır. Türkiye’de de devletle işbirliği içerisinde çiftçileri girdi, kredi ve pazarlama mekanizmalarıyla kontrol etmektedir.
Türkiye’de uygulanan neoliberal politikalarla çökertilen tarım sektörü, çokuluslu şirketlerin serbest piyasası haline getirilmiştir. Bu amaca ulaşmak için sektörde kamuya ait tarımsal işletme ve kuruluşlar ya özelleştirilmiş ya da kapatılmıştır. EBK, SEK ve YEMSAN gibi tarımsal KİT’ler elden çıkarılarak yerli tekellere peşkeş çekilmiştir. Bu şirketlerin kısa bir süre içerisinde yabancılarla ortak girişim kurmaları
ile bu kuruluşlar bir kez daha el değiştirerek yabancılaştırılmaya başlanmıştır. Öte yandan son 15 yıllık dönemde gerçekleşen krizler sonrasında piyasa değerleri düşen gıda şirketleri, yabancı yatırımcılara oldukça cazip gelmiş; birçok şirket yabancılar tarafından satın alınmıştır.
1. Tarım sektöründe yabancılaşma
TOHUMCULUK SEKTÖRÜ
Tarımda en önemli girdi tohumdur. Kullanılan tohumun yüksek verimli, hastalık ve zararlılara dayanıklı, ekoloji ile uyumlu olması, tarımsal üretimi belirleyen önemli özelliklerdir.
Türkiye’de tohumculuğun geliştirilmesi için başlatılan çalışmalar 1930’lu yıllara kadar gitmektedir. 1963 yılında çıkarılan kanunla tohumluk üretim, denetim ve dış ticareti Tarım Bakanlığı’nın izni ve denetimi altında alınmıştır. 1980’lere kadar tohumculuk tümüyle devletin tekelinde kalmış; tohum fiyatları devletçe belirlenmiştir. 1982 yılında tohum fiyatları serbest bırakılmış, 1984 yılında “Tohumluk İthalatının Serbest Bırakılması” ve 1985 yılında çıkarılan “Tohumluk Teşvik Kararnamesi” ve bunları izleyen politikalarla tohumculuk özel sektöre dayalı bir yapılanma içine girmiştir.
Bu politikaların etkisiyle ülkemizde özel tohumculuk şirketlerinin sayısı hızla artmış, dünyanın en büyük tohumculuk şirketleri ülkemizde yatırım yapmışlardır. Ancak bu şirketlerin pek azı ıslah ve adaptasyon çabası içine girmiş, çoğunlukla bilinen çeşitlerin çoğaltılması ya da ithalat tercih edilmiştir. Tohumculuğun özelleştirilmesi hibrit tohumun yeni bir uluslararası meta haline gelmesi ile çakışmış, sonuçta Türkiye uluslararası tohum tekellerinin açık pazarı haline gelmiştir (Tümay 1998).
2006 yılında çıkarılan 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu hükümlerinden kamunun tohumculuğun her alanından çekilerek bu alanı özel firmalara terk edeceği anlaşılmaktadır. Kanunun “yetki devri” başlıklı 15. maddesine göre; kamu üretim, sertifikalandırma, ticaret ve denetim yetkilerini kurulacak olan tohumculuk birliğine (gerçekte ise buna hakim olacak çokuluslu şirketler ve onların yerli taşeronlarının egemenliğine) devredebilecektir.
1980’li yıllarda tohumluk pazarının büyüklüğü 80 milyon dolar olarak tahmin ediliyordu. Ticari tohumluk hacminin 400 milyon dolara ulaştığı günümüz Türkiye’sinde tohum pazarının yüzde 40’ı özel tohum şirketlerinin elinde. Özellikle hibrit sebze, ayçiçeği, mısır ve patateste özel şirketlerin payı yüzde 100’lere ulaştı. Büyük bölümü yabancı ortaklı, çoğu da yalnızca tohum ithalatı yapan 250’yi aşkın tohumculuk şirketi mevcut. İhtiyaç duyulan tohumun en az üçte biri ithal ediliyor. Sebze tohumlarında dışa bağımlılık oranı yüzde 85’e çıkıyor. Patatesin neredeyse tümü ithal tohumla üretiliyor. Sertifikalı hububat tohumluğunun ise ancak yüzde 25’i üretilebiliyor.
