Neoliberalizm, 2000’li yıllara girerken ‘fosil yakıtlar gibi etrafa sera gazı yayarak iklim değişikliğine sebep olmayan, doğa dostu, yeşil enerji, bitmeyen, sürekli yenilenebilen enerji’ kavramlarıyla yeni enerji sistemlerini tartışmaya açmış, uygulamaya koymuştur. Devletlerin de enerji politikalarında bu enerji sistemleri önemli bir yer tutmaya başlamıştır. 31 Mart yerel seçimlerine giderken sol partilerin de ‘iklim dostu(!), Yenilenebilir enerji’ sistemlerini öncelikleri arasına aldıkları seçim bildirgelerinde görülmektedir. (1)
İnsanlık tarihi göz önünde bulundurulduğunda, çok da uzak olmayan bir gelecekte petrol doğal gaz ve kömür gibi fosil yakıtların tükeneceği gerçeği sermayenin ve devletlerin gündemini yıllardır meşgul etmektedir. Ortadoğu ve Orta Asya’da yeni rezervlerin bulunması, kayalar içinde bulunan gaz ve petrol zerreciklerinin açığa çıkartacak teknolojilerin geliştirilmesi vb. gelişmeler bu süreyi ancak bir müddet öteleyebilecektir. Teknolojik gelişim de, enerji kullanımını azaltma yerine, enerjinin tüketileceği yeni alanlar yaratarak çoğaltmakta ve sermayenin çoğalan enerji talebine kalıcı bir çözüm getirememektedir. Özellikle 1973 ve 1979 petrol krizleri sonrası emperyalist ülkeler, kaynağı doğada olan ve sürdürülebilir(!) alternatif enerji kaynaklarına dönük araştırma laboratuvarları vb. yatırımlara yönelmişlerdir. İşte sermayenin bu enerji ihtiyacı suyun, havanın, doğanın metalaştırılmasını da beraberinde getirmiştir.
Neoliberalizm, bu süreçte ortaya çıkacak tepkileri yumuşatmak için ‘fosil yakıtlar gibi etrafa sera gazı yayarak iklim değişikliğine sebep olmayan, doğa dostu, yeşil enerji, bitmeyen, sürekli yenilenebilen enerji vb.” söylemlerle kamuoyunu ideolojik bir bombardımana tutmuştur. Sol, sosyalist kesimlerin bir kısmı da farkında olmadan bu ideolojik bombardımanın etkisi altında kalmış, yaşanan iklim değişikliğinin nedenlerinden birisi olan termik santrallere karşı mücadele etmeye çalışırken “Rüzgâr, Güneş bize yeter!” bakışı ile sermayenin suyu, havayı, doğayı metalaştırması sürecinin meşrulaşmasına yardımcı olmuşlardır.
“YENİLENEBİLİR ENERJİ” KAVRAMI/MODELİ İÇİNE NELER GİRER?
Hidro Elektrik Santralleri(HES), Jeotermal Elektrik Santralleri (JES),Rüzgar Enerji Santralleri (JES),Güneş Elektrik Santralleri (GES), Biyoenerji Sistemleri (Bitkilerden veya bitkisel atıklardan benzin, mazot vb. üretme, çöp gazı da dahil), Dalga Enerjisinden yararlanarak kurulan elektrik santralleri, Hidrojen enerjisi vb. yenilenebilir enerji olarak ifade edilmektedir. (2)
VERİLMESİ GEREKEN CEVAPLAR:
Suları hapseden, canlıların suya erişim hakkını elinden alan, bazı canlı popülasyonlarının yaşama olanaklarını ortadan kaldırdığından dolayı ekolojik dengeyi bozan (3) HES’ler doğa dostu ve temiz midir?
