31 Mart’ta yerel seçimler var. “Büyükşehir/Bütünşehir Yasası” süreci ile başlayan ve “Başkanlık Sistemi” referandumuyla TBMM’ni büyük ölçüde devre dışı bırakan, “Güçler Ayrılığı” (Yasama, Yürütme, Yargı) yerine her gücü tek merkeze bağlayan bir süreçte yerel seçimlere gidiyoruz. Gerek AKP gerekse muhalefet ülkede Yerel Seçim yerine Genel Seçim havası estiriyor. Halbuki 2018Ekim ayında AKP Genel başkanı ve Cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan “Şunu da açık söylüyorum: Mart seçimleri geliyor. Bu seçimlerde de teröre bulaşmış olanlar, olur ya, sandıktan çıkacak olurlarsa, öyle bekleyelim şu olsun bu olsun yok. Anında gereğini yapıp kayyum tayinleriyle yolumuza devam edeceğiz. Beklemek yok.” diyerek yerel seçim sonrası ülkeyi nasıl bir belediyeciliğin beklediğini, muhalefet adayları seçilmiş olsalar bile sermayenin istediği yatırımları, merkezi iktidarın projelerini, yatırımlarını vb. uygulamadıkları zaman başlarına neler gelebileceğini net olarak ifade etmişti. Sonuçta öyle veya böyle, bir yerel seçim yaşayacağız, sonuçlarını da hep birlikte göreceğiz. Bu nedenle seçim sonuçlarını ve sonrasına takılmadan ekolojiyi ve tarımı ilgilendiren konularda partiler seçim bildirgelerinde neleri vadediyorlar tartışmaya çalışacağız. (1)
Öncelikle şunu söyleyerek başlamak doğru olacaktır: Sol partiler de dahil şirketlerin gıda sistemine karşı, halkın sağlıklı gıdaya erişim hakkını ve gıda güvencesini de içinde barındıran, alternatif gıda sistemini örgütleme ve mücadele etmeyi içeren “Gıda Egemenliği” kavramı hiçbir bildirgede yoktur. Onun yerine gıdanın tarladan markete izlenebilirliği, menşeinin belli olması, hijyen ortamda işlenmesi ve bulunmasını içeren ‘Gıda Güvenliği’ kavramını kullanmayı yeğlemişlerdir. Peki gıda güvenliği ile gıda egemenliği aynı şeyler midir?
‘GIDA GÜVENLİĞİ’ KAVRAMI NEDEN ve NASIL ORTAYA ÇIKTI?
Koray Çalışkan’ın deyişiyle; dünyada 800 milyon insan aç, 800 milyon insan obez. Tam distopya. (2)Küresel bir gıda krizine doğru ilerlerken iki çözüm stratejisi belirdi. İlki, Dünya Bankası ve IMF’nin reçetesini yazdığı ‘gıda güvenliği’ stratejisi. Serbest piyasa reformlarının genişlemesini, şirket tarımının özendirilmesini, tek tip ve hatta GDO’lu tohumun kullanılmasını özendiren bu strateji gıdayı para kazanmak için bir fırsat olarak görürken, gıda üretenleri ve gıdanın üretildiği yerleri gıda ‘sektörü’ için bir araç olarak görmektedir. İkinci strateji ise ‘gıda krizi’ni krizin çözümü olarak önerilen yaklaşımın yarattığını, insanın doğayla ya doğrudan ya ailesiyle ilişki kurması gerektiğini özendiren ‘egemenlik’ yaklaşımı.Önemli bir karar eşiğindeyiz.Önümüzde ya gayri medeni bir neoliberal Gıda Güvenliği Modeli var. Ya adaleti ve çevre duyarlılığını bir araya getiren medeni bir Gıda Egemenliği modeli. İlki şirket tarımını özendiren, bebeklere dahi GDO’lu mamalar vermede sorun görmeyen, suyu, toprağı, havayı me(f)ta olarak gören bir piyasacı mantık. İkincisi, Gıda Egemenliği Forumu’nun önerdiği, sürdürülebilir, gıdayı üreten ve tüketenin ortak iradesiyle şekillenmiş bir zincire dayanan, yemeği şirketin değil yiyenin ve üretenin hakimiyetine bırakan insancıl mantık. Güvenlikçiler hakkını yeterince kullandı. Sonuç: Kitlesel açlık ve şişmanlık. Artan fiyatlar. Tarlayı basan zehirler, şirketlerin tellerle çevirdiği tarlalar, hıyarla domatın hızla birbirine yaklaşan tadı.. (3)
Hükümetler neoliberal politikalara uygun olarak, küçük üreticilerin pazara erişimini engellemek için, “gıdanın tarladan markete izlenebilirliği, menşeinin belli olması, hijyen ortamda işlenmesi” vb. propagandası ile tüketiciyi de psikolojik olarak etkilemeye, şirketlerin pazarda tekel olmasını kolaylaştırmak ve uygulamalarını meşrulaştırmak için “gıda güvenliği” kavramını kullanmaya başlamışlardır.
