Yeni gıda krizi büyük bir olasılıkla 2011ʻin Mart ayında, bir önceki kriz sırasında vurduğu yoksul bölgelerde baş gösterecek. Sonra da her bir bölge ve ülkenin özgül koşuluna göre küreye yayılacak.
2011ʼin başında, bu yılın ilk yazısını “gıda krizi” üzerine yazmak, inanın benim seçimim değil. Kötü haber için kusura bakmayın. Ama iki yıl önce yaşadığımıza benzer ve muhtemelen daha derin bir küresel gıda krizi yaklaşıyor. Kriz aslında başladı bile, ama henüz hepiniz hissetmediniz. Bunun nedeni dünyada kronik açlık çeken bir milyar insandan biri olmamanız olabilir. Bir başka nedeni ise, panik içindeki hükümetinizin konjonktürü yönetmek adına yaptığı geçici ayarlar da olabilir. Ya da dünya gıda devlerinin borsalar üzerindeki spekülasyonlarıyla bombanın saatini sürekli geriye almaları da olabilir.
G20, uluslararası kuruluşlar ve Birleşmiş Milletlerʼin sonuç vermeyecek çabaları da krizin etkilerini henüz hissetmemenizde bir nebze etkili olmuştur.
Mesela burada, Türkiyeʼde, Ak Parti hükümeti krizin etkilerini seçim sonrasına bırakmak için elinden geleni yapacak; bir yerlerden fon bulacak; bu arada tarım ve ilişkili sektörlerde yeni zenginler göreceğiz; fiyat artışı kontrollü ama yine de hızlı olacak… Ama er ya da geç biz de otuz yıldır bir tarım politikamızın olmamasının, küresel endüstriyel tarıma teslim olmamızın, kendine yeterlik kriterlerinden uzaklaşmanın bedelini ödeyeceğiz.
KÜRESEL POLİS DEVLETİ
Yeni gıda krizi büyük bir olasılıkla 2011ʻin Mart ayında, bir önceki kriz sırasında vurduğu yoksul bölgelerde baş gösterecek. Sonra da her bir bölge ve ülkenin özgül koşuluna göre küreye yayılacak. Adına “küresel gıda güvenliği” denilen yeni bir “küresel polis devleti”nin doğduğunu göreceğiz. 2008ʻde BM Barış Gücü Haitiʼye sadece “barış” için müdahale etmemişti. G7 ülkeleri on yıldır bu alanı harıl harıl fonluyor. Obama Hükümeti sadece geçen yıl 3,5 Milyar Doları bu işe ayırdı. Çin, Rusya, Fransa, Almanya, İngiltere de onu izliyor. Çokuluslu gıda devleri de bu fona katkıda bulunuyor. Bu “güvenlik”, kriz patladıktan sonra, dünyanın zirvesini korumak için devreye girecek. Ama işe yarayacak mı, göreceğiz…
2007 – 2008 gıda krizi, küresel ölçekte bir reel kriz patlak verdiğinde neler yaşanabileceğinin önizlemesini sunmuştu. Bu dönemde yıllık fiyat artışı mısırda %31, prinçte %74, soyada %87, buğdayda %130 olmuştu.