Yer altındaki ağır metalleri yerüstüne taşıyan, yer altı ve yerüstü su kaynaklarını kirleten, bu nedenle de topraktaki canlı yaşamını yok eden, bitkisel üretimde hastalıklara yol açarak üreticilerin daha fazla kimyasal zehir kullanmasına neden olan, havaya saldığı gazlar ve su buharı nedeniyle de sera gazı oluşumuna katkı sunan, insan sağlığını da olumsuz etkileyen ve zamanla da toprakların çölleşip bitkisel üretimin yok oluşuna sebep olacak olan, depremleri tetikleme olasılığı da yüksek olan JES’ler (4) doğa dostu ve temiz midir?
Kuşların göç yollarını tıkayan, yaban hayatını olumsuz etkileyen, çıkarttığı ses dalgalarıyla kendi çıkardıkları seslerin nesnelerden yansıması (ekolokasyon)sayesinde karanlıkta yönlerini bulan ve bu sayede avlanabilen yarasa gibi canlıların yaşam alanlarını terk etmesine yol açan ve bu nedenle de ekolojik döngüye zarar veren RES’ler doğa dostu ve temiz midir? (5)
Yüzlerce dönüm arazi üzerinde kurulan ve bu nedenle de toprağın güneş ışınlarını ve karbonu emmesine engel olduğu gibi, kurulan santralin özelliğine göre yer altı sularında bile ısınmalara yol açan GES’ler doğa dostu ve temiz midir? (6)
Gıda üretimi için bitkisel üretim yapmak yerine, enerji üretmek için (büyük ölçüde de GDO’lu ) şirket tohumlarıyla bitkisel üretim yapılmasına ve toprağın, suyun da bu iş için kullanılmasına yol açan, biyolojik çeşitliliği olumsuz etkileyen biyoyakıt enerji sistemleri doğa dostu ve temiz midir? (7)
PARTİLERİN SEÇİM BİLDİRGELERİNDE YENİLENEBİLİR ENERJİ
CHP: Organik atıklardan elektrik enerjisi elde etmek için uygun olan yerlerde biyogaz enerji tesisleri kurulmasına öncülük edeceklerini, tarımın yoğun olduğu bölgelerde tarlada kalan ürün artıklarından, otellerin mutfak atıklarından elektrik enerjisi elde edeceklerini, “Güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanarak hava kirliliğini azaltacak tedbirler alacağız. Sürdürülebilir kent içi ulaşımı, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımına dayalı olarak sağlayacağız. Kentlerimizdeki ulaşım sistemini, doğayı kirletmeyen akıllı otomobillerden, elektrikli otobüslerden, (8) raylı sistemlerden, yoğunlaştırılmış yaya ve bisikletli hareketliliğinden oluşturacağız” demektedir.
İYİ Parti’nin bu konuya bakışı da farklı değildir. Yenilenebilir, ucuz, çevre dostu enerji üretilecektir, katı atıktan enerji üreten sistemler kuracaktır. Toplu taşımada elektrikli araç kullanımına geçecektir.
ÖDP Yenilenebilir Enerji sorununa her ne kadar temkinli yaklaşmaya çalışsa da; başta bina ve tesislerde ısınma, ulaşım, aydınlatma gibi temel ihtiyaçların karşılanmasında fosil yakıtların yerine yenilenebilir enerji kaynaklarından enerji üretilmesini hedefleyen eylem planlarını hazırlamayı yerel yönetimlerin görevleri arasında saymış, düzenli depolama sahalarında oluşan çöp gazından enerji üretim ve organik atıklardan biyogaz üretim tesisleri kurmaktan bahsetmiştir.
TKP seçim bildirgesinde bu konulara hiç girmemiştir.
HDP, neoliberal politikaların ürünü olan iklim ve doğa dostu yeşil enerji, yenilenebilir enerjinin kapsamını biraz daraltarak HES ve JES’leri bu kapsamın dışında tutmuş, “tarımsal arazilerin tahribine neden olan HES, JES, Termik Santral gibi uygulamalara karşı iklim ve doğa dostu yeşil enerji üretimini savunacaklarını, Hayvanların yaşam alanları ile göç yollarına zarar vermeyecek, tarımsal üretimi zorlamayacak rüzgâr ve güneş enerjisi gibi iklim dostu enerjinin gelişmesine katkı sunacaklarını” söyleyerek diğer yenilenebilir enerji santralleri ve sistemlerini savunmuştur.
