Sürekli konu değişiyor gibi ama anlatılan hikâye hep aynı: “Her şey güzel olacak, ülke kalkınacak, hiç acımayacak…” Her hikâyenin sonunda yukarıdakilerin kazancı, aşağıdakilerin omuzlarına binen yük biraz daha artıyor. Doğu Karadeniz’e yapılmaya çalışılan “yeşil yol” da işte böyle bir hikâye. Yalan ve talan bir arada olmasa, yaylalardan, milli parkların ortasından, doğal SİT alanlarını yararak, meraları/ormanları/börtü böceği yok ederek geçen, 2 bin 600 kilometrelik bir yola, kim “yeşil yol” derdi ki?
…
Proje sahipleri; bugüne dek suyuna, toprağına, emeğine sahip çıkan Karadenizlilerin yolun yapımına karşı duracağını ve çevreye vereceği zararın eleştirileceğini çok iyi biliyor. Bu yüzden, çıkacak tartışmada kamuoyunu yanıltmak için, bu kapkara yola daha işin başında “yeşil” adını veriyorlar. Bir yandan bizi aptal yerine koyuyor, diğer yandan güya doğayı korur ve sever görünüyorlar. Oysa en büyük aptallık, doğayı koruyabileceğini sanmaktır.
Sen kimsin ki doğayı koruyabileceğini düşünüyorsun? Altı üstü insansın. Ancak kendinden küçük, zayıf, çaresiz olanı koruyabilirsin. Doğa böyle midir? O, ucuz tablolardaki manzaralara benzemez. Zengin atalarından kalan bir mülk değildir. Ne hayvanat bahçelerinde esir tuttuğun aslan, ne eti, sütü, görünüşü vs. için evcilleştirip kendine bağladığın bir canlıdır. Boşuna arama; doğayı kitaplarda ya da ayrıntılı mühendislik hesaplarında da bulamazsın. Sel gelir, deprem olur, fırtına çıkar, toprak kayar, iklim değişir, bir göktaşı dünyaya çarpar…Bunlar da çiçekler ve kelebekler kadar doğadır. Oysa sen doğanın hep zararsız, yarayışlı, kâr getirici uysallıkta olmasını istersin. Hesaplarına sığmayan yüzüyle karşına çıktığında ise apışır kalırsın. Kepçelerini, dozerlerini, uçaklarını, yıkıcı silahlarını, gökdelenlerini, içi boş düşlerini ezer geçer. Artık dünyadaki yerini karıncalar mı alır, yoksa durmadan övünüp durduğun “uygarlığın” kalıntıları üzerinde yetişecek ormanlar mı, bilinmez.
Ders al, Japonya’da o güne dek görülen en büyük depreme dayanacak boyutlarda dalga kıranlar yapıldı ama daha büyük tsunami geldi ve her şeyi silip süpürdü. Bu arada “çok güvenli” denilen nükleer santral de yerle bir oldu. Üstelik yolaçtığı zarar yalnızca Japonya’da kalmadı, her yere yayıldı ve kanser biraz daha arttı. Çünkü doğa, tümünü bildiğimiz bir düzene göre çalışan makinelere benzemez. Bu yüzden senin kendi kurguladığın yapay hayatlar yıllarca sorun çıkarmadan akıp giderken, doğanın öngörülemeyen bir anlık yön değiştirmesi, bütün bu kurgularının yerle bir olmasına yeter de artar bile…
Unutma, yalnızca insansın. Para ve biraz akıl sahibisin diye, tanrı rolüne soyunup büyüklenme. Kendini kudretli sayıp, doğayı koruyabilir ve ona hükmedebilirmişsin gibi konuşma. Eğer doğayla uyumlu davranırsan, mutlaka diğer canlılara da faydalı olacağından, doğa seni korur ve yaşatır. Ama zarar verirsen, bu katlanarak sana döner. Doğrudan sana dönmekle de kalmaz; tüm canlılar, yolaçtığın zararın bedelini kuşaklar boyu öder. Bu yüzden biz de insansız bir hayata gübre olana dek, bedel öderiz. Çünkü doğanın üstünde, ilerisinde, dışında değiliz; her canlı gibi ve her canlı kadar, yalnızca doğanın bir parçasıyız.
