* Adnan ÇOBANOĞLU’nun AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ TARIM EKONOMİSİ ANABİLİM DALI UZAKTAN EĞİTİM TEZSİZ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI DÖNEM PROJESİ
ÖNSÖZ
Fosil yakıt rezervlerinin tükenmekte oluşu, 70’li yıllardaki “Petrol Krizi” ve “Küresel İklim Krizi” yeni enerji kaynağı arayışlarına yol açmıştır. Yüzyıllardır bir şekilde kullanılan su, güneş, rüzgar, jeotermal vb. enerji kaynaklarının günlük yaşamda kullanılan farklı enerjilere dönüştürme arayışı ve tarımsal üretim yapılırken de daha fazla kullanabilme isteği bu enerji kaynaklarına daha fazla yatırım yapılmasını da beraberinde getirmiştir. Bu durum tarım arazileri üzerinde RES, GES, JES gibi elektrik santrallerinin hızla çoğalmasına neden olmuştur. Yaratabileceği sosyal ve ekolojik problemler konusunda yeterli araştırma yapılmadan, gerekli ve yeterli önlemler alınmadan bir ekosistemin kaldırabileceğinden daha fazla santralin yapılması, zaman içinde ciddi çevresel, ekolojik ve sosyal problemlere yol açmıştır. Örneğin biyoçeşitliliğin azalması ve tarımsal üretiminde sıkıntılar yaşanmasının nedenlerinden birini oluşturmuştur. “Temiz Enerji” adıyla sunulan bu yatırımlar zaman içinde tüm canlı yaşamını risk altına sokan kirletici bir unsur haline gelmiştir. Geçmişte tarımda kullanılan kimyasal zehirler de “çok yararlı” olarak görülüp aşırı kullanılmıştı. Toprağı, suyu, havayı kirlettiği, canlı yaşamı için de tehdit olmaya başladığı görülünce de yasaklanmıştır.(DTT bunlardan birisidir. DDT’yi bulan bilim insanı buluşundan dolayı Nobel ödülü bile almıştır). Jeotermallerde; ilk dönemlerinde tarımsal üretime zarar vermedikleri, hatta tarımda da kullanılıp olumlu sonuçlar da verdiği görüntüsü verse de yarın bu yatırımların da ekoloji ve tarımsal üretim için ciddi olumsuz sonuçları yaşanmaya başlayacaktır. Bu projede JES’lerin ve RES’lerin yarattığı çevresel ve ekolojik problemler araştırma örnekleriyle sunulmaya çalışılmıştır.
GİRİŞ
Anavatanı Türkiye olan üç önemli ürün: zeytin, üzüm ve incirin en fazla üretildiği yer Ege Bölgesi’dir. Dünya klasmanında incir üretiminde birinci sırada olan ülkemizde yetişen incirin %80’i Ege Bölgesi’nde üretilmektedir. Bir diğer ürün olan üzüm üreticiliğinde de Türkiye, Dünya üzüm ticaret hacminde %6.3’lük ihraç oranıyla 4. sırada yer alır (Tarım ve Orman Bakanlığı 2019). Ocak 2019 verilerine göre Türkiye’de en geniş alanda üzüm yetiştiriciliği yapılan bölge yine Ege Bölgesi’dir. Ülke bağ alanlarının yarısına yakını burada yer alırken, Manisa üretim alanının en büyük olduğu ildir.
Türkiye’nin önemli ihraç ürünlerinden biri de zeytin ve zeytinyağıdır. Dünya zeytinyağı üreten ülkeler sıralamasında Türkiye 5. sırada yer alır (Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Kooperatifçilik Genel Müdürlüğü 2018). Türkiye, sofralık zeytin ihracatında da 5. sırada yer almaktadır. Zeytin üretiminin % 53’ü de Ege Bölgesi’nde olmaktadır.
Onyıllardır bu üç ürün Türkiye açısından stratejik öneme sahip ve önemli döviz girdisi sağlayan ürünlerdir. Bu araştırmada, son yıllarda Ege Bölgesi’nde yoğunlaşan “Yenilenebilir Enerji” kullanılarak oluşturulan sera ve meyve kurutma tesisinin ve Jeotermal Elektik Santralleri (JES), Rüzgar Elektrik Santralleri (RES) gibi santrallerin tarımsal üretimde ve özellikle bu üç ürünün üretiminde yarattığı etkileri incelemeye çalıştım.
KAYNAK TARAMASI
2.1. Ege Bölgesi İklimi ve Ürünleri
Araştırma alanımızı oluşturan Ege Bölgesi Türkiye topraklarının %10.1’ini kaplar. Alan bakımından 5. Büyüklükteki bölgemizdir.Ege denizi boyunca uzanan kıyı şeridi girintili, çıkıntılı olduğundan dolayı en uzun kıyımızdır. Tarımsal sulamada da yararlanılan Bakırçay, Gediz,K. Menderes, B. Menderes başlıca akarsularıdır.
Kaynak: Anonim 2019

Şekil 1 Ege Bölgesi coğrafi haritası
Ege Denizi’nden uzaklaşılıp İç Anadolu’ya yakın Doğu bölümünde karasal iklim; yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve kar yağışlı, batı tarafında ise Akdeniz İklimi; yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı bir iklim görülür.
Ege Bölgesi’nde iklim ve yeryüzü şekillerinin farklı olmasına bağlı olarak da tarımsal ürün çeşitliliği ve biyoçeşitlilik yönünden oldukça zengindir.
Anavatanı Türkiye olan üç önemli ürün: zeytin, üzüm ve incirin en fazla üretildiği yer Ege Bölgesi’dir. Dünya klasmanında incir üretiminde birinci sırada olan ülkemizde yetişen incirin %80’i, Dünya üzüm ticaret hacminde %6.3’lük ihraç oranıyla 4. sırada yer alan üzüm üretiminin %35’i, Dünya’da sofralık zeytin ihracatında 5. sırada olan zeytin üretimimizin % 53’ü de Ege Bölgesi’nde üretilmektedir. Türkiye’nin tütün üretiminin %65’i, pamuk üretiminin % 40’ı da Ege Bölgesi’ndedir. Türkiye’nin önemli ürünlerinden haşhaş, şekerpancarı, tahıl, turunçgiller gibi ürünler de Ege Bölgesi’nde önemli oranda yetiştirilir.
MATERYAL VE METOT
Konu ile ilgili bilgiler Jeotermal Elektrik Santrallerinin bulunduğu yörelerdeki üreticiler, meyve kurutmada jeotermal enerjiden yararlanan Seferihisar’daki üreticiler, Karaburun’da Zeytin üretimi yapan üreticiler, Ziraat Odaları Yöneticileri ve araştırma raporlarından elde edilmiştir. Veri toplama alanı ve araştırma yerlerini Alaşehir, Sarıgöl, Salihli, Seferihisar, Aydın ili ve ilçeleri oluşturmaktadır. Karaburun ve Çeşme’de Rüzgâr Elektik Santralleri’nin (RES) kurulduğu zeytin üretim bölgelerindeki üreticiler ve çevrede yaşayanlardan bilgi alınmıştır.
Anonim, gazete haberleri, üretici görüşmeleri, yerel yönetimlerin ve odaların hazırladığı raporlar, sulama kooperatiflerinin hazırlattığı tahlil raporları, Efeler Belediye’sinin hazırlattığı Jeotermal Raporu, Ziraat Mühendisleri Odası Manisa Temsilciliğinin açıklamaları, Üzüm Üreticileri Sendikası’nın açıklamaları ile İzmir Ticaret Borsası, İzmir Ticaret Odası, Ege İhracatçılar Birlikleri, Manisa Ticaret Borsası ve Alaşehir Ticaret Borsası ortaklığında Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Manisa Bağcılık Araştırma Enstitüsü ile İzmir ve Denizli Tarım İl Müdürlükleri, İzmir Ziraat Odası’nın birlikte hazırladıkları kuru üzüm rekolte tahmin raporları kaynakları oluşturmaktadır.