YENİLENEBİLİR ENERJİ YATIRIMLARI = YENİ SERMAYE BİRİKİM ARACI.
Neoliberal politikaların ürünü olarak ortaya çıkan bu enerji sistemi yatırımlarına AKP Hükümetleri de zaten katıksız uygulamakta ve teşvikler vermektedir. Emperyalizm kendi enerji ihtiyacını bize ürettirebilmek, bu santrallerin (enerji üretim merkezlerinin) ihtiyacı olan makineleri, araç ve gereçleri bizim gibi ülkelere pazarlayabilmek için teşviklerden de geri durmamıştır. Örneğin; Kyoto Protokolü’nün ardı sıra kurulmuş olan ‘küresel karbon ticareti sistemi’ içinde yenilenebilir enerjilerin kullanımı ödüllendirilmektedir. Bu kapsamdaki tesisleri inşa eden yatırımcılar, önledikleri sera gazları salınımları karşılığında projenin niteliğine göre, elde ettikleri “salım hakları”nı ihtiyaç duyanlara satıp gelir elde edebilmekte ve proje finansmanına katkıda bulunabilmektedir. Yani hava bile metalaşmaktadır. Böylelikle ‘parası olanın kirletme hakkının olduğu’ bir pazar sistemi oluşmaktadır.
ÜLKEMİZDEKİ NEOLİBERAL ENERJİ POLİTİKALARI VE TEŞVİKLER.
Neoliberal politikaların en iyi uygulayıcılarından olan AKP hükümetleri de uluslararası sermayenin bu çağrılarına ayak uydurmuş ve enerji sektöründe liberalleşmeyi sağlayabilmek için, ilk adım olarak 2003 senesinde Enerji Piyasası Denetim Kurulu’nu (EPDK) kurmuş, 2005 yılında da “5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına Dair Kanunu (Yenilenebilir Enerji Kanunu, YEK)” yürürlüğe koymuştur. AKP, 2010’da YEK’ te yaptığı değişikliklerle de bazı kaynaklar için daha yüksek sabit fiyat garantisi ve parasal / parasal olmayan teşvikler getirilerek, Yenilenebilir Enerji piyasasının hareketlenmesini sağlamıştır.
Yenilenebilir enerji alanındaki teşvikler sabit alım fiyat garantisi ile sınırlı tutulmamıştır. KDV muafiyeti, enerji sistemlerinin kurulması için gerekli makine, araç ve gereçlerin ithalatında gümrük muafiyeti, %40 lara varan vergi indirimi,2022 yılına kadar SGK İşveren hisse payı desteği, şirketlerin yatırımlarda kullandığı krediler için faiz desteği, ücretsiz veya düşük ücretle arsa/yer tahsis edilmesi gibi destekler de verilmiştir. Ayrıca 2021 yılına kadar faaliyete geçirilen enerji sistemlerinin kurulmasında yararlanılan gerekli makine, araç ve gereçler ülke içinde imal edildiyse, bu tesislerden elde edilip iletim ve dağıtım sistemine gönderilen elektrik enerjisi için sabit alım garantisi yanında “yerli katkı ilavesi” adı altında ekstra prim ödemesi yapılacaktır. (9) Bu nedenle de yerli (!) ve yabancı sermaye yatırımcılarının Türkiye’deki enerji kaynaklarına olan ilgisi artmıştır. Tarımsal üretimin en yoğun olduğu Akdeniz , Ege, İç Anadolu gibi bölgeler, yenilenebilir enerji yatırımlarıyla neredeyse tarım havzası olmaktan çıkartılıp “Yenilenebilir Enerji Havzası” haline dönüşmüştür.