GIDA İSYANLARI
2008 baharında birçok ülkede kanlı isyanlar baş gösterdi. Mısır’da, gıda fiyatlarındaki artışı ve ücretlerin düşüklüğünü protesto eden kitleler polisle çatıştı ve olaylar bir genel grev niteliğine büründü. Gıda fiyatlarının %50 yükselmesi sonucunda çıkan olaylarda Haiti’nin Les Cayes şehrinde en az dört kişi öldü; Port-au-Prince sokakları günlerce yandı; BM Barış Gücü müdahale etti. Fildişi Sahilleri’nde çıkan olaylarda çok sayıda kişi yaralandı. Yüksek petrol ve gıda fiyatlarını protesto eden halk Kamerun’da son 15 yılın en kanlı isyanına kalkıştı; dört günde kırk kişi öldü. Mozambik’deki olaylarda dört kişi öldü, yüzden fazla kişi yaralandı. Tüm gıda ihtiyacını ithal eden Senegal’in Dakar şehrinde şiddetli protesto gösterileri yaşandı. Yemen’de yüzlerce kişinin tutuklanmasıyla sonuçlanan olaylar beş gün sürdü. Moritanya, Bolivya, Endonezya, Meksika, Hindistan, Burika Faso ve Özbekistan’da da benzeri isyanlar patlak verdi. Dünya Bankası, gıda fiyatlarındaki artışın en az 33 ülkede istikrarsızlık yarattığı uyarısında bulundu.1
KRİZİN NEDENLERİ TARTIŞILIYOR
2007 – 2008 gıda krizinin nedenleri hala tartışılıyor. Ama en geniş kesimlerin üzerinde uzlaştığı bir dizi neden sayabiliriz: 2006 sonunda tohum üretici ülkelerde görülen sezon dışı kuraklık ve petrol fiyatlarındaki ani yükseliş krizin tetikleyicisi oldu. Petrol fiyatları, gübre, gıda taşımacılığı ve endüstriyel tarım maliyetlerini artırdı. Gelişmiş ülkelerde tarımsal yakıt kullanımındaki hızlı artış bir başka sebep olarak sayılabilir. Tarım üreticisi ülkeler tarımsal yakıt üretimine ağırlık verince gıda arzında küresel bir azalma oldu ve mısır, şeker kamışı ve bitkisel yağ üretiminde tarımsal yakıt payı hızla arttı. Bu da gıda fiyatlarının yükselmesine neden oldu. Asya orta sınıf nüfusunun beslenme alışkanlıklarının daha çeşitli bir ürün yelpazesine doğru yönelmesi de gıda fiyatlarının yükselmesinde etkili oldu. Örneğin Çinʼde kişi başına yıllık et tüketimi 1980ʻde 20 kg. iken, bu miktar 2007ʻde 50 kg.a yükseldi. 1 kg. buğday üretimi için 1000-2000 lt. su kullanılırken, aynı miktarda etin üretimi için 10.000-13.000 lt. su kullanılıyor. Bu değişim tarım üretimi üzerinde ciddi etkilere sahip.
SİSTEMATİK NEDENLER
Nedenler bunlardan ibaret değil. Asıl üzerinde durulması gereken sistemik nedenler…
Çünkü gidişatta bir değişiklik yok. Tersine durum daha da kötüleşiyor. Bu sistemik nedenler arasında, özellikle, dünya nüfusu hızla artarken tarıma elverişli arazinin aynı hızla azalması; iklim değişikliklerinin tarım arazilerini kuraklık, sel baskınları, fırtınalar ve erozyonla tehdit etmesi; gelişmekte olan ülkelerde teşvik edilen pazar reformlarının tarım üzerindeki koruma önlemlerini zayıflatarak yerel tarıma zarar vermesi ve; küresel ölçekte endüstriyel tarımın yükselişi; ham madde fiyatlarındaki spekülasyonlarla tarımsal üretimin enerjiye doğru kayması; iç savaşların kışkırttığı göç dalgalarının bu kitlesel nüfusu gıda üretiminden alıkoyması gibi etkenleri saymak gerek. Bu alanların her birinde şu anda 2008ʼde olduğundan daha kötü durumdayız.
GDO (genetiği değiştirilmiş organizmalar) ve biyoteknoloji araştırmalarında tam bir opaklık hakim. Bu, tarım, farmakoloji, enerji ve ileri teknoloji sektörlerinin birlikte oynadığı bir alan ve bunların büyük kısmı çokuluslular… Mesela, yaklaşık on yıldır, Afrika ikinci kolonileştirilme sürecini yaşıyor. Çin, Suudi Arabistan, Rusya, ABD, İsrail gibi ülkeler ve çokuluslular, birçok Afrika ülkesinin hükümetlerine bir şekilde “yaklaşarak” devasa araziler kapatıyor. Bunlar tarıma elverişli araziler. Özel orduların etrafını çevirdiği bu alanlarda GDOʼdan organik tarıma, biyo yakıttan farmakolojik tarıma çok geniş bir yelpazede araştırma ve üretim yapılıyor. Bu odaklar, yaklaşan gıda krizine hazırlanıyor ve “küresel gıda güvenliklerini” sağlıyorlar. Bu “önlem”in “herkes” için olmadığı apaçık. Dikenli tellerin hemen ardında çocuklar yetersiz beslenmeden ölüyor.