BULGULAR VE TARTIŞMA
4.1. Seracılık Faaliyetleri ve Jeotermal Enerji
Yüzyıllardır tarımsal üretim ve üretilen ürünlerin işlenmesi süreci aynı zamanda su, güneş, rüzgardan ve bunların enerjilerinden de yararlanmayı da beraberinde getirmiştir. Bitkiler güneşten aldıkları enerjiyi, topraktan ve sudan aldıkları mikro organizmaları diğer canlıların kullanabilmesi için besine çevirirken insanlar da ürettikleri ürünleri kurutmak için güneşten, işlemek için su ve rüzgardan (tahılları öğütmek için yaptıkları su ve yel değirmenleri), kuruttukları ürünlerin içindeki toz ve yabancı cisimleri ayırmak için rüzgar enerjisinden yararlanmışlardır. Fosil yakıtların tükenme riski, tarımsal üretim yapılırken de bu enerjilerden daha fazla kullanabilme isteği ve günlük yaşamda da kullanılan farklı enerji türlerine dönüştürme arayışı jeotermal, rüzgar, su, güneş vb. enerji kaynaklarına daha fazla yatırım yapılmasını da beraberinde getirmiştir.
Güneş enerjisinden tarımsal üretimde daha fazla yararlanabilmek, iklim koşullarının bitkisel üretimdeki olumsuz koşullarını asgariye indirmek, mevsiminden önce, zamanında veya daha geç ürün yetiştirebilmek için yıllardır “örtü altı yetiştiricilik”, “seracılık” adıyla ifade edilen yöntemler kullanılır. “Sera” genelde “örtü altı” yönteminin güneş enerjisinden ve daha başka enerji kaynaklarından da yararlanmak amacıyla kurulan yüksek sistemli bir yapı olarak düzenlenmesidir. Örtü altı üretimde ısı depolama materyali olarak; su, toprak, çakıl veya kırma taş, faz değiştiren materyal (PCM) gibi değişik özellikte materyaller kullanılır. Güneş ışınımından en yüksek oranda enerji kazanılması için seranın geometrik yapısından yararlanılan seralara “Güneş enerjili pasif ısıtma sistemleri” denmektedir. Pasif sistemlerin en önemli yararı, doğal yollarla çalışması ve çalışması için herhangi bir düzeneğe ve enerjiye gereksinim duymayan kolay yapılabilen ve ucuz sistemler olmasının yanı sıra ekolojik dengeye en uyumlu sistem olmalarıdır.
Güneş enerjili aktif ısıtma sistemlerinde ise, seradan bağımsız durumda tasarlanan ısı toplama ve depolama ünitelerinden yararlanılır. Sera örtüsüyle güneş ışınımından kazanılan ısı enerjisiyle birlikte, aktif ısıtma sistemindeki ısı toplama ünitesiyle toplanılan ısı enerjisi uygun şekilde depolanarak, ısı gereksiniminin önemli bir bölümü karşılanabilir. Bununla birlikte, bu sistemlerdeki özellikle ısı toplama ünitelerinin fazla alan kaplaması, ilk yatırım ve daha sonraki işletme giderlerinin yüksek olması, bu sistemlerin, ekonomik uygulanabilirliğini önemli ölçüde kısıtlamaktadır (Öztürk vd. 2010).
Seraları iklimlendirme işleminde sera içlerinde fosil yakıt kullanılan sobaların yakılması, sudan ve jeotermal kaynaklardan da yararlanılarak kalorifer sistemlerinin kurulması, rüzgâr enerjisinden de yararlanılması gibi yöntemlerden de yararlanılmaktadır. Tarımsal uygulamalar içerisinde jeotermal enerjiden en düşük oranda (%1) ürün kurutma işlemlerinde yararlanılmaktadır.
Ege Bölgesi’nde Balçova, Dikili, Seferihisar gibi ilçelerde jeotermalle ısıtılan seralar vardır. Seferihisar’da jeotermal kuyudan gelen akışkanla çalışan mandalina ve defne yaprağı kurutulan bir tesis mevcuttur. 3.Tarım Şurası sonrası Ege Bölgesi’nde hızla Jeotermal enerjiden yararlanılarak tarım yapılacak olan “Tarıma Dayalı ihtisas Organize Sanayi Bölgesi” çalışmaları başlamıştır. Tarıma Dayalı İhtisas Organize Sanayi Bölgeleri Yönetmeliği (2017)’nde “TDİOSB’nin jeotermal enerji kaynağına sahip bölgelerde kurulması önceliklidir.” Denilmiştir.
Fosil yakıtların bir kullanım ömrü olmasına rağmen yenilenebilir enerji kaynaklarının hiç bitmeyecek kaynaklar olarak görülmesi de beraberinde bazı sorunları doğurmuştur. Bu kaynakların da, özellikle suyun ve jeotermalin, kullanım miktarlarının kaynağın kendisini yenileme miktarından fazla olması durumunda azalacağı ya da tamamen tükeneceği göz ardı edilmemesi gerektiği (Arslan 2015). gibi yaratabileceği ekolojik yıkımın tarımsal üretimi de engelleyebileceği, bu durumun da gıda kıtlığına ve sosyal problemlere mal olabileceği de unutulmamalıdır
Jeotermalin, kullanım miktarlarının kaynağın kendisini yenileme miktarından fazla olması durumunda azaldığının en güzel örneklerinden birisi “Bigadiç Jeotermal Örneği”dir. Bigadiç Jeotermal projesinde, ekonomik ve sosyal nedenlerle sürdürülebilirlik ilkesinin göz ardı edilmesi nedeniyle günümüzde su tükenme noktasına gelmiştir. Jeotermal kaynakların sürdürülebilir kullanımında anahtar kavram olan reenjeksiyon sistemi yapılmadığı için, mevcut su kaynakları ihtiyacı karşılayamamıştır. Bu nedenle şehir girişine yapılan kazanda kömürle ısıtılan su, konutların ısıtılması için kullanılmaya başlanmıştır. Ayrıca, kış aylarında suyun yetersiz kalması nedeniyle bazı meskenlerde ya sobalar yeniden kurulmuş ya da kömürle çalışan merkezi kalorifer sitemine geçilmiştir. Başlangıçtaki amacı kömür kullanımını azaltıp çevre kirliliğine engel olmak ve enerjide dışa bağımlılığı ilçe bazında azaltmak olan projenin, sürdürülebilirlik ilkesi ile planlanmadığı için bu amacını gerçekleştiremediği görülmektedir.
Kaynaklarla ilgili planlama yapılırken kısa vadeli anlık çözümler değil, gelecek nesillerin de o kaynağa ihtiyacı olduğunu düşünerek uzun vadeli uygulamalar dikkate alınmalıdır. Aksi takdirde, çalışmada gösterilen örnekte olduğu gibi, yüzyıllardır yerel halk tarafından kullanılmış bir doğal kaynağı on yıl gibi kısa bir sürede kullanılmaz hale getirmek kaçınılmaz bir son olacaktır (Arslan 2015).