Bir düşünmek gerekir: Devletler neoliberal enerji politikalarının ürünü olan yenilenebilir enerji sistemlerini neden teşvik ediyor ve bunun için neden özel yasalar çıkartıyor? ‘Fosil yakıtlar gibi etrafa sera gazı yayarak iklim değişikliğine sebep olmadıklarından, doğa dostu, yeşil enerji vb.” olduklarından mı destek veriyorlar, yoksa başka nedenleri mi var?
Yaşadıklarımız gösteriyor ki, uluslararası sermaye suyu, havayı, doğayı metalaştırarak (yani insanların ve tüm canlıların müşterek olarak kullandıkları şeyleri yağmalayarak) sermaye birikimi elde ediyor. Diğer yandan da yağmaladığı bu alanlarda yeni enerji yatırımları yaparak enerjiye olan ihtiyacını karşılamaya çalışıyor. Türkiye’de olduğu gibi, devletlerin teşvik ve destekleri de bir taşla birkaç kuş vurmalarına yardımcı oluyor.
Kısacası sermaye enerji ihtiyacını karşılamak için suyu, havayı, doğayı metalaştırma, insanların ve tüm canlıların müşterek olarak kullandıkları şeyleri yağmalama sonucu ortaya çıkacak tepkileri yumuşatmak için; ‘fosil yakıtlar gibi etrafa sera gazı yayarak iklim değişikliğine sebep olmayan, doğa dostu, yeşil enerji, bitmeyen, sürekli yenilenebilen enerji vb.” söylemlerle kamuoyunu ideolojik-teorik bir bombardımana tabi tutmuştur. JES’lerin havaya saldığı su buharı, kükürtdioksit vb. gazların sera etkisi fosil yakıtlar kadar fazla (10) olduğu halde neoliberalizm tarafından doğa dostu(!) ilan edilmiştir. RES,JES,HES,GES gibi enerji santrallerinin hiçbiri doğa dostu değildir. Hepsi de eko-sisteme zarar vermektedir. Hele hele bu santral sistemlerinin bir bölgede yoğunlaşmaya başladığında doğaya verdiği zararın boyutu telafi edilemez bir noktaya ulaşmaktadır.
PRATİK EĞİTİCİ VE YOL GÖSTERİCİDİR.
“İklim ve doğa dostu yeşil enerji” sınıfına giren ve teşvikler alan HES ve JES’ler kısa sürede doğa tahribatı yaratmış, foyası açığa çıkmıştır. Köylüler durumun vahametini kavrayarak direnişler örgütlemeye başlamışlardır. Bu yönüyle de köylülerin önderlik ettiği direnişler, topluma önderlik etmesi gereken partiler, siyasi anlayışlar vb. için de neoliberalizmin ideolojik, teorik etkilerinden kurtulmada yol gösterici olmuştur. Artık HES ve JES’leri hiç kimse savunmaya kalkmamaktadır.
RES, GES, Biyoyakıtlar, Biyokütle enerjisi vb. yatırımların, enerji santrallerinin doğaya verdiği zararlar ise yeni yeni ortaya çıkmakta, zarar gören köylüler direnmeye çalışmaktadır. Bilim insanları bu konuda araştırmalar yapmakta, eko-sosyalistler tartışmalarını yoğunlaştırmaktadır. Ancak sürecin vahametini kavrayamayan birçok sol, sosyalist kesim iklim ve doğa dostu yeşil enerji, yenilenebilir enerji propagandasının etki alanından hâlâ çıkamamakta, henüz zararları yeni yeni görülen enerji santralleri ve sistemlerini savunur bir pozisyonda durmaya devam etmektedirler. Teorik düzlemde bile araştırma ve sorgulama yapmadan RES, GES, Biyoyakıt, Biyokütle enerji sistemlerini “temiz, doğa dostu, yeşil enerji” olarak görme kabulü üzerinden projeler üretmektedirler. Bu akıl tutulması daha önce, köylülerin direnişleri öğretici ve yol gösterici olana kadar HES ve JES’ler de de kendisini göstermişti.