Bu kavramın/modelin içinde; üreticilerin ne üreteceklerini, nasıl üreteceklerini karar verme hakları yoktur. Bu kavramın içinde, uluslararası tarımsal sanayi ve ticaret şirketlerinin ülkelerdeki tarımsal üretimi tamamen kontrol edebilmesinin bir aracı olarak kullandıkları ve üreticileri tamamen şirketlere bağımlı hale getiren bir sistem olan sözleşmeli üretimin (4) kabulü vardır.
Bu kavram/model pirincin, baklagillerin vb. paketlenmişinin içinde taş olup olmadığı, halk deyişiyle ‘armudun sapını, üzümün çöpünü’ dert edinir ama; üründe hangi tür tohumun kullanıldığını, GDO’lu olup olmadığını, sağlıksız şirket tohumu kullanılıp kullanılmadığını, bitkilerin üretim sürecinde ekolojik problemlere yol açıp açmadığını, üretilirken kimyasal kullanılıp kullanılmadığını, hangi üretim ilişkileri sonucunda ürünün ortaya çıktığını dert edinmez. Et ve süt üretiminde kullanılan yemlerin niteliği, hayvanlara antibiyotik yüklemelerinin yapılıp yapılmadığı vb. dert edinme de yoktur.
Bu kavramın/modelin içinde üretilen ürünü kimin ürettiği, nerede ürettiği, ithal olup olmadığı, üretim sürecinde çocuk işçi çalıştırıp çalıştırılmadığını sorgulamak da yoktur.
Bu kavramın/modelin içinde; gıdanın tarladan markete izlenebilirliği, menşeinin belli olması vb. paketlemede hijyen, marka basma vb. gerekçelerle üreticilerin işlenmiş ürünlerini pazara sunamama ve bakkallarda satılacak yumurtaların bile barkod sistemine geçmesi zorunluluğu vardır.
Böylelikle de adım, adım şirketlerin kontrolüne geçen gıda sisteminde, üreticilerin pazara erişim hakkının, halkın sağlıklı gıdaya erişim hakkının ve gıda güvencesinin ellerinden alınması vardır.
Marksist McMichael göre “gıda güvenliği, devlet/sistem bir kavram iken, gıda egemenliği temelde gıda güvenliğinin ön şartı olarak çiftçilerin politik ve ekonomik hakları ile ilgili devlet-dışı (non-state) bir kavramdır” Egemenlik nosyonuna dair bu iki kavramın içeriklerinin farkları tam da buradan kaynaklanmaktadır. Gıda güvenliği, egemenliği devletlere atfedip, nüfuslarına yeterli derecede besin sağlama yükümlülüğünü yüklemektedir ve bu anlamda da gıda ve üretimi ile ilgili tüm irade oluşturma süreçlerini ulus devletlere veya ulus-devletlerin oluşturduğu uluslararası sistem yapılanmalarına terk etmektedir. Gıda Egemenliği kavramı ise, temelde, üretim ve insan-doğa ilişkileri açısından endüstriyel kapitalist tarımın karşısında konumlanan başka bir tarımsal üretim mantığını ve bunun politik açılımlarını içerisinde potansiyel olarak taşımaktadır.(5)
GIDA EGEMENLİĞİ KAVRAMI/MODELİNİN ORTAYA ÇIKIŞI
Neoliberal tarım ve gıda politikalarından olumsuz etkilenen köylüler/üreticiler, topraksız kır işçilerinin Küresel örgütlenmesi La Via Campesina şirketlerin gıda sistemine karşı alternatif gıda sistemini örgütleme ve mücadele etmeyi içeren ‘Gıda Egemenliği” modelini ve kavramını 1996 yılında ortaya koymuş ve geliştirmeye çalışmaktadır.
