Mesele aslında nettir. Kamu görevlilerinin toplu pazarlık ve grev hakkı 90. madde gereğince zaten vardır.
AKP’nin Anayasa değişikliği paketinin siyasi partilerin kapatılması konusunda Venedik kriterlerini esas aldığı söyleniyor. Venedik kriterleri, Avrupa Konseyi’ne danışma işlevi görev Venedik Komisyonu’nun parti kapatmayı zorlaştıran ilkelerinden oluşuyor. Kuşkusuz siyasi partilerin kapatılmasının zorlaştırılmasında ve siyasal faaliyet alanının alabildiğince özgürleştirilmesinde hiçbir beis yok.
Ancak Anayasa taslağının oportünist ve çifte standartlı boyutu burada ortaya çıkıyor. İktidarın demokratik ve özgürlükçü bir Anayasa kaygısıyla değil iktidar alanını genişletmek ve kendini korumak kaygısıyla hareket ettiği anlaşılıyor. Bu nedenle de “Avrupai” kriterlerden işine gelene yer verirken işine gelmeyeni dışlıyor. Siyasi partiler konusunda tavsiye niteliği taşıyan Venedik kriterlerine yaslanan AKP, sosyal ve sendikal haklar konusunda uyulması zorunlu kurallar olan Cenevre ve Strazburg kriterlerini ise görmezlikten geliyor.
AKP’nin tartışmalı Anayasa taslağını kimi makyaj düzenlemelerle sevimli hale getirmek istediği anlaşılıyor. Kamu görevlilerine tanınan sözde toplu sözleşme hakkı bunlardan en belirgini. Anayasanın 53. maddesinde yer alan “toplu görüşme” uygulamasının adı toplu sözleşme olarak değiştiriliyor ancak grev hakkından söz edilmiyor ve grevin yolu ustaca kapatılıyor. Dahası adeta bir tabu haline gelen ve grev hakkını ortadan kaldıran Anayasanın 54. maddesinin sözü bile edilmiyor. 54. Madde adeta gizli bir değiştirilmesi teklif edilemeyecek madde olarak 1982’den bu yana yerinde duruyor.
Anayasa değişikliği kamu görevlileri için grev hakkını dışlarken zorunlu tahkim mekanizması öngörüyor. Görüşmeler sırasında hükümet taleplerini kabul etmezse sendikalar Uzlaştırma Kuruluna başvurabilecekler Başka bir yol yok. Toplu eylem hakkı yok, grev hakkı yok. Bu Uzlaştırma Kurulu şu an var olan Yüksek Hakem Kurulu (YHK) gibi bir mekanizma. Bilindiği gibi YHK yıllardır işçi haklarını buduyor.
Venedik kriterlerine sıkı sıkıya sarılan AKP, sıra sosyal haklara geldiğinde Cenevre kriterlerini de Strazburg kriterlerini de dikkate almıyor. Dahası bu kriterleri çiğneyebiliyor.
Nedir bu Cenevre ve Strazburg kriterleri? “Cenevre kriterleri” dediğimiz aslında Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) kuralları. Malum ILO’nun merkezi Cenevre’de. ILO üçlü temsil ilkesine dayalı bir örgüt. Her ülke iki hükümet, bir işçi ve bir işveren delegesiyle temsil ediliyor. ILO çalışma ilişkilerine dair uluslararası alt sınırları oluşturuyor. Türkiye 1932 yılından bu yana ILO’nun üyesi ve sendikal haklara ilişkin iki önemli sözleşmeyi (87 ve 98 sayılı sözleşmeler) onaylamış durumda. ILO sözleşmeleri tavsiye metinleri değil bağlayıcılığı olan kurallar.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin (İHAM) kararlarını ise “Strazburg kriterleri” olarak tanımlamak mümkün. Malum İHAM Strazburg’da faaliyet gösteriyor. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin (İHAS) güvence altına aldığı sendikalaşma hakkının kapsamına ilişkin kararlar bunlar. İHAM, son yıllarda Türkiye ile ilgili dört ayrı karar verdi. Türkiye’nin tümünü kaybettiği ve tümü de kamu görevlilerinin sendikal haklarına ilişkin olan bu kararlar şunlar: Tüm Haber-Sen ve Çınar kararı, 2006; Demir-Baykara Kararı, 2006, Karaçay Kararı: 2007, Satılmış ve Diğerleri Kararı, 2007.