BİN YIL HEDEFLERİ YALAN OLDU
“Dünya Gıda Yardımı” gibi paketlerin bir önceki gıda krizinde hemen hemen hiç bir işe yaramadığını da gördük. Son ekonomik krizle birlikte “Binyıl Hedefleri” de yalan oldu. Sistemik sorunları çözmenin tek yolu sistemik değişikliklere gitmek. Gıda krizlerinin küresel ölçekte daha önce bu kadar etkili olmamalarının sebebi, her ülkenin bir ölçüde kendine yeterlik sistemleri geliştirmiş olmaları; yerel tarımın desteklenmesi; biyo çeşitliliğin korunması; tarımın asli hacminin gıda odaklı olması; beslenme alışkanlıklarının daha sürdürülebilir bir durum arzetmesi idi. Ama gerek yüz yıldır yaşanan kaynak savurganlığı ve karbon temelli sanayileşmenin etkileri, gerekse endüstriyel tarımın yükselişi bu durumu tersine çevirdi.
Bu sistemde radikal bir değişiklik yapmak zenginlerin işine gelmiyor. Ama, tıpkı iklim krizi gibi, gıda krizi de sadece yoksulları değil, onları da vuracak. Aslında 2008 krizinde bu etkileri düşük yoğunluklu da olsa tecrübe ettiler. O yüzden Afrikaʼda yaptıkları türden adaletsiz, soyguncu önlemlere başvuruyorlar. Ama işler o kadar basit değil.
EKONOMİK KRİZ YÖNETİLEBİLİR AMA GIDA KRİZİ…
Gıda krizi 2008 yılında dünyayı kavurdu ve sonra, 2009 yılında gıda fiyatları aniden düştü ve bir istikrarı yakaladı. Ancak çoğu gözlemci bu istikrarın geçici olduğu konusunda hemfikir. Kriz öteleniyor, geciktiriliyor. Geciktirilmiş gıda krizi, kısa ömürlü bir durum olmadığı için, kısa vadeli çözümlerle yatıştırılabilecek gibi de görünmüyor. Ulus-devletlerin müdahaleleri de yeterli değil, çünkü sorun sistemik ve küresel ölçekte birbirine bağlılık ilişkisiyle karakterize oluyor.2
Ekonomik kriz bir şekilde “yönetilebilir”. Faizlerle oynarsınız, finansal sistemde yeni düzenlemeler yaparsınız, yoksul ülkelerin boğazını sıkarsınız, tüketimi kışkırtırsınız, Dünya Ticaret Örgütü’nü ve diğer uluslararası kuruluşları yeni pazarlar açmaya memur edersiniz, vergi verenlerin parasıyla batıkları kurtarırsınız, kamu harcamalarını artırırsınız, daha da borçlanırsınız ve bir şekilde krizi boğarsınız. Bir sonraki krize kadar…
Oysa şimdi, aklımız cebimizdeyken düşünmediğimiz, yönetilmesi o kadar kolay olmayan, “kriz” sözcüğünün hakkını veren krizlerle karşı karşıyayız! Dünya Ekonomik Forumu’nun koridorlarında endişeyle konuşulan “reel kriz üçgeni” bunların başında geliyor: Küresel gıda, enerji ve çevre krizleri… Bunlar, reel meta üretimini, çevre gibi maddi koşullarla etkileyen alanlar ve hepsi birbirine bağlı…
Açıkçası gıda krizi, 2008ʼde biraz da doğanın yardımıyla bastırıldı. Havalar iyi gitti, üretim arttı, gıda stokları yeterli düzeye ulaştı. Ekonomik krizin de fiyatların inmesine bir miktar yardımı oldu. Ama asıl yapılan, endüstriyel tarım ile ilgili müdahalelerle gıda krizini geciktirmekten başka bir şey değildi. Kriz, küresel ölçekte sübvansiyonlarla, endüstriyel tarım teşvikleriyle, devlet alımlarıyla, fiyat düzenlemeleriyle, kısacası çeşitli müdahalelerle geciktirildi. Ama bu müdahale politikasına başvurulduğunda, ekonomik krizin reel ekonomi üzerinde bu kadar derin sonuçları olacağı tahmin edilmiyordu. Dolayısıyla gıda krizinin “yönetiminin” sonuna gelmiş bulunuyoruz.