4.2. Jeotermal Akışkanlar
Seraların ısıtılması amacıyla jeotermal suların kullanımı sonucunda ortaya çıkan atıkların çoğu kez yeterli önlem alınmadan doğaya boşaltılması da gittikçe artan boyutlarda bir çevresel kirlilik sorununu gündeme getirmekte; havası, suyu ve toprağı bozulmuş bu ortamlarda yaşayan insanlar ve diğer canlılar da bu durumdan olumsuz yönde etkilenmektedirler. Ülkemizde jeotermal enerji ile ısıtılan seralarımızdan çıkan termal sular, çoğunlukla tekrar çıkartıldıkları yere deşarj edilmemekte, çevredeki derelere vb. bir kaynağa ulaştırılmakta ve hatta seralar bile bu kaynaklarla sulanmaktadır.
Jeotermal sular sahip oldukları sıcaklıktan dolayı geçtikleri ortam boyunca kayalardaki ve topraktaki bazı maddeleri çözerek kendileri ile birlikte taşırlar jeotermal akışkan haline gelirler. Sıcak su, buhar ve gazlardan oluşan jeotermal akışkan içerisindeki çözülmüş maddelerin özellikleri yer katmanındaki madenlerin ve elementlerin derişimleri, su-kayaç ilişkisi, süresi ve ortam sıcaklığına bağlı olarak değişmektedir.
Jeotermal suların seralarda kullanıldıktan sonra yakınından geçen bir akarsu veya gölete verilmesi içerdikleri H2S, bor, arsenik, florit ve amonyak gibi bileşikler nedeniyle bu kaynakların da tarımsal sulama özelliklerinin yitirilmesine neden olmakta ve özellikle sularda yaşayan canlılar bu atıklardan olumsuz yönde etkilenmektedir. Ayrıca nehirlere boşaltılan akışkan, nehir suyu sıcaklığının yükselmesine yol açarak sulardaki ekolojik dengeyi bozmaktadır. Söz konusu kaynaklardaki bu sıcaklık yükselmeleri su ortamındaki kimyasal ve biyokimyasal süreçlerin hızlanmasına neden olmakta ve oksijen tüketimini arttırmaktadır (Karaman ve Kurunç 2004).
Jeotermal akışkanların ne tür olumsuz sonuçlar doğurabileceğinin ayrıntılı bir araştırması ve sunumu Ege’nin ve Türkiye’nin üç önemli stratejik ürünü olan zeytin, üzüm ve incire nelerin beklediğini ve alınması gereken önlemlerin araştırılması ve sonuçlandırılması açısından önemlidir.
Jeotermal akışkanlarda yüksek derişimlerde silika, arsenik ve bor bileşikleri bulunur. Arsenik (As) sulama suyunda yüksek olması durumunda bitki bünyesine geçer ve inorganik arsenik olarak depolanır ve bitkinin kurumasına neden olur. Arsenik içeriği yüksek olan içme suyundan uzun süre tüketilmesi neticesinde, insanlarda deri ve iç organlarda tahribatlar görülür.
Özellikle sulama suyu için tehlikeli olan bor, jeotermal sularda en çok bulunan kirleticilerden biridir. Bor, termal sularda genelde borik asit (H3BO3) olarak bulunur. İçme sularında ki yüksek bor konsantrasyonunun, bitkilerde ve insan üzerinde zararlı etkisi vardır. Özellikle sulama sularında, toprağın gözenekliliğini düşürür ve bitki köklerinin hava almasını engelleyerek kurumalarına neden olur. Bor içeriğinin dayanıklı bitkilerin sulama suyunda 3 mg/L, içme suyunda 2 mg/L üst limit olarak kabul edilir. İçme sularında yüksek olması, insanlarda mide ve bağırsak rahatsızlıklarına neden olur.
Jeotermal kaynakların yüzeye çıkması ile buhar fazındaki CO2, H2S, CH4, NH3 vb. gazlar ayrılır ve sonuçta pH yükselmeye başlar. Zeminde sıcaklığın azalması, derişim ve pH’nın artması sıcak sulardaki kalsit, dolomit, klorür, sülfat, silisyum vb. maddelerin çökelmesine neden olur. Bu maddeler doğal ortama karışarak yörenin ekosistem içerisindeki dengesini bozar ve zaman süreci içerisinde çevre, insanın kendisine yönelerek onu tehdit etmeye başlar. Buna paralel olarak çevrede yaşayan canlı varlıklar ile içinde bulunduğu ortamı birbirine bağlayan göreceli bir uyum söz konusudur. Ancak yoğunlaşan ağır metaller, kimyasal çökelmeler, ayrımlı gazlar vb. kirletici etmenler çevrenin hızla kirlenmesine neden olurlar (Bolca vd. 2010).
Jeotermal akışkanlarda bulunan kirleticiler sıvı ekosistem ve karasal ortamı etkileyerek nehir ya da akarsuların içine karışarak su kimyasını değiştirmekte bu sularla sulanan arazilerin toprak yapısı da değişmekte, kirlenmektedir. Jeotermal akışkanlarda genelde bulunan temel kirleticiler lityum, amonyak, borik asit, arsenik, civa, hidrojen sülfürdür.
Borun bitkiler için gerekli miktarı ile zehirli miktarı arasında çok dar bir sınır vardır ve bu sınır bitki türlerine göre değişmektedir. Bitki varyeteleri arasında dahi farklar görülür. Toprakta veya sulama sularında fazlaca bor bulunması halinde bazı bitkilerin zarar görmelerine karşılık bazıları etkilenmezler. Bor fazlalığında büyüme noktaları uzun zaman sıhhatli kaldıkları halde yaşlı yapraklar zarar görür, kökler de zarar görür ve ölürler (Demirtaş 2005).
4.3. Jeotermal Akışkanların İçme ve Sulama Sularına Etkisi
Sulama sularının ve bu sularla sulanan tarım alanlarının çeşitli toksik elementlerce kirlenmesi tarımsal üretimi sınırlayan en önemli faktörlerden birisidir.
Sulama suyundan bazı bileşenlerin bitki tarafından alınması sodyum, klorür ve bor gibi zehirli bileşenlerin bitki bünyesinde birikmesine; bitkinin zarar görmesine ve verimin azalmasına neden olur. Bütün bitkiler aynı derecede duyarlı olmasalar da zehirli maddelerin derişimi büyük ise hemen her tür bitki zehirlenebilir.
Bor bitkilerin normal gelişmesi ve optimal derecede ürün vermeleri için gereklidir. Küçük derişimlerde etkili olan borun derişimi arttıkça zehirlilik etkisi ortaya çıkar; bitki gelişmesini geciktirir veya tamamen öldürür. Bor zehirliliğinin sorunu genellikle sulama suyundaki borla ilgilidir. Fakat bazen toprakta doğal olarak bulunan bor da zehirli etki yapabilir.
Sulama suyundaki bor derişiminin belirli sınırları aşması halinde bitki büyümesi durur. Bitki yaprağında sararma, yanma ve yarılmalar, olgunlaşmamış yapraklarda dökülme, büyüme hızının yavaşlaması ile bitki veriminin azaldığı gözlenmektedir. Toplam borun büyük bir kısmı, bitki tarafından kullanılamaz. Toprakların toplam bor kapsamı 2- 200 ppm arasında değişir. Bitkiler bu miktarın % 5’inden daha az bir kısmından yararlanabilir (Uygan ve Çetin 2004).
