Üzüm -Sen 8. kuruluş yıldönümü dolayısıyla bir basın açıklaması yayınladı. Açıklamada uluslararası tekellerin ve onların hizmetindeki iktidarların tarımda yaratıkları tahribat özetleniyor, bunlara karşı Üzüm-Sen’in talepleri ifade ediliyor. Açıklamada talep olarak : “Gıdayı meta olarak değil,temel bir insan hakkı olarak görerek küçük ölçekli çiftçiliği güçlendirmek,Şirketlerin gıdaya egemen olmasını engelleyerek küçük üreticilerin gıda egemenliğini korumak,Herkesin sağlıklı ve yeterli gıdaya erişimini ve sağlıklı beslenmesini sağlamak.” başlıkları da dile getiriliyor.
Açıklama şöyle:
Basına ve Kamuoyuna
8 Mart 2004 günü ürün bazında kurulan ilk üretici sendikası olan Üzüm Üreticileri Sendikası‘nın(Üzüm-Sen’in) 8. yılını tamamladığı bu günlerde Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker küresel gıda şirketlerinin taleplerine uygun olarak “köylerin şirkete dönüştürülmesi” projelerini dillendiriyor, çıkartılan yasalarla köylerin ortak mülkiyetinde olan otlak ve meralar özelleştirilerek şirketlere satılması planlanıyor. Bu nedenle kurulduğundan bu yana küçük üreticilerin hakları için örgütlenmeye ve mücadele etmeye çalışan sendikamız Üzüm-Sen’in ve diğer çiftçi sendikalarının önemi bir kez daha öne çıkıyor. Çünkü Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın “köylerin şirkete dönüştürülmesi” projelerini “DUR!” diyecek politikalara, örgütlenmelere ve mücadelelere ihtiyaç var. Devlet ve hükümet destekli üretici örgütlerinin bu görevi yerine getiremeyecekleri bunca yıllık tecrübeyle sabit. Bu görevi ancak Üzüm-Sen ve bağlı olduğu Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu (Çiftçi-Sen) gibi devletten ve hükümetten bağımsız üretici örgütleri yerine getirebilir. Kuruluş yıl dönümüzde Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker’in, “köylerin şirkete dönüştürülmesi” projelerine HAYIR! diyor “Katılımcı,Demokratik Bir Tarım Reformu” talebimizi bir kez daha haykırıyoruz.
Bilindiği gibi Dünya’da enerji kaynaklarının yanı sıra su kaynakları ve gıda giderek artan bir şekilde stratejik önemi olan olgular haline geldi. 2008 yılından başlayarak ciddi gıda krizleri yaşanmaya başladı.Gıda krizinin yol açtığı gıda yetersizlikleri bir çok ülkede “gıda isyanları” nın ortaya çıkmasına neden oldu. Küresel sermayenin gıda egemenliğini ele geçirmek için uyguladığı neoliberal politikalar sonucu küçük köylülerin tasfiyesi hızlandı. Ülkemizde de uygulana gelen neoliberal politikaların sonucu olarak son 5 yıl içinde çalışan kesim içindeki tarımsal nüfusun oranı sürekli azaltıldı.
Ülke nüfusu sürekli artmasına rağmen 2000’li yılların başında üreticiler çalışan nüfus içinde %33 paya sahipken bugün %22-23lere düşürüldü.2002-2009 yılları arasında kullanılan tarım alanı 2,3 milyon hektar azaldı. Yüzbinlerce köylü kırsal alanı terk ederek ilçelerin ve kentlerin varoşlarına göç etmek zorunda bırakıldı.