Gıda egemenliği, sadece gıda yetiştiren ve toplayanlar için bir talep değildir; gıda egemenliği, La Via Campesina’nın toplumu bir bütün olarak dönüştürme önerisidir. Bu öneri zamanla kırsal kalkınma için alternatif bir bakış açısı olarak kırsal ve kent merkezli sosyal hareketler tarafından benimsenmiştir. La Via Campesina diğer önemli sosyal aktörlerle (Dünya Kadın Yürüyüşü, Yeryüzü Dostları (Friends of Earth), yerli halklar, göçebe halklar, balıkçılar, STKlar ve kent hareketleri, hatta tüketici ve akademisyenlerle) birlikte 2007 yılında Mali’de küresel bir gıda egemenliği forumu olan “Nylene Gıda Egemenliği Formu”nu düzenlemiştir. Avrupa’da da 2 kez “Nylene Gıda Egemenliği Formu” düzenlemiş ve Gıda Egemenliği kavramının/modelinin içeriğini genişletici tartışmalar yapılmış, kararlar alınmıştır. (6) Böylece gıda egemenliği birçok insan tarafından, toplumu bir bütün olarak dönüştürmenin bir aracı olarak düşünülmeye başlanmış ve dünyanın her yerinde ‘Gıda Egemenliği Hareketi’ yaratmaya dönük çaba içine girildiği gözlemlenmiştir. Ekvador, Venezuela, Nepal gibi bazı devletler Gıda Egemenliği’ni anayasalarına da eklemişlerdir…
Sol, sosyalist, sosyal demokrat partiler yerel seçim bildirgelerinde ne yazık ki bu kavramı kullanma yerine emperyalist kurum, kuruluş ve teorisyenlerinin neoliberal tarım ve gıda politikalarını uygulayabilmek için ürettiği bir modeli ve kavramı sorgulamadan kullanmışlardır.
YEREL SEÇİM BİLDİRGELERİNDE NEOLİBERAL ‘GIDA GÜVENLİĞİ’ MODELİNİN ETKİLERİ
TKP “Halkın temel sağlık sorunları; içme suyu ve gıda güvenliği, okul sağlığı, spor sağlığı, geri dönüşüm, atık sorunu gibi konular ancak yerel yönetimlerde komünistlerin etkili olmasıyla güven altına alınabilir” diyerek bu kavramın açılımını bile yapmadan geçiştirmiştir.
CHP; Gıda Güvenliği ve Sağlıklı Beslenme Hakkı olduğundan yola çıkarak, Yurttaşlara, gıda güvenliği ve bilinçli gıda tüketimi eğitimleri vereceklerinden, ilgili bakanlık birimleri, meslek odaları, üniversiteler ve sivil toplum örgütleriyle işbirliği yapacaklarından, pazar yeri planlamasında gıda güvenliği ölçütlerini dikkate alacaklarından dem vurarak, organik pazarları (7) yaygınlaştıracaklarından söz etmiş, Gıda Egemenliği’nden bahsetmemiştir.
HDP’de Gıda güvenliği ile ilgili sivil toplum örgütleri, kamu kurumları ve halk arasında koordinasyon sağlayacaklarından, kuracakları Sağlıklı Gıda Birimi ile yurttaşlardan gelen şikâyetlerin hızla değerlendirilmesini ve işyerlerinin denetlenmesini sağlayacaklarından (8) bahsetmiş, ama o da Gıda Egemenliği’nden bahsetmemiştir.
ÖDP ise “Küresel ısınma, plansız kentleşme, artan nüfus, gıda güvenliği ve güvenli gıdaya erişim konusunu tartışmaya açmıştır. Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada gıda güvenliği 21.yüzyılda çözüm bulunması gereken konuların başında gelmektedir.” diyerek daha önceki metinlerinde vurgu yaptığı “Gıda Egemenliği” kavramını yeterince anlamadığını göstermiştir.