Sodyum ve klorür zehirliliklerinin ağaç bitkilerinde ve ağaçsız bitkilerde olmasına karşın, bor zehirliliği daha birçok bitkide de olabilir. Bitki tarafından alınan bor yapraklarda ve bitkinin diğer organlarında birikir. Zehirlilik belirtileri tipik olarak önce yaşlı yaprak uçlarında ve kenarlarında sararma, noktalanma ve yaprak dokusunun ölmesi ya da hepsinin birden ölmesi şeklinde kendini gösterebilir. Bazı durumlarda sararma ve noktalanma yaprak ucundan yaprak kenarlarına doğru ve damarlar arasında merkeze doğru kuruma şeklinde gözlenebilir. Ciddi olarak bor tarafından etkilenmiş ağaçlarda, gövde ve dallarda gummosis veya exudade çok belirgin olabilir. (örn, Badem) Pekçok hassas bitki yapraklarında bor derişimi 250-300 ppm’i aştığında zehirlenme belirtileri görülebilir. Bazı bitkilerin bora karşı hassas olmamalarına rağmen yapraklarında bor biriktirmezler (örn. badem, şeftali, kayısı, elma, armut) bor tarafından hasar görse bile bazı bitkilerin yapraklarında bor birikmemiş olabilir. Bu bitkilerde bor zehirlenmesi, bitki büyüme özellikleriyle, toprak ve su analizleriyle belirlenebilir (Erdin).
Çağımızda oldukça fazla kullanım alanına sahip olan bor stratejik öneminin yanında, tarımsal açıdan değerlendiğinde alıcı ortama, dolayısıyla bitkilere canlılara şiddetli zarar verecek özelliklere sahiptir. Bu nedenle gerek stratejik değerinden dolayı geri kazanım, gerekse tarımsal açıdan olumsuz etkilerinden dolayı giderim şeklinde alıcı ortamlardan uzaklaştırılmalıdır. Eğer alıcı ortamdan uzaklaştırılma imkanı yoksa, bora dayanıklılık durumuna göre tarım yapılması yönüne gidilmelidir (Demirtaş 2005).
Arsenik de jeotermal akışkanların içindeki zararlı maddelerden birisidir. Arsenik (As) sulama suyunda yüksek olması durumunda bitki bünyesine geçer ve inorganik arsenik olarak depolanır ve bitkinin kurumasına neden olur. Yüksek konsantrasyonlu arsenik içecek sudan çok özellikle yiyecek ya da içecek alımıyla zamanla oluşan akut zehirlenmeye; stok ve sulu yaşamda zehirlenmeye neden olur. Kirlenmiş suda büyüyen bitkiler inorganik arseniğin yüksek konsantrasyonları birikir ve böylece zehirli olabilir (Bolca vd. 2010).
Jeotermal akışkanlardaki bir başka zararlı madde de civadır. Civa suda yaşam bulan bitkilerde ve hayvanlarda baskın olarak metilciva şeklinde birikir. İnsanoğlu için çok toksik etkisi olan metilciva merkezi sinir sistemine zarar verir. Civanın insan tarafından alımı doğrudan içme suyundan çok yiyecekler yoluyla oluşur. İnorganik civa biyobirikim göstermez, fakat yüksek miktarda alınırsa böbrekleri etkileyebilir. Hayvanlar inorganik civa ve metilcivaya bitkilerden daha duyarlıdırlar. Bu nedenle tatlı su ve birikmiş sulardaki civa konsantrasyonlarının, toksik etkisinden ve besin zincirindeki biyobirikiminden korunmak amacıyla kontrol edilmesi gerekmektedir (Bolca vd. 2010).
Bitkisel üretimi olumsuz etkileyen ve toprağın çoraklaşmasına neden olan etkenlerden birisi de sulama sularının tuzluluk oranıdır. Jeotermal akışkanların içinde tuzluluğa yol açan elementlerin oranı da yüksektir. Yer yüzeyine jeotermal kaynak suları içeriğinde çözünmüş olarak çıkan yüksek nicelikteki tuzlar, jeotermal suyun akış gösterdiği alanlardaki topraklarda birikerek tuzluluk ve alkalilik oluşturmaktadırlar. Yüksek tuz içeriğinden dolayı bu topraklar çoraklaşmakta ve tuza dayanıklı olan doğal tuzcul (halofil) bitkiler dışında herhangi bir bitkinin yaşam bulması mümkün olmamaktadır. Bu bağlamda jeotermal kaynakların birinci zararlı etkisi içerdikleri yüksek tuz konsantrasyonları nedeniyle etkiledikleri topraklarda tuzluluk ve alkaliliğe dolayısıyla çoraklığa neden olmakta ayrıca bunun yanında kültür bitkilerinin yetişmesini de olumsuz olarak etkilemektedirler (Bolca vd. 2010).
4.4. Üzüm Üretimi Nasıl Etkileniyor?
Asma, diğer meyve türlerine göre daha fazla bora ihtiyaç duyan bir bitki olmasına rağmen, aynı zamanda bor fazlalığına karşı duyarlı bitkiler arasında yer almaktadır. Alaşehir ilçesinde özellikle JES’lerin yoğun olduğu bölgelerde yapılan araştırmalarda yöre yeraltı sularının yüksek Bor içerdiği, topraklarda Bor kirlenmesinin olduğu ve bağların büyük kısmında Bor toksitesinin gözle de belirgin olarak görüldüğü araştırma sonuçlarında yer almaktadır (Güneş 2009).
İzmir Ticaret Borsası koordinatörlüğünde İzmir Ticaret Odası, Ege İhracatçı Birlikleri, Manisa ve Alaşehir Ticaret Borsaları işbirliğinde ve Manisa Bağcılık Araştırma Enstitüsü ile İzmir ve Denizli Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlükleri ile İzmir Ziraat Odası’nın teknik katkılarıyla tamamlanan “2016 – 2017 Sezonu Ege Bölgesi Çekirdeksiz Kuru Üzüm Rekolte Tahmin Raporu”nda bu gözle görülen bor etkisi şu şekilde ifade edilmiştir: “Alaşehir’de 29 mahalle ve bölgede yapılan inceleme neticesinde, doğuşların geçen yılın üzerinde olduğu gözlenmiş, bağ küllemesi hastalığı ile bağ uyuzu ve unlu bit zararı ve bölge genelinde bazı sürgün ve yapraklarda ölükol hastalığı, bazı asmalarda kav hastalığı ve bazı bağların salkımlarında uç kuruması ve güneş yanığı belirtileri tespit edilmiştir. Bu bölgede Özellikle Alaşehir ilçesinin Piyadeler, Örnekköy ve Alkan bölgelerinde yer alan jeotermal tesislerin artmasından kaynaklı, bağ alanlarında verim ve kalitenin olumsuz etkilendiği ve yapraklarda bor fazlalığı zararı olduğu gözlenmiştir.”
S.S.Kemaliye Sulama Kooperatifi JES’lere yakın bölgede bulunan, sulama göletlerini besleyen sulama pompalarının sularını 2016 yılında Alaşehir Ticaret Borsa’nın laboratuvarında farklı dönemlerde tahlil ettirmiştir. Laboratuvarın Mayıs ve Ağustos 2016 tarihlerinde teslim ettiği “Su Analiz Raporları” hemen hemen bütün kuyuların suyunda bor fazlalığı olduğunu ve toprakta tuzluluk yaratacak elementlere sahip olduğunu göstermektedir. Raporların büyük bir çoğunluğunun yorumlar bölümünde de “Sulama suyu olarak kullanılması sakıncalıdır.” diye yazmışlar, diğerlerinde de “dikkatli kullanımı” önermişlerdir. Bahsi geçen raporlar EK 1’de sunulmuştur. Aynı laboratuvarın yaptığı “Yaprak Analiz Raporları”nda da Bor olması gerekenden 2 kat fazla çıkmıştır. Bahsi geçen rapor EK 2 de sunulmuştur
JES’lerin ekolojiye verdiği önemli zararlarından birisi JES’lerin çalışmaya başladıkları andan itibaren bacalarından atmosfere sürekli olarak kükürtdioksit, karbondioksit, hidrojen sülfür gibi gazlar ve su buharı salınması ve bu şekilde atmosferde sera etkisi olmasıdır. Bu etkiyle üzümün kurutulmasında problemler ortaya çıktığı gibi üzüm koruk aşamasından başlayarak yağmur suyu ile temas ettiğinde üzümde kalite düşmesi ve bozulmalar meydana gelmektedir. Yağan yağmurların asit etkisi yaptığı gözle de görülebilmektedir. Birçok üretici “eskiden yağmur yağdı mı üzümlerimiz pırıl pırıl olurdu, daha da güzelleşirdi, şimdi ise yağmur yağdı mı hemen bozuluyor, çatlıyor, buruşuyor. Birçok bağcı arkadaşımız asmaların üzerine naylon örtülerle örtüp üzümünü korumaya çalışıyor. Bu da bizim için ekstra maliyet.” diyerek gözlemini dile getirmiştir.

