Ali Bülent Erdem
Yılmaz Güney’in Umut filmini seyrettiniz mi bilmiyorum. Benim devrimci olmamda önemli bir rolü vardır. Benim kuşağım için değil ama seyredemeyen genç arkadaşlar için filmin beni en etkileyen yanını, benim kuşağımı da etkileyen yanı olduğunu düşünerek yazma ihtiyacı duyuyorum. Filmde şimdi ismini hatırlayamıyorum, ama o rolü oynayan Yılmaz Güney faytoncudur. Bir gün , faytonuna çok lüks modern bir otomobil çarpar. Otomobilin sahibi zengin adam ve faytoncu trafik kazası için karakola götürülmüştür. Komiser otomobil sahibini lüks bir koltuğa oturtmuş, çayını söylemiş ve model otomobilin çizilmesine ve darbe görmesine otomobil sahibinden daha çok üzülerek , otomobil sahibiyle sohbet etmekte ve faytoncuya bağırmaktadır; “Sen bu işi nasıl yaparsın !” diye. Suçlu ilan edilen faytoncunun söyleyebildiği tek cümle ise “Ama benim atım öldü” , “Ama benim atım öldü.” , “Ama benim atım öldü” ……
Faytoncunun yaşayabilmesi , ayakta durabilmesi ve ailesine bakabilmesi için faytonculuk yapmaktan başka hiçbir şansı yoktur. Suçlu ilan edilmiştir, ama onun atı ölmüştür.
Dayanabileceği hiçbir şey kalmamıştır. Sığınabileceği tek yer Allahıdır . Muskalar yaptırır ve ibadet eder. Sonuçta çıldırır.
Bugün tütün üreticisinin durumu faytoncunun ki gibidir. Kıraç toprağında ,ancak tütün üretebilir, ancak öyle ayakta kalabilir ve ancak ailesini öyle besleyebilir. O kıraç toprağı , öyle bir topraktır ki ,sanki tütün için yaratılmıştır ve başka bir alternatifi yoktur. Tütüncü o topraklarda başka bir ürün üretse ne karnını doyurabilir ne de ailesini.
400 yıl önce tütün ; bu toprakla tanıştığında ve bu toprağı tanıdığında , bu toprağın özelliklerini almış , toprağın özelliğine göre değişmiş , dönüşmüş yeni tatlar ve kokular almıştır. Dünyanın en meşhur tütünlerinden biri olmuştur. Aranılan ürünlerden biridir, Türk tütünü.
Ama zaman değişmiş çok uluslu Dev Sigara Şirketleri yeni teknikler , yeni katkılar bulmuştur. Bu kimyasal katkılar Türk tütününün tadını , kokusunu , tutuculuğunu sağlamış ve Türk tütünü eskisi gibi aranılır olma özelliğini kaybetmiştir. Kimyasallar tütünün insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkisini binlere katlamaktadır ama reklamlarla bunun da etkisi kırılmaktadır.
“Tütün Yasası” çıkıncaya kadar ; Kimi zaman ürününe az para alan ,kimi zaman beklediğinden de yüksek para kazanan tütüncüler; az para verildiğinde üzülmüş . Beklediğinden çok para verildiğinde ise davullu zurnalı kutlamalar yapmıştır.
Tütün üreticisi o ulaşılması zor , dağlara doğru kıraç topraklarında tütün üretirken hep devletin yani TEKEL’in vereceği fiyata bakmıştır. Onun umudu devlettedir. Onun için tutucudur. Onun için sulu tarım yapan çiftçilere göre belki de daha fazla yüksekte yaşadığı için Allahına daha yakındır. Ama serttir. İsyan ettiğinde tutulmazdır. Onun için efe olmuştur, kızan olmuştur dağa çıkmıştır. Geçmişte de Osmanlı’yı son dönemlerinde en çok zora sokan, dağlarında tütün kaçakçılığı yani avangacılık , konturbazlık yapandır.