Yukarıda da ayrıntısıyla anlatmaya çalıştığımız gibi gıda güvenliği kavramını tartışmaya açan şey “ Küresel ısınma, plansız kentleşme, artan nüfus” değildir. Şirketler gıdayı para kazanmak için bir fırsat olarak görürken, gıda üretenleri ve gıdanın üretildiği yerleri de gıda ‘sektörü’ için bir araç olarak görmekte ve Dünya Bankası, IMF, DTÖ gibi emperyalist kuruluşlar ve teorisyenleri de yazdıkları ve uygulattırmaya çalıştıkları ‘gıda güvenliği’ stratejisinde “küresel ısınma, artan nüfus, açlığa çözüm vb.” gerekçelerden de yararlanmışlardır. Bu gerekçeler ve strateji serbest piyasa reformlarının genişlemesini, şirket tarımının özendirilmesini, tek tip ve hatta GDO’lu tohumun kullanılmasını kolaylaştırmaktadır.
SONUÇ OLARAK:
Neoliberalizme karşı mücadele etmek isteyen ve eden sol, sosyal demokrat, sosyalist, devrimci kesimlerin neoliberalizmin ortaya attığı kavramları/modelleri kullanarak ve bu kavramlara/modellere ilişkin projeler üreterek kapitalizme alternatif olma şansları yoktur.
Kapitalizme alternatif politikalar ve bu politikalara uygun projeler, üretilmek isteniyorsa ezilenlerin, emekçilerin deneyim ve mücadeleleriyle ortaya çıkarttığı kavramları, modelleri iyi anlayarak, onları geliştirerek kullanmak ve mücadelesini vermek gerekir. Geçmişte de ezilen sınıfların ideolojisi ve teorisi böyle ortaya çıkmamış mıdır? Neoliberalizme karşı gerek teorik düzlemde, gerekse de örgütsel olarak radikal bir karşı duruşa ihtiyaç vardır. Gıda Egemenliği tam da bunu ifade eder.
Gıda Egemenliği Hemen Şimdi! Mücadeleyi küreselleştirelim, Umudu küreselleştirelim.
DİPNOTLAR
1)Bu makale sadece seçim bildirgelerindeki Gıda Güvenliği ve Gıda Egemenliği üzerinde duracaktır. Daha sonraki makalelerde kooperatif, enerji ve ekoloji konularını değinmeye çalışacağım.
2) Distopya; otoriter ve baskıcı bir sistem olarak ifade edilir. Olumsuz bir geleceği, kötü bir hayatı ifade etmek için kullanılır.
3) Koray Çalışkan- Gıda güvenliği mi, gıda egemenliği mi? 26-08-2011- www.radikal.com.tr
4) Sözleşmeli üretim; uluslararası tarımsal sanayi ve ticaret şirketlerinin üreticilerin ve ailelerinin emeklerini, sahip oldukları üretim araçlarını (tarla, makine vb.) değerinin altında bir ücretle kullanabilmesinin ve ülkelerdeki tarımsal üretimi tamamen kontrol edebilmesinin bir aracı olarak kullandıkları ve üreticileri tamamen şirketlere bağımlı hale getiren bir sistemdir.
5)Yok olmanın Diyalektiği:Via Campesina ve Gıda Egemenliği-A.Bekmen ( Toplumsal Hareketler Tarih,Teori ve Deneyim. Derleyen Y.Doğan Çetinkaya. İletişim Yayınları
6) Nylene Gıda Egemenliği Forum(u)larına ve La Via Campesina’ya ilişkin www.karasaban.net te birçok yazı bulabilirsiniz.
7) CHP ‘üretici pazarları’ demediğine göre; burada bahsettiği ‘organik pazarlar’ büyük ölçüde, endüstriyel tarımın bir başka uygulanış biçimi olan organik ürün yetiştiricileri ve tüccarlarının katıldığı pazarlardır. Tam da gıda güvenliği modeline denk düşer.
8) Bunu yapmış olmak neoliberal gıda politikalarına karşı durmak anlamı taşımıyor ki. Çelişmiyor da.