Şekil 1 JES’lerin bacalarından çıkan gazlar
Üzüm Üreticileri Sendikası 2019 yılı çekirdeksiz kuru üzüm maliyeti ve referans fiyatı açıklamasında bu durumu “Alaşehir’de kurulan JES çevresindeki bağlar da (kalitede, rekoltede, kurutmada vb. yaşadıkları problemlerin yanı sıra) aynı Sarıgöl civarındaki bağlar gibi asit yağmurlarından ve havadaki nem oranının yüksekliğinden etkilenmeye başlamış ve üzüm üreticileri de asit yağmurlarından korunmak ve daha fazla zarar görmemek için bağlarını örtü altına almak zorunda kalmaya başlamıştır. Bu üretici için ekstra masraf demektir. JES’ler faaliyetini devam ettiği sürece, maliyet hesaplaması kalemlerinin içine bu örtü altına almayı da katmak zorunda kalacağız.” diye ifade etmiştir.

Şekil 2 Üstü örtülmek zorunda kalan bağlar
2018 yılında TBMM’de kurulan ” Bağcılık Sektörü ve Üzüm Üreticilerinin Sorunlarının Araştırılarak Alınacak Tedbirlerin Tespit Edilmesi Maksadıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (2018)’nda da jeotermallerin suları, toprağı, havayı kirlettiği, üzüm üretimine zarar verdiği, denetlenmesi gerektiği, tamamen yasaklanması gerektiği vb. konularda birçok bilgi de mevcuttur.
JES’ler çalışmaya başladıkları andan itibaren bacalarından atmosfere sürekli olarak kükürtdioksit, karbondioksit, hidrojen sülfür gibi gazlar ve su buharı salınmakta bu da atmosferde sera etkisi yapmakta ve üzümün kurutulması sürecini de geciktirmektedir. JES’lerin faaliyet gösterdiği bölgelerde görüştüğümüz üzüm üreticileri “eskiden eğer üzüm sergideyken yağış olmazsa üzümümüz 6-7 günde kuruyor, kıtır, kıtır oluyor, sergiden kaldırıyorduk, şimdi ise 9-10 günde kurumuyor. “Kurudu” diyerek üzümümüzü sergiden kaldırdığımızda bile eski kıtırlığını bulamıyoruz.” demektedirler. Sağlıklı kurutma olanaklarının olmadığı koşullarda üzümün kurumasının gecikmesinin yarattığı zarar sadece zaman kaybı değildir; yeterli ve uygun kurutmanın yapılamamasındaki gecikme Okratoksin-A maddesinin oluşmasına da neden olabilmektedir. Okratoksin-A bazı küflerin tahıllar, baharatlar, kahve, kuru incir ve kuru üzüm gibi ürünlerde oluşturduğu toksik (zehirli) bir maddedir.
2017 yılında T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı Manisa İl Tarım ve Orman Müdürlüğü Okratoksin-A konusunda “Bir gıda maddesinde “Okratoksin-A” oluşması için ilk koşul, bu toksini yapan küfün sporlarının gıda maddesine bulaşması; daha önemli ikinci koşul ise, gıdanın kendisinin ve bulunduğu ortamın ve tane yapısının, bu küf sporlarının çimlenerek çoğalmasını sağlayacak şartlara sahip olmasıdır. Küflerin gelişebildiği her gıda maddesinde okratoksin veya benzeri başka bir zehirli maddenin meydana gelmesi ihtimali bulunmaktadır.” diyerek üzüm üreticilerini uyarmıştır.
AB’nde ithal ettikleri ürünlerin kontrolünde Okratoksin-A değerinin AB değerinin üzerinde çıkması durumunda “hızlı alarm bildirimi” yapılmaktadır. Türkiye’den ithal edilen kuru üzümlerde 2016-2017 sezonunda hızlı alarm bildirim sayısı 6 iken, 2017-2018 sezonunda bu sayı 29’a ulaşmıştır (Yıldırım 2018).
Şekil 3’ten de görüldüğü gibi JES’lerin çalışmaya başlayıp bacalarından atmosfere sürekli olarak kükürtdioksit, karbondioksit, hidrojen sülfür gibi gazlar ve su buharı salması ve bunların da atmosferde sera etkisi yapmaya başlamasından bu yana “hızlı alarm bildirimi” sayısı da yükselmiştir.
Kaynak: Yıldırım 2018

Şekil 3 Avrupa Birliği Okratoksin-A geri bildirimleri
4.5. İncir Üretimi Nasıl Etkileniyor?
Dünya klasmanında incir üretiminde birinci sırada olan ülkemizde üretiminin %80’ni Ege Bölgesi’nde gerçekleşir. “Sarılop” incir çeşidi iklim istekleri açısından, sadece Ege Bölgesi’ne ve Aydın ile İzmir illerinin koşullarına optimum olarak uyum sağlamaktadır (Dağ 2015).
İncir, üzüm gibi bor toksisitesine en duyarlı meyvelerin arasındadır. Jeotermal kaynaklardaki Bor’un incirdeki etkilerini belirlemek için yapılan araştırmalarda genel olarak jeotermal santralden uzaklaştıkça incir bahçelerindeki yapraklarda Bor konsantrasyonunun azaldığı, özellikle jeotermal kaynaktan uzaklaştıkça, kuru meyvelerin de ağır metal içeriklerinin azaldığı gözlemlenmiştir.Jeotermal tesise yakın mesafede (600-650 m) bulunan incir bahçelerinde, yaprak ve kuru incir meyve örneklerinin besin elementleri ve ağır metaller açısından genel olarak diğer mesafelere göre daha yüksek içeriklere sahip olduğu ve kaynaktan uzaklaştıkça özellikle meyve örneklerinin ağır metal içeriklerinin azaldığı saptanmıştır. Bunun yanı sıra, kuru incir verimi ve kalitesine ilişkin elde edilen sonuçların da değerlendirilmesi sonucu; benzer şekilde tesisten uzaklaştıkça olumsuz etkinin azaldığı belirlenmiştir. Bölgedeki jeotermal tesisin özellikle yakın çevresindeki yüksek üretim potansiyeline sahip incir yetiştiriciliği yapılan alanların, özellikle bor, ağır metal vb. kirlenmelerinin önüne geçilmesinin gerek incirin bugünü gerekse de geleceği açısından son derece önemli olduğu açıkça görülmektedir (Dağ 2015).