Mısır tohumluğunda Monsanto yüzde 10, Pioneer yüzde 72’lik bir paya sahip. Pamukta Monsanto ve Bayer’in ağırlığı toplam yüzde 80 düzeyine ulaşıyor. Pioneer’in Cargill ile işbirliği içerisinde olduğu düşünüldüğünde Türkiye mısır piyasasında “işgal” ettiği yer daha kolay anlaşılır. Ancak asıl tehlike kamunun yetkilerini tohum birliklerine ve özel şirketlere devretmesi. Böylesi bir tohum piyasası, özel şirketlerin lisans sağlayıcılığı altında ABD, İsrail, İspanya ve Fransa gibi ülkelerin tarım şirketlerinin doğrudan belirleyicisi olduğu bir yapıya bürünecek (Express Dergi, 2009/05).
KİMYASAL GÜBRE PİYASASI
Kimyasal gübreler, bitkilerin besin gereksinimi karşılamak amacıyla mevsimsel olarak kullanılan, tarımsal üretimde tek başına yüzde 40 verim artışı sağlayabilen girdilerdir.
Türkiye gübre piyasasında üretici olarak toplam 5 sermaye grubuna bağlı 7 kuruluş faaliyet göstermektedir. Sektörde yer alan kamuya ait kuruluşların (TÜGSAŞ’ın bağlı ortaklıkları Gemlik Gübre ve Samsun Gübre ile İGSAŞ) özelleştirilmeleri 2005 yılında tamamlanmış ve kamunun üretici olarak varlığı sona ermiştir. Özelleştirmeler sonrası iki yeni grup, Yılyak Yakıt Pazarlama Tic. A.Ş. Gemlik Gübre hisselerini, Yıldız Entegre Ağaç San. ve Tic. A.Ş. İGSAS hisselerini ve Kütahya Gübre varlıklarını satın alarak sektöre girmiş, sektörde yer alan Toros Gübre, Samsun Gübre hisselerini alarak kurulu kapasitesini artırmıştır.
Üretim kapasitesi 5.3 milyon ton/yıl olan Türkiye gübre sanayii iç pazara yönelik olarak kurulmuş olup, iki ana mal (kompoze ve TSP) dışında kurulu kapasitesi iç talebi karşılayamaz durumdadır. Son 10 yıllık ortalamalara göre, kimyasal gübre tüketiminin yaklaşık yüzde 55’i yerli üretimle karşılanırken yüzde 45’i ithalatla karşılanmaktadır. Fiilen ithalat yapan firma sayısı 15 dolayındadır. Ayrıca yerli gübre üreticileri de üretmedikleri gübre cinslerini ya da üretebilmelerine karşın ithal etmeyi daha ekonomik buldukları gübreleri ithal etmektedirler. İthalatın tamamına yakını Rusya, Ukrayna, Romanya ve Bulgaristan gibi ülkelerden yapılmaktadır.
Gübrenin başlangıç hammaddeleri doğalgaz, fosfat kayası ve potas tuzu; ara maddeleri amonyak, nitrik asit, sülfürik asit, fosforik asittir. Maliyetlerin yüzde 65-80’i hammadde maliyeti olup; yukarıda sayılan girdilerin yaklaşık yüzde 80-85’i ithalat yoluyla sağlanmaktadır. Çünkü Türkiye, kimyasal gübre üretimde kullanılan hammadde kaynaklarına sahip değildir. Dolayısıyla Türkiye’de gübre sanayii ithal girdilere bağımlı bir endüstridir. Bu çerçevede, iç piyasadaki gübre fiyat değişimlerini uluslararası piyasadaki gübre ve hammadde fiyatları; döviz kur değişmeleri ve gübre tekellerinin kâr hırsı belirlemektedir.