YENİ BİR KRİZİN TETİKLENMESİ
Nitekim son zamanlarda yeni bir krizin tetiklenebileceğine yönelik kuşkular arttı. Bu yaz bir çok bölgede oldukça kurak geçti. Dünya gıda rezervlerinde ciddi bir azalma var. ABD çok sıcak bir yaz yaşadı. Önemli tarım üreticileri, Rusya ve Brezilya dâhil, birçok ülkede kuraklık görüldü. Kanada ve Avrupa ağır yağış aldı ve mahsullerin çoğu telef oldu. Buna Rusyaʼyı mahveden yangınları ve Pakistan’daki sel felaketini de ekleyin. Gıda stokları dramatik bir seviyede. ABD Tarım Bakanlığı, ülkenin gıda stoklarının son 14 yılın en düşük seviyesinde olduğunu açıkladı. Küresel ölçekte, mısır, buğday ve pirinç başta olmak üzere gıda üretiminde büyük sorun var. Tahılda yaşanan sıkıntı, et üretimini de olumsuz etkiledi. Fiyatlar tüm borsalarda yükseliyor.
GIDA BORSALARINDA ALARM
Gıda borsaları alarm vermeye başladı bile. 2007-2008 krizinin bir tekrarından korkuluyor. Morgan Stanleyʼden Tyson Foodʼa, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nden Dünya Bankası’na herkes krizin eşiğinde olduğumuz konusunda hemfikir. Böylesi bir kriz, 2008ʻden bu yana süren küresel ekonomik krizin verdiği hasarlarla birleştiğinde iki yıl öncekinden çok daha dramatik sonuçlar doğurabilir.3
Dünya Bankasıʼnın “Gıda Fiyat Endeksi” ve “Gıda Meta Göstergeleri”ne bir bakalım:
Görüldüğü gibi fiyatlar, Mayıs 2009’dan beri düzenli olarak, Mayıs 2010ʻdan beri ise üstel olarak artıyor. Gıda Fiyat Endeksi Ağustos – Kasım 2010 arasında %17 yükseldi ve şu anda Haziran 2008’de gördüğü zirvenin sadece %8 altında. Önde gelen tahıl üreticisi ülkelerde yaşanan kötü hava koşulları, buğday, mısır ve pirinç fiyatlarını daha da artıracak. Bunun sonuçları, her ülkede yerel tarım üretimi, subvansiyon politikaları, ekonomik dışsallıklar gibi etkenlere göre farklı olacak. Ama fiyatlarda küresel ölçekte iki haneli artışlar bekleyebiliriz.
Kısacası durum kötü. Daha da kötüsü bu krizi bastıracak ekonomik koşullar, 2008 küresel ekonomik krizinin etkileri hala sürdüğü için, ufukta görünmüyor. Daha önce de söylediğim gibi, fiyatlar zaten bastırılıyordu. Geciktirme politikasının sonuna geldik. Şimdiye kadar yapılan konjonktürü yönetmeye çalışmaktan başka bir şey değildi. Müdahaleler asla sistemik çürüme ile ilgili olmadı. Bunun nedeni ise basit: Endüstriyel tarım daha karlı ve artık devasa bir sektöre dönüşmüş bu alanda tahmin edilebileceği gibi çokuluslular hâkim. Bu çokuluslular güçlerini enerji, farmakoloji, finans gibi alanlardaki kardeşleriyle birleştirerek hiç bir ulus-devletin kafa tutamayacağı bir deve dönüşmüş durumda.
Ama işin ironik yanı, gıda fiyatlarındaki yükselme ve bunun tetikleyeceği gıda krizi bu dev için daha fazla karlılık anlamına gelmiyor. Tersine pazarları daralıyor ve kar oranları düşüyor. Gıda krizi bu devi de vuruyor; krizde en büyük sorumluluk onda olsa bile.
‘GIDA FİYATLARI DÜNYA YOKSULLARININ KATLEDİLMESİDİR!’