Rüzgar Enerji Santrallerinin (RES) yarattığı ekolojik yıkımı yaşayan köylülerin ve yerel halkın tepkileri kısmi ölçüde RES’lerin savunusu konusunda bir farklılaşma yaratmış, bazı siyasi anlayış ve partiler RES’lerin de temiz, doğa dostu, yeşil enerji olmadığını kabul ederek neoliberalizm karşıtı perspektiflerini genişletmişlerdir. Bir kısmı ise hala savunmaya devam etmektedirler. Herhalde onlar da tepkiler büyüdüğü ve yaygınlaştığı zaman akıl tutulmasından kurtulacaklardır.
GES, Biyoyakıtlar, Biyokütle enerjisi vb. ekolojik dengeye ve sosyal yaşama olumsuz etkilerini ise henüz çok az insan dillendirmeye çalışmakta. Bu insanlar “Kral Çıplak!” demeye devam ettiği sürece bu enerji sistemlerinin yol açtığı ekolojik ve sosyal yıkım da açığa çıkacaktır.
Neoliberalizm, insanların iklim değişikliği korkusunu, fosil yakıtların sera gazı salımı yapmasını vb. kullanarak, deyim yerindeyse “Ölümü gösterip, sıtmaya razı ederek”, etrafa sera gazı yaymayan, iklim değişikliğine sebep olmayan, doğa dostu, yeşil enerji, bitmeyen, sürekli yenilenebilen enerji vb. söylemlerle, suyu, havayı, doğayı yağmalamanın kılıfını bulmuştur. Bu kılıfı açığa çıkartma görevi canlıların suya, temiz havaya, toprağa, gıdaya erişim hakkını korumak için mücadele edenlere ve etmek isteyenlere düşmektedir.
Ölümü görerek, sıtmaya razı olmak zorunda değiliz. Yeter ki kapitalizmin gölgesini satamadığı ağacı bile keseceğini unutmayalım. Sorgulamayı bırakmadan kendi söylem ve model arayışımızı sürdürelim.
DİPNOTLAR.
1) Bu yazıda neoliberal enerji politikalarının yarattığı sosyal problemlere, toprağa, suya, temiz havaya erişim hakkı elinden alınan üreticilerin yoksullaşmasına, gıdayı tüketenlerin sağlıklı gıdaya erişim haklarının ellerinden alınmasına, bu nedenle de şirketlerin sunduğu (birçoğu da sağlıksız) ürünleri kullanmak zorunda kalmalarına hiç değinmeyerek sadece suyun, havanın, doğanın metalaştırılması, doğanın yağmalanması, ekolojik dengeye etkileri v.b üzerinde duracağız.
2) T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Enerji İşleri Genel Müdürlüğü www.yegm.gov.tr
3) Bu konuda bir örnek vermek gerekirse; Karadeniz’de HES’ler dere yataklarını kurutmuş, doğadaki tatlı su kaynaklarını azaltmıştır. Bu durum o bölgedeki yusufçukların azalmasına/yok olmasına neden olmuştur. Yusufçukların azalmasıyla/yok olmasıyla birlikte, bir bitkiyi istila ettiğinde bitkinin tüm öz suyunu emip kurutan “vampir kelebek” diye anılan bir kelebek türünün çoğalması söz konusu olmuştur. Çünkü yusufçuklar bu kelebeklerin yumurtalarını yiyerek de besleniyorlardı, böylelikle de ister istemez doğada bir ekolojik denge oluşuyordu. Ayrıntılı bilgi için: Enerji yatırımları ve ekolojik tahribat / Adnan Çobanoğlu www.karasaban.net
4) Kuyulardan ve jeotermal elektrik santrallerinden çıkan buharlar ortamdaki nemi ve sıcaklığı yükselttiği gibi, jotermal gazların içinde Karbondioksit, Kükürt dioksit, Hidrojen sülfür, civa, Azot, Amonyak, Hidrojen, Bor, Metan, Etan, Radon, partiküller madde vs. bulunmakta, yağmurlarla birlikte asit yağmuru olarak toprağın, bitkilerin üzerine yağmakta toprağı çölleştirmekte, bitkisel üretimde problemler yaratmakta, insan vücudunda birikerek ölüme kadar varan sağlık problemlerine neden olmaktadır. Bor ve arsenik başta olmak üzere pek çok toksik ve kanserojen kimyasalları içinde taşıyan jeotermal akışkanlar, içme ve kullanma sularına karışarak onların kullanılamaz hale gelmesine zehir ve ölüm saçmasına sebep olmaktadır. Ve böylesine bir tehlikeli bir enerji sistemi, şirketler, emperyalist kuruluşlar, neoliberal mühendis, bilim insanı(!) ve politikacılar tarafından “iklim ve doğa dostu yeşil enerji, yenilenebilir enerji” olarak algılanmakta ve algılatılmaya çalışılmaktadır.