TARIM İLAÇLARI PİYASASI
Türkiye’de tarım ilaçları pazarının büyüklüğü yaklaşık olarak 350 milyon dolar olup; yıllık ortalama ilaç tüketimi 33 bin tondur. Tarımsal ilaçların yaklaşık yüzde 40’ı Akdeniz (Adana, Mersin, Antalya) ve Ege (İzmir) bölgelerinde tüketilmektedir. Tarım ilacı kullanımına ürün bazında bakıldığında; yüzde 40’lık payla pamuk ve hububat ilk sırayı almakta, onu yüzde 27’lik paylarla turunçgiller, üzüm, meyveler ve yüzde 16’lık payla sebzeler izlemektedir.
Türkiye aktif madde açısından dışa bağımlı olup; tarım ilacı imalatında kullanılan girdilerin yaklaşık yüzde 90’ı ithal edilmektedir. Yerli firmalar aktif maddeleri ithal ederek jenerik ilaç üretmektedirler.
Tarım ilaçları pazarında yüzde 22’lik payı ile Hektaş ilk sırayı almakta, onu Bayer ve Syngenta izlemektedir. Bu üç firmanın pazardaki payı yüzde 65’i bulmaktadır. Hektaş, dünya tarım ilaçları sektörünün önemli şirketleri arasında yer alan DuPont, Makhteshim-Agan, FMC, Chemtura, Sipcam ve Agrichem’in Türkiye dağıtıcısıdır. Ayrıca pazarda ithalat yoluyla ilaç sağlayan 350 dolayında şirket bulunmaktadır.
TARIM MAKİNELERİ PİYASASI
Traktör, tarımsal üretimde modern üretim teknolojilerinin kullanılma olanağını sağlayarak verimliliği artırmakta ve maliyetleri düşürmektedir.
Türkiye’de traktör üretiminin tarihi 1955 yılına kadar gitmektedir. Türkiye 1949’dan itibaren traktör ithal ediyordu. Bu nedenle ilk üretimin yapıldığı 1955’te traktör parkı 40 bin adede ulaşmıştı. 1954’de kurulan ve ilk yılı hazırlıklarla geçiren Türk Traktör bir sonraki yıl üretime başlamıştır.
Traktör satışlarında yıldan yıla büyük dalgalanmalar olmaktadır. Bunun en önemli nedeni, izlenen destekleme
politikaları ve değişken iklim koşullarından dolayı çiftçi gelirinin yıldan yıla büyük değişiklikler göstermesidir. 1995-1998 döneminde tarımsal gelirdeki artışla birlikte traktör talebinde de artış yaşanmış; 1994 yılında 23 bin traktör satılırken, 1998 yılında bu sayı 49 bine yükselmiştir. Ancak 17 Ağustos 1999 depreminden sonra traktör talebi olağanüstü bir şekilde düşmüştür. 1999 yılındaki traktör satışı 19 bin adede ulaşabilmiştir. 2001 kriz yılında 11 bin; 2002 yılında ise yalnızca 7 bin adet traktör satılabilmiştir. 2006 yılında 40 bin adede ulaşan traktör satışları 2008’de 27 bin adet olarak gerçekleşmiştir. Yaşanan küresel kriz başta olmak üzere, çiftçinin borçlu olması, girdi ve ürün fiyatlarındaki dengesizlik nedeniyle alım gücünün iyice daralması gibi faktörlerin etkisiyle, 2009 yılında traktör üretimi ilk altı ayda yüzde 60’tan fazla daralmış; iç pazardaki daralma, firma bazında yüzde 80-90 seviyelerine ulaşmıştır.