Venezüela Devlet Başkanı Hugo Chavez, bir önceki krizde yaşananı doğru teşhis etmişti: Katliam. “Gıda fiyatları dünya yoksullarının katledilmesidir. Dünyada olup biten gerçek bir katlıamdır. Sorun gıda üretiminde değil, sorun dünyanın ekonomik, sosyal ve siyasal modelinde. Kapitalist modelin krizi bu…” Evet, gıda krizi kapitalist modelin en derin krizlerinden biri. Tıpkı, iklim, enerji veya su krizi gibi. Kar ve tüketim çılgınlığının, kaynak yönetimsizliğinin ve sorumsuzluğun krizi…
Her zaman her krizde olduğu gibi önce en yoksullar vuruluyor. Bu kriz öncelikli olarak, gelirlerinin büyük kısmını gıda ve suya harcayan yoksulları etkiliyor. Gıda krizi son yıllarda salgın hastalıklar ve açlıkla mücadele ile ilgili tüm çabaları geriletiyor. Küresel ekonomik kriz, Dünya Bilgi Toplumu Zirveleri ile geliştirilen ve “Binyıl Kalkınma Hedefleri” olarak anılan küresel stratejinin uygulanmasını da zora soktu. Büyüme ve yardım stratejinin ana eksenleriydi. Büyüme küresel ölçekte yavaşlama eğilimine girdi ve yardımların askıya alınacağına kesin gözüyle bakılıyor. İşsizlikte genel artış, Asya’da aile desteğinin azalması, Latin Amerika’da sosyal güvenlik sisteminde zayıflama ve Afrika’da iş güvenliği kaybı ise, krizin bu eksenler üzerindeki etkisini gösteriyor. Önceki ekonomik krizler eşitsizliği artırdı ve büyüme tekrar canlansa da eşitsizlik derinleşti. Dolayısıyla gıda krizinin etkilerini absorbe edecek bir ekonomik istikrar hali hazırda hayalden ibaret.
SADECE YOKSULLARI TEHDİT ETMİYOR
Ama gıda krizi sadece yoksulları tehdit etmiyor. Gelişmiş ülkelerdeki orta sınıfların değişen beslenme alışkanlıkları, bu ülkelerin gıda talebini patlatarak krizin nedenlerinden birini oluştururken, aynı zamanda küresel enerji ve iklim krizlerinin de nedenlerinden bazılarını üretiyor. Yine gıda krizi nedeniyle istikrarsızlaşan bölgeler, bu ülkelerin dış ticaret paylarını etkileyerek onları ekonomik krizlere daha duyarlı hale getiriyor. İşsizlik kronikleşiyor, büyüme eksiye dönüyor, kamu harcamaları yükseliyor, GSYİH azalıyor. Ekilebilir arazilerdeki daralma, endüstriyel tarımın yükselişi, tarımsal yakıt talebindeki patlama ile birlikte yükselecek gıda fiyatları kısa süre içinde gelişmiş ülkelerdeki nüfusu da etkilemeye başlayacak. Bu kaçınılmaz bir sonuç.
Gıda üretimi, enerji ve çevre ekonomisine, yani petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki yükselmeye, su kalitesi ve miktarındaki azalmaya, artan sıcak dalgaları gibi iklim koşullarına doğrudan bağlı. Daha doğrusu bunların tümü birbirine bağlı ve bu durum ekonomik durgunluğu, işsizliği, açlığı, iç savaşları ve otoriter rejimlerin yükselişini tetikliyor. Petrol savaşlarından sonra şimdi de sıra gıda ve su savaşlarına geldi! “Küresel gıda güvenliği” kavramı da tam bu haritada konumlanıyor. Gelişmiş ülkeler ve çokuluslular bu kaosu küresel bir polis devletiyle yönetmeyi planlıyor. Mikro savaşlar, faşizan yönetimler, baskı ve şiddet zaten bu yönetsel aklın bir parçası…
RİSK HARİTASI KARMAŞIKLAŞIYOR
Küresel risk haritası giderek karmaşıklaşıyor. Dünya Ekonomik Forumu Küresel Risk Ağı çalışmasına göre, dört alan tehlike sinyalleri veriyor: Sistemik finansal çürüme, gıda güvenliği, küresel tedarik zincirlerinde kopma ve enerji fiyat artışı riskleri… Buna yaklaşan iklim temelli çevre krizini de eklersek tablo belirginleşir. Küresel risk haritasında gıda fiyatlarındaki kararsızlık, iklim değişkenliği, kuraklık / çölleşme, su kıtlığı, biyo çeşitlilik kaybı ve petrol fiyatlarındaki ani yükselişlerle ilişkili; bu etkileşimin sonuçları ise küresel. Yani gıda krizi, sadece yoksulları ve gelişmekte olan ülkeleri ilgilendiren bir tehlike değil. Tüm dünyanın ortak sorunu.