Bolca ve arkadaşlarının 2010 yılında yaptıkları araştırmada da , Aydın ili ve ülkemiz için önemli kültür bitkisi olan incirin, ihraç edilmesiyle il ekonomisine büyük katkı sağladığı; ancak Aydın Ilıcabaşı ve İmamköy, Aydın Sultanhisar, Salavatlı, Aydın Germencik, Ömerbeyli jeotermal enerji tesisleri ve havzada açılan ve açılacak olan jeotermal kuyuların atıklarında bulunan bor (B) mineralinin havzanın kirlenmesinde önemli rol oynadığı, bu alanlardaki sıcak jeotermal akışkanların su kaynaklarına ve Hıdırbeyli göletinin sularına karıştığı , jeotermal atık suların mutlak bir şekilde tarımı olumsuz etkilediği, tarımsal faaliyetlerde ciddi tehlikeler yarattığı, bu göletin sularıyla sulanan incir bahçelerinde bor elementi konsantrasyonunun yüksek olmasından dolayı verim düşüklüğünün görüldüğü, incir ağaçlarında önce sürgünlerde kurumalara ve daha sonra kalite bozulmaları şeklinde zararlar verdiği arazi çalışmaların da saptanmıştır. Aynı zararlı etkilerin çevredeki tek yıllık sebze, yem bitkileri gibi ürünlerde de gözlendiği, olabilecek olumsuz etkisinin ortadan kaldırılması gerektiği belirtilmiştir. Yüksek bor konsantrasyonuna sahip sıcak özellikteki jeotermal suların soğuk yeraltı sularına veya yüzey sularına karışması tarımsal alanlar için büyük tehlikeler yaratmaktadır. Bu tehlikenin yayılmadan ortadan kaldırılması için kısa vadede Büyük Menderes Nehri’ nde kurulu Feslek regülatöründen sulanan tarım arazilerinde bor kirliliği hat safhaya ulaşmadan Denizli-Kızıldere jeotermal enerji santrallerinin sulama dönemlerinde kontrollü olarak durdurulması gerektiği uyarısını yapmışlardır (Bolca vd. 2010).
Aynı araştırmada özellikle jeotermal kaynaklar olmak üzere jeotermal kaynak çevresindeki su kaynaklarında sınır değerin üzerinde radyum aktivitesine de (pCi/lt) rastlandığı, jeotermal su kaynağı etrafındaki toprakların radyoaktivite seviyesinin ortalama değerleri aştığının gözlendiği belirtilmiş ve Jeotermal kaynakların devamlı ve uzun süreli etkisi altında kalan topraklarda bu zararlı radyoaktif elementlerin, tarımı yapılan bitkiler ile bunlarla beslenen insan ve hayvanlara besin zinciri yoluyla geçmesinin kaçınılmaz olduğu, bu alanlarda yetişen bitkilerin radyoaktif içeriklerinin yüksek olabileceği ve canlılar için sağlık riski yaratabileceğinden bahisle, bu bitkilerin tüketilmesinin uygun olmadığı bu bağlamda da, jeotermal kaynakların devamlı ve yoğun etkisi altında kalan topraklar üzerinde tarım yapılması ve tarımsal bitkilerin yetiştirilmesinin de sakıncalı olduğu sonucuna varmışlardır.
Aydın İli Efeler Belediyesi Meclisi tarafından 2016 yılında Jeotermal elektrik santrallerinin çevreye ve insan sağlığına olası zararlarını araştırmak için bir komisyon oluşturulmuş ve Komisyon Raporu hazırlanmıştır. Bu rapora göre; Aydın’daki JES’lerin %70’i Aydın ilinin önemli incir üretim merkezlerinden olan Germencik ilçesinde bulunmaktadır. Aydın’da özellikle incirlerin ürün verme aylarında bağıl nemin %90’lara çıktığı ölçülmüş, Aydın’da jeotermaller dışında sülfat üreten sanayi tesisi olmadığı, ancak 2015 yılında Aydın’dan Hırvatistan’a ihraç edilen incir ürünlerinin bir kısmında sülfat saptandığından dolayı geri döndüğü belirtilmiştir (Efeler Belediyesi 2017).
İncir yaş tüketildiği gibi aynı zamanda kurutularak da saklanan ve tüketilen bir meyvedir. Bu nedenle kuru incir ihracatı ve ticareti de önemlidir. Kurutma sezonunda havadaki nem oranının yüksekliği veya düşüklüğü (üzüm kurutmada olduğu gibi) önemlidir. Yetiştirme sezonundaki yüksek nem, meyve renginin koyulaşmasına, meyvenin çatlamasına ve incirin kurumasını geciktirerek ciddi kalite kayıplarının yaşanmasına neden olabilmektedir. Sunay Dağ Aydın’da yaptığı araştırmada özellikle ağustos ayı nem değerleri dikkate alındığında, JES’lere yakın bahçelerde nem oranının incirin sağlıklı kuruyabilmesi için gerekli orandan yüksek olduğu, uzaklaştıkça birazdüştüğü, bu anlamda deneme alanında yer alan farklı mesafelerdeki bahçelerin nem durumunun istenen değerden yüksek olduğu ve bu yüksek nemin meyve kalitesi üzerine olumsuz etkide bulunmuş olacağını ifade etmektedir (Dağ 2015). Yüksek nem nedeniyle uygun koşullarda kurutulamayan incirde sadece kalite kaybı da oluşmamakta, aynı zamanda tıpkı kuru üzümde olduğu gibi insan sağlığına zararlı aflatoksin ve Okratoksin-A oluşumu da söz konusu olmaktadır.
4.6. Zeytin Üretimi Nasıl Etkileniyor?
4.6.1. JES’ler ve zeytin
Zeytin Bor’a orta derecede dayanıklı bitkiler sınıfına girmektedir. Bolca ve arkadaşlarının araştırma yaptıkları Alangülü’nde Jeotermal kaynakların etkisi altındaki alanlarda yaşam bulan çok derin kök yapısına sahip olan zeytin ağaçları bulunmaktadır. Ancak bu ağaçlarda çok yüksek oranda kuruma ve verim düşüklüğü meydana geldiğini saptamışlardır. Bu alanlarda, tuza dayanıklı bitkiler ile anaerobik koşullarda genellikle bataklık alanlarda yaşam bulan saz ve kamışlara yoğun olarak rastlamışlardır. Kaynak çevresinde jeotermal su etkisi altında bulunan toprakların hemen hemen tüm horizonlarında bir tuz birikiminin söz konusu olduğunu, bu özelliğin termal kaynakların yüksek sıcaklık nedeniyle çözgen özelliğinin bir sonucu olduğunu, bu bağlamda jeotermal kaynakların birinci zararlı etkisinin içerdikleri yüksek tuz konsantrasyonları nedeniyle etkiledikleri topraklarda tuzluluk ve alkaliliğe dolayısıyla çoraklığa neden olduğunu, bunun yanında kültür bitkilerinin yetişmesini de olumsuz olarak etkilediğini, Jeotermal kaynakların çevresinde derin kök yapısına sahip zeytin ağaçlarında krom toksisitesinin belirtileri olarak yapraklarda kloroz belirtileri açıkça görülebilmektedir.” demektedirler.
Bu arazilerde zeytin ve incir gibi ekonomik girdisi yüksek tarımsal ürünlerin üretiminin, jeotermal kaynak sularının zararlı etkilerinden dolayı sekteye uğramasının gerek bölge gerekse de ülke için büyük bir kayıp olacağı açıktır (Bolca vd. 2010).
140 °C ve üzeri sıcaklığa sahip olan jeotermal kaynaklar elektrik enerjisi üretiminde kullanılabilmektedir. Jeotermal enerji santrallerinin inşaat süresi 1-2 yıl arasındadır. Santrallerin ortalama ekonomik ömürleri 25 ile 30 yıl arasında değişim göstermektedir (Sevim 2019). 2018 verilerine göre Türkiye’nin elektrik üretiminin sadece %2,5’i jeotermal enerjiden, karşılanmaktadır (Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 2018). JES’lerin yaratabileceği olası ekolojik yıkım ve sadece üzüm, incir ve zeytin üretiminden Türkiye’nin elde edeceği gelir kaybı olasılığı hesaplandığında JES’lerin durdurulması gerektiği açıktır.