Türkiye traktör pazarı uzun yıllar pazar payları birbirine oldukça yakın iki üretici şirket tarafından kontrol edilmiştir. Bunlarda ilki, Koç Grubu ile Hollanda merkezli CNH Global NV’nin ortaklığında faaliyetini sürdüren Türk Traktör 2007 yılında %48’lik bir pazar payına sahipti. Aynı yıl Massey Ferguson lisansıyla üretim yapmakta olan diğer üretici şirket Uzel Makine’nin pazar payı ise yüzde 37 olarak gerçekleşmişti (Uzel Grubu, 2008 yılında AGCO’ya ait Massey Ferguson traktörlerinin üretim ve dağıtım lisansını kaybetmesi nedeniyle faaliyetine ara vermiştir). Bu şirketlerin yanı sıra, daha düşük pazar paylarına sahip Alçelik (Tümosan), Hattat, Erkunt da traktör pazarında faaliyetlerini sürdürmektedir.
TARIM BANKACILIĞINDA YABANCILAŞMA
Merkez Bankası verilerine göre; 2009 yılı Mart ayı itibariyle Türkiye’de bankacılık sektöründe faaliyet gösteren 49 bankanın 32’si mevduat bankası, 13’ü kalkınma ve yatırım bankası, 4’ü ise katılım bankasıdır. Mevduat bankalarından yalnızca 3’ünün sermayesi kamuya aittir (Ziraat Bankası, Halk Bankası ve Vakıflar Bankası). Ancak kamu bankaları özelleştirme tehdidi altındadır. 31 Aralık 2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı”na göre, “Özelleştirme vizyonu çerçevesinde önümüzdeki dönemde, devletin bankacılık alanından tamamen çekilmesi” hedeflenmektedir. Bu programın uygulanması halinde Türkiye’de kamu bankası kalmayacaktır.
1990’lı yıllarda birçok ülkede uygulanan neoliberal politikalarla yabancı bankaların şube açmalarına ve banka kurmalarına imkân tanıyan düzenlemeler, azgelişmiş ülkelerde yaşanan bankacılık krizleri, uluslararası sermaye akımları, teknolojik yenilikler özellikle azgelişmiş ülkelerde yabancı bankaların sektördeki payının önemli ölçüde artmasına yol açmıştır. Türkiye’de de, özellikle liberalizasyon sürecinden sonra yabancı banka girişleri artmıştır. Bunda 1989 yılında sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi ve uluslararası ticaretin artması etkili olmuştur (Apak ve Tavşancı, 2008). Bankacılık sisteminde yabancılaşma süreci, ekonomik krizin yaşandığı 2001 yılından itibaren ivme kazanarak günümüze kadar süregelmiştir. Tablo 1, ülkenin öz kaynakları ile kurulmuş bankaların son yıllarda yabancıların eline geçtiğini göstermesi açısından önem taşımaktadır.
Gelinen noktada ödenmiş sermayedeki payları esas alındığında, yabancı hissedarların aktif büyüklüğü içindeki payı 2009 yılı Mart ayı itibarıyla yüzde 25,3 olarak gerçekleşmiştir. Öte yandan, yüzde 16 olan halka açık paylar içindeki yabancı payları da eklendiğinde bankacılık sektöründeki yabancı payı yüzde 41,3 düzeyine ulaşmaktadır (TCMB, 2009). Oysa AB ülkeleri bankacılığın ulusal sermayenin elinde kalması için uğraş vermektedirler. Bu nedenle yabancılaşma oranı Almanya’da yüzde 5, İtalya’da yüzde 8, İspanya’da yüzde 10, Hollanda’da yüzde 11, Danimarka’da yüzde 17, Avusturya ve Fransa’da yüzde 19, Yunanistan’da yüzde 20 dolayındadır. IMF kontrolündeki ülkelerde bankacılık sektöründeki yabancılaşma oranı dikkat çekicidir. Bu oran Estonya’da yüzde 100, Çek Cumhuriyeti’nde yüzde 95, Slovakya’da yüzde 93, Meksika’da yüzde 82, Macaristan ve Polonya’da yüzde 65, Arjantin’de yüzde 48, Peru’da yüzde 47 ve Şili’de yüzde 42 düzeyindedir (Uzunlu, 2007).