Tarımsal üretim dünyada ilk olarak Anadolu topraklarında başlamıştır.Dünyada bulunan 8 gen merkezinden 3’ü Türkiye’dedir.AKP hükümeti çıkarttığı “Tohumculuk Yasası” ve izin verdiği 2000 den fazla HES inşaatı ile gen kaynaklarının yok edilmesinin ve şirketlerin eline geçmesinin önünü açmıştır.Tarımsal üretimin olmazsa,olmazı tohumdur. Ve bu tohumları çiftçiler binlerce yıl deney ve tecrübelerini kuşaktan kuşağa aktararak geliştirmişler ve ortak değerleri haline getirmişlerdir.AKP Hükümeti çıkarttığı “Tohumculuk Yasası” ile bu ortak değerleri Şirketlere pazarlamıştır
2002 yılından bu yana büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayımızda da %10 azalma söz konusu oldu. AKP Hükümetleri tarafından da devam ettirilen neoliberal politikaların sonucu olarak ülkemizde ilk defa kurban bayramında yeterli miktarda kesilecek hayvan bulunamadı. Bu nedenle ilk defa kurbanlık hayvan ithal edilmek zorunda kalındı.Türkiye et ihtiyacı için büyük endüstriyel çiftliklerde yetiştirilen hayvanları canlı veya kesilmiş olarak ithal eden bir ülke konumuna getirildi.Et piyasası spekülatif hareketlere neden oldu.
Üreticilerin gıda üretiminde bulunmasının teşvik edilmesi gerekirken biyo-yakıt hammaddesinin üretilmesi teşvik edilerek enerji için gıda üretimi feda edildi. Bunu yaparken de “Temiz enerji” yalanına başvurdular.Agro-yakıtların üretimi için gerekli olan kimyasal,enerji ve su kullanımının yarattığı tahribat ve kirliliği yok saydılar.Sadece üretilmiş olan agro-yakıtların kullanılırken çıkarttığı karbon emisyonu üzerinden hesap yaparak kamuoyunu yanıltılıar. Halbuki agro-yakıt’lar (biyo-yakıtlar) doğayı kirletir, gıda üretimini engeller.Kısacası tarımsal üretim Küresel sermayenin ihtiyaçlarına uygun olarak yeniden dizayn edilmeye çalışıldı. Böylelikle de gıda ihtiyacımız için dev uluslar arası gıda tekellerine bağımlı ve muhtaç haline getirilen bir ülke olduk.
“Boşa akan suları değerlendiriyoruz” yalanıyla ülke genelinde 2000 den fazla HES inşaatına izin verildi. Böylelikle sular borulara hapsedilecektir. Borulara hapsedilen sular çevre ve biyoçeşitlilik yıkımına yol açacağı gibi,su yollarının çevresindeki tarlaların susuz kalmasına ve binlerce köylünün tarımsal üretiminin engellenmesine yol açacaktır. AKP hükümeti bununla da yetinmeyip Mart 2011 de “Sulama Birlikleri Kanunu”nu çıkartarak tarımsal su kaynaklarının kullanımını büyük tarım arazisi sahiplerinin lehine yeniden düzenlemiştir.Çünkü parası olanın suyu kullanabildiği bir tarımsal sistemin temelleri atılmaya çalışılmaktadır.Böylesine bir tarımsal sistem gıda da şirketlere bağımlılığı arttıracaktır.
AKP Hükümetinin çıkarttığı bir başka yasa da “Biogüvenlik Yasası” dır. Çıkartılan Biogüvenlik Yasası ‘nda bio çeşitliliğin ve tüketici sağlığının korunmasına dönük önlemler ve düzenlemeler yapılması gerekirken aksine GDO’lu ürünlerin ülkeye girişi serbest bırakılmıştır. GDO’lu ürünlerin ülkeye girişinin yasal düzenlemesini yapmıştır. Çiftçi Sendikalarının,Ziraat Mühendisleri Odasının,Tüketici örgütlerinin ve konunun uzmanı bilim insanlarının bütün itirazlarına rağmen;.Biyo çeşitlilik ve canlıların sağlığı riske atılmıştır.