5) Yarasalar, bitkilere zarar veren böcekleri yiyerek yaşamlarını sürdürmekte, böylelikle de bitkisel üretim yapan üreticileri bu zararlılardan kurtulmak için kimyasal kullanmak zorunda bırakmamaktadır. Yarasaların yok olmasının yol açtığı ekolojik problemlere ilişkin bkz. “TEMİZ ENERJİ” iddia edildiği kadar Temiz mi? – A.Ç. www.uzumsen.org , www.karasaban.net
6) Bazı GES’lerde yeraltından su çekilir, çekilen su güneş enerjisi sistemiyle ısıtılır, çıkan buharla türbin döndürülerek elektrik enerjisi üretilir. Isınan sular da tekrar yeraltına pompalanır.
7)Neoliberalizm karbon salımı konusunda toplumu yanlış yönlendirmek için genelde son kullanıcının saldığı karbon salınımını baz almaya çalışır. Örneğin fosil yakıt ile çalışan bir araç biyoyakıtla çalışan bir araçtan daha fazla karbon salınımı yapar. Bu nedenle biyoyakıt tüketimi masumlaştırılır. Ancak son yıllarda ekolojistler, eko-sosyalistler bir başka şeyi, “karbon ayak izi”ni tartışmaya açmışlardır. Karbon ayak izi, son kullanım aşamasındaki karbon salınımını değil, son kullanıma kadar olan süreçteki karbon salınımının toplamını ifade eder. Örneğin biyoyakıtın son tahlildeki karbon salınımını değil, tohumun toprağa düşene kadar ki süreci de dahil, bitkinin yetiştirilmesi, işlenmesi vb. süreci içinde ne kadar enerji harcandığının ve karbon salındığının toplamını baz alır.
8) Son kullanıcının saldığı karbon salınımının baz alınması yanılgısı elektrikle çalışan araçlar konusunda da kendini gösterir. Herkesin, karbon salınımının aşırı olduğu konusunda hem fikir olduğu Termik Santrallerde üretilen elektriği tüketen elektrikli araçlar çalışırken karbon salımı yapmadığından dolayı ‘doğayı kirletmeyen, akıllı otomobiller’ olarak piyasaya sürülür. Hem sermaye için yeni bir yatırım alanı ortaya çıkar hem de pazarlaması kolaylaşır. Nitekim yerel seçim broşürlerinde bazı partiler hemen kentlerde “doğayı kirletmeyen akıllı(!) otomobillerden, elektrikli otobüslerden” vb. bahsetmişlerdir. Bu akıllı(!) otomobiller, elektrikli otobüsler, üretilen elektriğin karbon ayak izini hesaba kattığımız zaman acaba hala “doğa dostu olma” iddiasını taşıyacaklar mıdır, yoksa bir yanılsama mıdır? Sizce hangisi doğrudur?
9) Yenilenebilir Enerji Teşvikleri- www.tobb.org.tr
10) JES’ atmosfere saldıkları sera etkisi yapan gazlar için bkz. Dipnotlar 4