Türkiye bankacılık sektöründe yabancı sermayeye üst sınır getirilmesinde geç kalmıştır. Mevcut koşullar devam ettiğinde sektör aşama aşama yüzde 70’lere varan oranda yabancılaşacaktır.
Tablo 2’den görüldüğü gibi, 2008 yılında kullanılan toplam kredinin yüzde 45’i Ziraat Bankası, yüzde 15’i tarım kredi kooperatifleri, yüzde 8,2’si İş Bankası, yüzde 7,9’u Denizbank, yüzde 5’i Halkbank, geri kalanı ise diğer bankalar tarafından kullandırılmıştır. Bu durumda kredilerin yüzde 60’ı Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatifleri, yüzde 40’ı da diğer bankalar tarafından kullandırılmıştır. Bunlardan Denizbank ve Finansbank yabancı sermayeli bankalardır. Kamu bankaları (Ziraat Bankası, Vakıfbank ve Halkbank) ve yerli özel sermayeli İş Bankası dışındaki diğer tüm bankaların değişen oranlarda yabancı hissedarları bulunduğu göz önüne alındığında, tarım bankacılığı alanındaki yabancılaşma tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır (Günaydın, 2009).
TABLO 1 Bankacılık Sisteminde Yabancılaşma Süreci
TARİH BANKA ADI YABANCI ORTAK ORTAKLIK (%)
2001 Demirbank HSBC (İngiltere) 100
2002 Koçbank Italiano (İtalya) 50
2003 Site Bank Millennium BCP (Portekiz) 100
2005 T.EkonomiBnk. BNP Paribas (Fransa) 42,1
2005 Dışbank Fortis Bank (Belçika) 89,3
2005 YapıKredi Bnk. Koçbank-UniCredito 57,4
2005 Garanti Bankası General Electric Capital Corp. (ABD) 25,5
2006 Bank Pozitif(C Bank) Bank Hapoalim (İsrail) 65
2006 Finansbank National Bank of Greece (Yunanistan) 89,4
2006 Denizbank Dexia (Belçika-Fransa) 99,8
2006 Akbank Citibank (ABD) 20
2006 Şekerbank Bank Turan Alem Group (Kazakistan) 34
2006 Tat Bank Merill Lynch Eur. Asset Hold. Inc (ABD) 100
2006 Tekfenbank Eurobank EFG (Yunanistan) 70
2006 MNG(Turkland)Bank BankMed ve Arab Bank (Ürdün) 91
2007 Oyakbank ING Bank (Hollanda) 100
2007 Turkish Bank National Bank Of Kuwait (Kuveyt) 40
2007 Türkiye Finans The National Comm. Bank (S. Arabistan) 60
Kaynak: Günaydın (2009)
TABLO 2 Tarım Kredilerinin Bankalara Göre Dağılımı
2006 2007 2008
BANKA ADI Milyon TL % Milyon TL % Milyon TL %
T.C. Ziraat Bankası 3.522 42,3 4.810 45,5 6.358 45,8
Tarım Kredi Koop. 1.452 17,5 1.723 16,3 2.124 15,3
Türkiye İş Bankası 536 6,4 908 8,6 1.140 8,2
Denizbank 512 6,2 804 7,6 1.100 7,9
Halkbank 391 4,7 567 5,4 737 5,3
Akbank 350 4,2 550 5,2 430 3,1
Yapı- Kredi Bankası 339 4,1 401 3,8 410 3,0
Garanti Bankası 473 5,7 292 2,8 382 2,8
Şekerbank 400 4,8 235 2,2 350 2,5
Vakıfbank 175 2,1 12 0,1 309 2,2
T. Ekonomi Bankası – 35 0,3 231 1,7
Finansbank 108 1,3 168 1,6 219 1,6
Fortis Bank 61 0,7 73 0,7 100 0,7
GENEL TOPLAM 8.319 100,0 10.576 100,0 13.890 100,0
*TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi
18 Kasım 2009- Birgün