Başka hiç bir krizle karşılaştırılamayacak ölçüde hayati sonuçları olan bir krizden söz ettiğimize göre, küresel bir müdahale ihtiyacı da hayati görünüyor. Burada yüz yüze kaldığımız şey, şu veya bu önlemle aşabileceğimiz bir darboğaz değil, dünya çapında temel ve süreğen bir gıda krizi…
Reel krizlere hazırlıklı olmak, ekonomik krizle aynı çözümü dayatıyor: Küresel yönetişim, teknoloji ve inovasyon… Küresel bir kaynak ve risk yönetişimi, ekonomik havza yönetimi, yeni kendine yeterlik ilkeleri, yerel tarımın yeniden desteklenmesi, su paylaşımında adalet, enerji ve metal sakıngan yerleşimler, çevre, enerji, gıda ve sağlık teknolojilerinde inovasyon ve şeffaflaşma, mevcut “işbirliği uçurumu”nun bilgi ve iletişim teknolojileri ağlarıyla kapatılması… Bu ölçekte bir soruna ancak ağ yönetişimi ile cevap verilebilir. Gayri-merkezi, dağıtık, yatay koordinasyona dayalı ve tüm tarafların etkin katılımına açık bir ağ yönetişimi…
Küresel yönetişimi devletlerden yurttaş inisiyatiflerine, sivil toplum kuruluşlarından yerel yönetimlere, emek örgütlenmelerinden sektör birliklerine tüm tarafların etkin ve etkili bir biçimde katılabileceği demokratik bir temelde konumlamak gerekiyor. Yani, mutlak güç, dinsel-kültürel-etnik çatışmalar ve bunların doğal sonucu olan küresel terör denklemi üzerinde değil, çoktaraflı ve çokyüzlü bir diyalog ve işbirliği ortamında, çağımızın yeni yönetsel paradigmasını yaratmak… Başka bir çözüm yok.
EMEK ÖRGÜTLERİ TARAF OLMALI
Emek örgütlenmeleri bu yönetişimin en dinamik taraflarından biri olmak zorunda. Çünkü tarım alanında son otuz yılda yaşanan inanılmaz sömürü ve sistemik çürüme, bu alanda çalışanların örgütlülüğünü de kötü etkiledi. Gerçi son dönemde endüstriyel tarıma karşı yerel tarım üreticilerinin haklarını arayan çok sayıda inisiyatif görüyoruz. Ancak bu örgütlülük henüz yeterli düzeyde değil. Dolayısıyla, tarım dışı çalışanların örgütlü kesimleri, kendilerini de birincil derecede etkileyecek bir gıda krizine karşı etkili bir rol oynamak zorunda.
Biliyorum, sözünü ettiğim “küresel yönetişim” şimdilik bir hayal gibi görünüyor. Hele de çalışanların, yoksulların, dışlananların taraf olacağı bir küresel yönetişim. Bunun nasıl kurulacağını bilmiyorum. Ama inanın başka bir yolu yok. Bunu denemek zorundayız.
Artık coğrafi sınırlar önemsizleşti. Hepimiz aynı risk ve imkânlar coğrafyasında yaşıyoruz. Sorunlarımız ortak. O halde çözümlerimizi de ortaklaşa inşa etmek zorundayız.
Yoksa bu krizin bedeli sadece refahımız ve işimiz değil, aşımız ve hayatımız olacak!
……………………………
(1) Falksohn, R. et al (2008). “Global food crisis. The Fury of the Poor”, SPIEGEL Online International. http://
www.spiegel.de/international/world/0,1518,547198-2,00.html
(2) FAO (2010), The State of Food Insecurity in the World 2010, Food and Agriculture Organization, Roma,
2010, http://www.fao.org/docrep/013/i1683e/i1683e.pdf
(3) Meyer, Gregory (2010), “Soaring prices threaten new food crisis”, Financial Times, 08.10.2010, http://
www.ft.com/cms/s/0/12b06cee-d300-11df-9ae9-00144feabdc0.html#axzz16nyODbGK
(4) World Bank, Food Price Watch (December 2010), http://siteresources.worldbank.org/INTPOVERTY/
Resources/FoodPriceWatchDec2010.pdf 4
Kaynak : Emek Dünyası – 3 Şubat 2011