4.6.2. RES’ler ve zeytin
Türkiye’nin ve Ege’nin en batısında Karaburun ve Çeşme yarımadası vardır. Bu bölgeler genellikle dağlık arazidir. Endemik bitkileri çeşidi oldukça fazla ve oksijen miktarı oldukça yüksektir. Bu yarımada da binlerce dekar zeytin ağacı vardır. Özellikle Karaburun’da, rüzgarların denizden getirdiği mikro organizmalar zeytinlerin bir kısmının hiçbir müdahaleye gerek kalmadan ağacında yenilebilecek şekilde olgunlaşmasını sağlamaktadır. Bu zeytinler hiçbir ek işleme tabi tutulmadan sofraya gelmektedir. Bu zeytinler yetiştiği bölgenin adıyla ”Karaburun hurması” adıyla anılır. Karaburun yarımadasının mikrokliması bu bölgeye özeldir. Bölgede yaşayan yarasa popülasyonu da zeytin zararlılarına karşı en etkin biyolojik mücadeleyi vererek çiftçilere yardımcı olmaktadırlar. Yarasalar zeytine zarar veren böcekleri v.b yediklerinden dolayı zeytin ağaçları ve meyveleri kolay kolay hastalanmazlar, çiftçiler de zeytin ağaçlarının bakımı için herhangi bir kimyasal ilaç kullanmamaktadırlar. Bilindiği gibi yarasalar çıkardıkları yüksek frekanslı ses dalgalarının, etraflarındaki cisimlere çarpıp geri dönmesi yardımıyla yönlerini bulurlar. Bu yarımada son yıllarda yoğun bir şekilde Rüzgar Enerji Santrali (RES) yatırımları havzası haline gelmiştir.

Şekil 4 Karaburun’daki RES’ler
RES’lerin çalışmaya başlamasıyla birlikte RES’lerin kanatlarının yarattığı ses dalgaları yarasaları olumsuz etkilemiş, yarasa popülasyonu da yok olmaya başlamıştır. Yüzlerce RES rüzgarların denizden getirdiği mikro organizmalarında önünde set oluşturmuş hurma zeytinin oluşumunu azaltmıştır. Bölgedeki zeytin üreticileri bu durumdan yakınmaktadırlar. RES yatırımları bu hızla devam ederse hiç hurma zeytin toplayamayacaklarından, ortalıkta yarasa ve arı göremeyeceklerinden yakınmaktadırlar. Son yıllarda, yarasaların beslendiği zeytin zararlılarından “zeytin sineği” de artmıştır. Yarasalar tamamen yok olduğunda çiftçiler de biyolojik mücadeledeki en büyük yardımcılarını kaybetmiş olacaklardır. Yarasalar yok olduğunda zeytin ağaçlarının ve meyvelerinin çeşitli hastalıklara yakalanmasının da önü açılacaktır. Bu durumda da bu güne kadar hiç kimyasal zehir kullanmayan üretici kimyasal zehir kullanmaya başlayacaktır. Bu da üreticiye ekstra maliyet oluşturacağı gibi toprağın, suyun ve havanın kirlenmesi nedeniyle ekolojik dengenin bozulmasına neden olacaktır. RES yatırımlarının bu hızla devam etmesi bölge ve Türkiye için önemli bir gelir kaynağı olan zeytin üretiminin risk altında olması demektir.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın internet sayfasında da çevresel etkiler bu görüşümüzü destekleyecek biçimde şu şekilde sıralanmıştır: RES’lerin Kuş göç yolları üzerinde olması nedeniyle (Türbinlere çarpacak olan yaban hayvanlarının (kuşlar, yarasalar vs.) zarar gördüğü, Gürültü kirliliği yarattığı (Rüzgâr türbinlerinde iki çeşit gürültü oluşmaktadır. Bunlar mekanik gürültü (dişli kutusu, jeneratör ve yedek motorların yarattığı gürültü) ve aerodinamik gürültülerdir. Türbinlerin çıkardığı gürültü, şehirlere yakın bölgelerde oluşturdukları ses kirliliği sebebiyle insanlara, hayvanlara ve doğal yaşama rahatsızlık vermektedir.), Deniz ekosistemine olumsuz etkilediği, Hafriyat atıkları ve toz oluştuğu (Yapılacak olan şantiye binaları, kurulacak olan kalıcı yapı ve tesisler, yollar vb. İnşaatlardan çıkacak olan hafriyat, toz ve gürültü), araç ve makinelere ait yağ ve yakıtlar, vb. atıkların çevreye yayıldığı, Enerji nakli hatları, radyo ve televizyon sinyallerine zarar verdiği vb. çevresel zararlarından bahsedilmektedir. Bütün bu zararlar önlem alınmazsa ekolojik döngüyü olumsuz etkileyecek ve zeytin üretimi de dahil bütün tarımsal üretimde problemler yaratacak olan zararlardır (Çevre ve Şehircilik Bakanlığı).
SONUÇ VE ÖNERİLER
5.1. Sonuçlar
Yüzyıllardır tarımsal üretim ve üretilen ürünlerin işlenmesi süreci aynı zamanda su, güneş, rüzgârdan ve bunların enerjilerinden yararlanmayı da beraberinde getirmiştir.
Fosil yakıt rezervlerinin tükenmekte oluşu, 70’li yıllardaki “Petrol Krizi” ve “Küresel İklim Krizi” yeni enerji kaynağı arayışlarını beraberinde getirmiştir. Su, güneş, rüzgar, jeotermal vb. enerji kaynaklarından daha fazla yararlanma, sanki yenilenebilir kaynakların hiç tükenmez kaynakmış gibi görülmesi, yatırımcıların azami kâr elde etme anlayışı ile birleşince tarım arazilerinin amaç dışı kullanımına, doğanın tahribatına, ekolojik dengenin bozulmasına, iklim krizine ve dolayısıyla tarımsal üretimin yapılamaz hale gelmesine, yapanların da geçimini sağlayacak geliri elde edememesine yol açmaktadır.
Tarım arazileri üzerinde RES, GES, JES gibi elektrik santrallerinin yaratabileceği sosyal ve ekolojik problemler konusunda yeterli araştırma yapılmadan, gerekli ve yeterli önlemler alınmadan ve bir ekosistemin kaldırabileceğinden daha fazla santralin yapılması zaman içinde ciddi çevresel, ekolojik ve sosyal problemlere yol açacağı açıktır.
Bu problemleri birkaç madde de sıralayabiliriz:
-
Su kaynaklarının kirlenmesi ve azalması
-
Toprağın kirlenmesi
-
Toprakta bitkiler için gerekli elementlerin kaybı, zararlı elementlerin çoğalması
-
Bitkisel ürünlerde hastalıklar, besin değerlerinde düşme
-
Bitkisel ürünlerdeki hastalıklar nedeniyle kimyasal zehir kullanılması
-
Kullanılan kimyasalların toprağı, havayı, suyu kirletmesi ve olayın kısır bir döngüye dönüşmesi
-
Kullanılan kimyasalların üretimi ve tüketimi için enerji kullanımı ve böylelikle yeni enerji ihtiyaçlarının doğması
-
-
-
Havanın kirlenmesi
-
İnsan ve diğer canlılarda sağlık problemleri
-
İklim değişikliği
-
Bitkisel ürünlerde hastalıklar
-
Bitkisel ürünlerdeki hastalıklar nedeniyle kimyasal zehir kullanılması
-
Kullanılan kimyasalların toprağı, havayı, suyu kirletmesi
-
kullanılan kimyasalların üretimi ve tüketimi için enerji kullanımı ve böylelikle yeni enerji ihtiyaçlarının doğması olayını yeni kısır bir döngüye dönüşmesi
-
-
-
-
-
Ekolojik dengenin bozulması
-
Biyoçeşitliliğin yok olması
-
Kontrolsüz kullanımların doğadaki yenilenebilir enerji kaynaklarını da tüketebileceği
5.2. Öneriler
Yenilenebilir enerji kaynakları ilgili planlama yapılırken kısa vadeli anlık çözümler değil, gelecek nesillerin ve diğer canlıların da o kaynağa ihtiyacı olduğu unutulmadan, uzun vadeli uygulamalar dikkate alınmalıdır.