Tütün öyle bir üründür ki ; Onun kadar hiçbir ürün tartışılmamıştır. Onun kadar hiçbir ürün için türküler yakılmamıştır. Onun kadar politik bir ürün yoktur. Sanki Türkiye’deki politik dönüşümün turnusol kağıdıdır tütün. Siz içseniz de içmeseniz de öyledir.
Osmanlı’nın çöküşünde de yabancıların ilk gözlerini diktikleri ürün tütündür. Çünkü tütün dünyanın 160 ülkesinde üretilen ama dünyanın en ücra köşesinde tüketilen bir üründür. Duyun-i Umumiye Osmanlı’nın borçlarını ödeyebilmesi için duruma el koyduğunda borçları ödeyecek ve karlı çıkacak ürün olarak tütünü düşünmüştür. Tütünün dikimi , denetimi ve pazarlaması REJİ adlı bir şirkete verilmiştir.
1980’den sonra çok uluslu şirketler Türkiye tarımına uluslar arası finans kuruluşları aracılığıyla müdahale ederlerken Türkiye tarımını kendi isteklerine göre şekillendirerek kendi denetimleri altına almaya çalıştıklarında yine gözlerini ilk diktikleri ürün tütündü.
Onun için 1999 yılında IMF ile imzalanan stand-by antlaşması ve 2001 yılında Dünya Bankasıyla beraber ülkemizin uyguladığı “ Tarım Reformu” yla yaşanan değişimi ilk hisseden ürün yine tütün olmuştu.
Küçük Çiftçilerin ,küçük tarım üreticilerinin , küçük aile tarımı yapanların yaşayacağı bu darbeyi görerek başlattığımız tarım çalışması belki de onun için 15.Eylül.2001’de Tütün Kurultayı ile başlamıştı. Çünkü “Tütün Yasası” ve “Şeker Yasası” gibi yasaları çıkartmışlardı.
“Tütün Yasası”nın çıkması o zengin otomobil sahibinin faytoncunun atına çarpması gibiydi. Faytoncu atının öldüğünü hemen anlayamadı. Yaralandığını düşündü.” Ama atı ölmüştü.” Düştüğü durumun geçici olduğunu zannetti. O anda hükümette olanların çiftçiye yönelik politikalarından kaynaklandığını zannetti.
Atının öldüğünü bu yıl tütün alıcı firmalarının kendisine sadece verdiği fiyattan değil , artık herkese tütün ürettirmeyeceğini söylediğinde anladı. Onun için isyan etti. Yürümek istedi . Hem de bugüne kadar çiftçilerin o yıl alamadıkları fiyatlara gösterdikleri tepkiler gibi değil , atının gerçekten öldüğünü düşündüğü için . Hem de dışardan gelen bir taleple değil ,kendi istediği için.
Onun için Kırkağaç’ta yapılan miting çiftçiler için bir dönüm noktasıdır. Kimilerinin anlamayarak sayılara bakmasına rağmen, kendi mitingleriyle kıyaslamasına rağmen böyledir. Türkiye’deki tarım politikaları değiştikçe çiftçiler de değişmektedir. O durağan kendi içine kapanık tarlasındaki üründen başka hiçbir şeyi düşünmeyen köylüler değişmektedir. Ama tütün üreticisi dağlıdır. Toprağı gibi serttir. Ve toprağında üretilen tütün gibi kokuludur ve isyanı da tatlıdır. Geçmişte olduğu gibi unutulmazdır. Uğruna türküler yakılır.
Kırkağaç tütün üreticileriyle biz Çitçi Sendikaları da bir ilki başarmıştır. Tütün Satış Kooperatifleriyle yan yana gelmiştir. Ziraat Mühendisleri Odası’yla yan yana gelmiştir. Ziraat Odası’yla yan yana gelmiştir. Tütün eksperleriyle yan yana gelmiştir. Belki de hiç yan yana gelmeyecek kurumları yan yana getirmeyi başarmıştır. Onun için 23.Mart.2006 bizim için önemlidir.
26 Mart 2006