Peki Cenevre ve Strazburg kriterleri ne anlama geliyor? Hem ILO’nun hem de İHAM’ın istikrar kazanmış görüşü sendikal haklarının ayrılmaz ve parçalanmaz bir bütün oluşturduğu yönündedir. Sendika hakkının toplu sözleşme ve grevi de içeren toplu eylem hakkıyla bir bütün oluşturduğu artık uluslararası çalışma hukukunun temel bir kuralıdır. Diğer bir ifadeyle grev hakkını içermeyen sendika hakkının sendika tanımına aykırı olduğu; sendikaların üyelerin çıkarlarını korumak için otomatikman grev ve toplu eylem hakkına sahip olması gerektiği kabul ediliyor.
Hem Cenevre hem de Strazburg kriterlerinin bir diğer önemli özelliği, grevli toplu sözleşmeli sendika hakkının ayırımsız tüm çalışanlara tanınmasıdır. Statüleri, işteki durumları ve çalışma biçimleri ne olursa olsun bütün çalışanlar sendikal haklara sahiptir. Kamu görevlilerinin grev hakkından mahrum bırakılması ve devletin bu konuda olumlu düzenleme yapmaması İHAM tarafından sendika hakkının ihlali olarak kabul edilmektedir. İHAM, Türkiye ile ilgili son kararlarında kamu görevlilerin toplu eylem yapmasını ve iş bırakmasını İHAS’ın 11. maddesine uygun bulmuş ve bu hakkı kullanan kamu görevlilerinin cezalandırılmasını İHAS’in ihlali olarak değerlendirmiştir. Uluslararası çalışma hukuku, devlet adına işlev gören üst düzey memurlar (devletin çekirdeği kabul edilen) dışında bütün memurların grev hakkının varlığını güvence altına almıştır. Grev hakkının kamu görevlilerin çalışma statüsü ile hiçbir ilgisi yoktur. “Güvenceli devlet memurluğu statüsü ile grev hakkı bir arada olmaz” söylemi tahrifattır ve uluslararası çalışma hukukundan haberdar olmamak anlamına gelmektedir.
AKP, Türkiye’nin uygulamakla yükümlü olduğu kriterlere rağmen sendikal haklar konusunda 8 yıldır hiçbir ciddi adım atmamıştır. Anayasa paketindeki rötuş ise meselenin özünü değiştirmemektedir. Meselenin özü kamu çalışanlarının grev hakkıdır. Dahası AKP kamu görevlilerinin grev hakkını engelleyerek Anayasayı ihlal etmektedir. Anayasanın 90. maddesi gereğince kamu görevlilerin toplu sözleşme ve grev hakkı zaten güvence altındadır. Çünkü Anayasanın 90. maddesi onaylanmış uluslararası insan hakları sözleşmelerini iç hukuktan üstün görmekte ve iç hukukla çatışma olması durumunda uluslararası sözleşmelerin doğrudan uygulanmasını emretmektedir. Anayasanın 11. maddesine göre ise Anayasa kuralları yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlamaktadır.
Mesele aslında nettir. Kamu görevlilerinin toplu pazarlık ve grev hakkı 90. madde gereğince zaten vardır. Hükümetin yapması gereken gizli grev yasağı içeren düzenlemeler değil, güvence altında olan bu hakların kullanımını kolaylaştıracak olumlu edimlerde bulunmaktır.
Kaynak : Turnusol