Gelecekte gıda krizi yaşamamak için ekolojik dengenin kaldırabileceğinden fazla enerji yatırımına gidilmemelidir.
Bir yatırımın “ekonomik getiri” hesaplaması yapılırken, “ekolojik götürüsü” de iyi hesaplanmalı “kâr-zarar” hesaplaması da buna göre yapılmalıdır.
Gelecekte gıdada dışa bağımlı hale gelmemek ve gıda krizi yaşamamak için tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı engellenmelidir.
Yenilenebilir kaynaklar hiç tükenmez kaynakmış gibi görülmemeli ve bu konudaki yasal düzenlemeler, uzun vadeli uygulamalar dikkate alınarak yapılmalıdır. Tarımsal üretimde de yenilenebilir enerji kaynaklarından yararlanır ve teknoloji geliştirilirken bu anlayışla hareket edilmelidir.
YAZININ ASLINI İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ
KAYNAKLAR
Anonim. 2019. http://www.cografya.gen.tr/egitim/bolgeler/ege.htm [Son erişim tarihi: 26.12.2019]
Arslan, F. 2015. Türkiye’de Doğal Kaynak Kullanımında Sürdürülebilirlik Sorunu: Bigadiç Jeotermal Örneği. Coğrafyacılar Derneği Uluslararası Kongresi, ss. 616-627, 21-23 Mayıs, Ankara.
Bağcılık Sektörü ve Üzüm Üreticilerinin Sorunlarının Araştırılarak Alınacak Tedbirlerin Tespit Edilmesi Maksadıyla Kurulan Meclis Araştırmaları Komisyonu. 2018. Komisyon Raporu. (Yasama Dönemi:26, Yasama Yılı 3, Sıra Sayısı: 559)
Bolca, M., Kılınç, R., Altınbaş, Ü., Saç, M.M., Kumru, M.N., Çolak Esetlili, B., Esetlili, M.T. ve Özen, F. 2010. Alangüllü (Aydın) Bölgesindeki Jeotermal Kaynakların Kimyasal Özelliklerinin ve İçerdikleri Radyoaktif Maddelerin Su Kaynakları Tarım Toprakları ve Kültür Bitkilerine Etkilerinin Multidisipliner Yaklaşımla Saptanması Üzerine Araştırmalar. TÜBİTAK, Proje No.107-0-085.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı.
https://webdosya.csb.gov.tr/db/ced/editordosya/R%C3%83%C5%93ZG%C3%83%E2%80%9AR%20ENERJ%C3%84%C2%B0%20SANTRALLER%C3%84%C2%B0.pdf [Son erişim tarihi: 20.12.2019]
Dağ, S. 2015. İncirde verim ve kalite üzerine jeotermal enerji tesislerinin olası etkilerinin belirlenmesi. Doktora tezi, Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın.
Demirtaş, A. 2005. Bitkide Bor ve Etkileri. Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 36(2): 217-225.
Efeler Belediyesi. 2017. Jeotermal Komisyon Raporu.
https://efeler.bel.tr/guncel/duyurular/jeotermal-komisyon-raporu [Son erişim tarihi: 19.12.2019].
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı. 2018. Elektrik.
https://enerji.gov.tr/tr-TR/Sayfalar/Elektrik [Son erişim tarihi: 19.12.2019]
Erdin, E. Sulama Suyu Sorunlarına Genel Bakış.
http://web.deu.edu.tr/erdin/pubs/doc144.htm [Son erişim tarihi: 17.12.2019].
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Kooperatifçilik Genel Müdürlüğü. 2018. 2017 Yılı Zeytin ve Zeytinyağı Raporu.
http://koop.gtb.gov.tr/data/5ad06f17ddee7dd8b423eb2e/2017%20Zeytinya%C4%9F%C4%B1%20Raporu.pdf [Son erişim tarihi: 20.11.2019].
Güneş, A. 2009. Manisa-Denizli Yöresinde Yetiştirilen Amerikan Asma Anaçlarının Tuzluluk ve Bor Toksisitesinden Etkilenme Durumlarının Belirlenmesi. Ankara Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri, Proje No. 20080711001HPD, Ankara.
İzmir Ticaret Borsası. 2016-2017 Sezonu Ege Bölgesi Çekirdeksiz Kuru Üzüm Rekolte Tahmin Raporu.
https://itb.org.tr/dosya/rekolteraporu/20162017-sezonu-ege-bolgesi-rekolte-tahmin-raporu-2.pdf?v=1470312504143 [Son erişim tarihi: 25.11.2019].
Karaman, S. ve Kurunç, A. 2004. Seraların Jeotermal Enerji ile Isıtılmasında Ortaya Çıkabilecek Çevresel Etkiler. GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 21(2):80-85.
Manisa İl Tarım ve Orman Müdürlüğü. 2017. Okratoksin-A Konusunda Kuru Üzüm Üreticilerine Uyarı.
https://manisa.tarimorman.gov.tr/Duyuru/97/Okratoksin-A-Konusunda-Kuru-Uzum-Ureticilerine-Uyari [Son erişim tarihi: 25.11.2019].
Öztürk, H., Yaşar, B. ve Eren, Ö. 2010. Tarımda Enerji Kullanımı ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Türkiye Ziraat Mühendisliği VII. Teknik Kongresi Bildiriler Kitabı: 909-932, 11-15 Ocak 2010, Ankara.
Sevim, C. 2019. Enerji Teknolojileri ve Enerji Yatırım Projeleri. Seçkin Yayıncılık, Ankara.
Tarıma Dayalı İhtisas Organize Sanayi Bölgeleri Yönetmeliği. T.C. Resmi Gazete (30251, 25 Kasım 2017).
Tarım ve Orman Bakanlığı. 2019. Tarım Ürünleri Piyasaları – Üzüm. Tarımsal Ekonomi ve Politika Geliştirme Enstitüsü.
Uygan, D. ve Çetin, Ö. 2004. Bor’un Tarımsal ve Çevresel Etkileri: Seydisuyu Su Toplama Havzası. II. Uluslararası Bor Sempozyumu, ss. 527-540, 23-25 Eylül, Eskişehir.
Üzüm Üreticileri Sendikası. 2019.
https://www.karasaban.net/uzum-sen-kuru-uzumde-olmasi-gereken-referans-fiyatlarini-acikladi/ [Son erişim tarihi: 15.12.2019].
Yener, H., Aydın, Ş. ve Güleç, I. 2002. Alaşehir Yöresi Kavaklıdere Bağlarının Beslenme Durumu. Anadolu Ege Tarımsal Araştırma Enstitüsü Dergisi, 12(2).
Yıldırım, A.E. 2018. Kuru üzümde Okratoksin alarmı
https://www.dunya.com/ekonomi/kuru-uzumde-okratoksin-alarmi-haberi-426770 [Son erişim tarihi: 25.11.2019].