Tarımın endüstrileşme süreci doğal sistemi tersine çevirmiş ve iklim değişikliklerinin en önemli etkeni haline gelmiştir. Küresel iklim değişiklikleri yıllardır artarak sürmekte ama hükümetlerin çoğu gibi AKP hükümeti de bu değişikliklerin kaynakları ve nedenleriyle ilgilenmemektedir.Gıdanın üretiminde kullanılan kimyasal gübre, kimyasal ilaçlar v.b. topraktaki karbon depolayıcı organik maddeleri yok etmiş,hayvan yetiştirmek için oluşturulan binlerce baş hayvanın barındığı çiftlikler, yerelde üretip yerelde tüketmek yerine binlerce kilometre yol kat ettikten sonra tüketiciye ulaştırılan gıda sistemi (gıda işleme üniteleri,soğuk hava depoları,nakliyede harcanan enerji v.b) karbon salımını arttırmış ve doğanın tahrip edilmesine dolayısıyla iklim değişikliğinin hızlanmasına yol açmıştır. Küresel şirketlerin para kazanması uğruna endüstriyel tarım yöntemlerinin kullanımında ve mevcut gıda sisteminde ısrar edilmektedir. Şirket tarımına dayalı gıda sistemindeki bu ısrar küresel iklim değişikliğine %45 oranında etki etmektedir.Oysa iş gücü yoğunluklu geleneksel köylü tarımına verilecek teşvikler doğanın daha az tahrip olmasına yol açacağı gibi küresel iklim değişikliğini durdurmakla kalmaz,toprağın içindeki organik maddelerin daha fazla karbondioksit depolamasını sağlayarak bu değişikliğin tersine çevrilmesine olanak sağlar.
Bu çerçevede sendikamızın savunduğu tarım politikasının temel hedefleri şunlardır.
- Gıdayı meta olarak değil,temel bir insan hakkı olarak görerek küçük ölçekli çiftçiliği güçlendirmek
- Şirketlerin gıdaya egemen olmasını engelleyerek küçük üreticilerin gıda egemenliğini korumak
- Herkesin sağlıklı ve yeterli gıdaya erişimini ve sağlıklı beslenmesini sağlamak.
- Gıdanın üretimden, pazarlamaya ve sofraya kadar olan sürecini şirketlerin denetiminden çıkartıp üreticilerin ve tüketicilerin denetimine geçirmek.
- Tarım alanlarının amaç dışı kullanımını (fabrika arazisi,konut alanı,agro yakıt için üretim alanı,madencilik v.b kullanımını) engelleyerek sağlıklı ve yeterli gıda üretimini sağlamak.
- Canlıların sağlığını ve biyoçeşitliliği yok edecek olan GDO’lu ürünlerin üretimini ve pazarlanmasını engellemek.
- Çiftçilerin ve mevsimlik tarım işçilerinin örgütlenmesi önündeki engelleri kaldırılması için mücadele etmek.
- Küresel iklim değişikliğini tetikleyen endüstriyel üretim tarzını ve gıda sistemini reddederek geleneksel köylü tarımını savunmak ve uygulamak.
- Suya erişim hakkını bütün canlıların ve çiftçilerin temel hakkı olarak görmek ve HES’lerin yapımının durdurulması için mücadele etmek.
- Su kaynaklarının ve su yollarının özelleştirilmesinin karşısında durmak ve mücadele etmek.
- Köylerin ortak mülkiyetinde olan otlak ve meraların özelleştirilerek şirketlere satılmasının karşısında durmak ve mücadele etmek
- Şirketlerin tohumların sahibi haline gelmesini engelleyerek, tohumların serbest dolaşımını, ekimini ve çoğaltılmasını sağlayacak önlemleri alarak çiftçilerin ve tohumların özgürleşmesini sağlamak.
- Mevsimlik tarım işçilerinin ve çiftçilerin yaşam koşullarını iyileştirerek üretim artışı sağlamak.
- Tarım Satış Kooperatifi, Tarımsal Kalkınma Kooperatifi,Tarım Kredi Kooperatifi gibi kooperatiflerin demokratikleşmesini sağlayarak üreticileri söz ve karar sahibi kılmak.
- Küçük üreticiler arasında dayanışma ve işbirliğini sağlayacak örgütlenme modellerini geliştirerek onları şirketler karşısında güçlü kılmak.
Bütün bu hedeflere ulaşmak için de “Katılımcı,Demokratik Bir Tarım Reformu” nun gerçekleştirilmesi için mücadele etmek temel perspektifimiz olmaya devam edecektir.
Adnan ÇOBANOĞLU ÜZÜM-SEN Genel Başkanı