Kim ve ne olursan ol, doğanın sonsuz ve sınırsızlığını gör. Dindarsan, Allah’ın doğayı kendi suretinde yarattığını bilecek ve kendini asla ondan üstün tutmayacaksın. Eğer inancın yoksa, en azından bilime boyun eğecek ve doğanın bir parçası olduğunu kabul edeceksin.Yani her durumda, Allah’ın ya da Doğa’nın yarattığı bir varlıksın. Bütünün bir parçasısın. Bu yüzden, bütünü tümüyle bilemezsin. Sen henüz üç beş bilinmeyeni ve bunların ne yönde hareket edeceğini hesaplarken, doğa bir milyar olasılığı bir anda tependen aşağı boşaltır. Otur oturduğun yerde, haddini bil ve doğayla oynama…
***
Yıllardır Doğu Karadeniz’de yayla turizminden bahsediliyor. Çünkü bölgede işsizlik yüksek, gelir düzeyi düşük Tarımda kota, hayvancılıkta ancak büyük çiftliklere destek var. Bu yüzden köylü yoksul, gençler işsiz. Halk, turizmi tek çare gibi görüyor. Eğer yol, otel, tatil köyü kurulursa; dağlarda kışın kar, yazın çim kayağı yapılacak. Balıkçı barınaklarında yat turizmi, büyük limanlarda kruvaziyer gemi (büyük gemi) turizmi gelişecek. Böylece “bacasız sanayi” denilen turizm sayesinde bölgesel kalkınma sağlanacak…
Derdin nedeni bilinmeden, derman bulunur mu? Cehalet, insanı çaresiz çareler peşinde koşturur. Halk turizm isterken, turistin elini kolunu sallayarak Türkiye’ye girdiğini ve ayaklarına kadar gelerek bol para harcayacağını sanıyor. Altın yumurtlayan tavuğun asla başıboş bırakılmayacağını düşünmüyor. ( 10 yıl önce bu konuları ele aldığım “Fethiye Turizm Raporuna” http://mehmetpolat148.blogspot.com.tr/ adresinden ulaşılabilir.)
Ne olursa olsun, eğer bir yere yatırım yapılacaksa; bununla ilgili planlar orada yaşayan yurttaşlara değil, parasını kârlı bir yatırıma dönüştürmek için fırsat kollayan banka ve şirketlere sorulur. Büyükler düşünür, planlar, uygular ve her şeyin sahibi olur. Bu amaçla emrinde çalışan politikacıları, bürokratları, uzmanları vardır. Halkın bu planlardaki yeri figüranlıktır. O yalnızca çalıştırılacak işgücü, tarlasına el konulacak köylü, proje için ikna edilmesi gereken muhalif kişidir. Bu yüzden yapılacak işler halktan gizlenir. Ne olduğunu, iş işten geçtikten sonra görürüz. İşte “yeşil yol” da böyle bir projedir.
Bu proje, Kalkınma Bakanlığı tarafından DOKAP (Doğa Karadeniz Bölgesel Gelişme Planı) adı altında yürütülüyor. Savunmaya kalkışanların sözlerine şöyle bir bakmak bile, işin aslını görmeye yetiyor. İktidar partisi politikacılarından Nusret Bayraktar, “Yeşil yolla ilgili proje tamamlanırsa yaklaşık 1,5 milyar dolarlık harcama karşılığında, yılda 2 milyon turistin gelip geçeceği bu yollarda bırakacağı döviz, yaklaşık 5 milyar dolar” diyor. Bunları derken, sanki bir hazinenin kapılarını açar gibi konuşuyor. Oysa bu turistler büyük seyahat şirketleri tarafından taşınacak.Kurulacak otel ve tatil köylerinde kalacaklar. Kendileri için yapılan yollardan her gün binlerce araçla geçecek; fosseptik çukurları, kanalizasyonlar ve çöp depolama tesislerinde binlerce ton atık bırakacaklar. İnşaat faaliyetleri için taş ocakları açılacak, beton santralleri kurulacak, köprüler, menfezler, istinat duvarları, petrol istasyonları, elektrik hatları, alışveriş merkezleri, büyük marketler yapılacak. Yani yol yapımı yalnızca turist getirmeyecek, araç satışları artacak, buna bağlı olarak petrol satışı artacak, inşaatlar artacak, her inşaat yeni ev eşyası ve tüketim maddesi demek…Kısacası, çok bilmişlerin artacağını söyledikleri gelir halkın cebine değil, şirketlerin ve bankaların kasasına girecek. Halk, dikenli tellerle çevrilmiş tatil köyleri ve otellerin yanına bile yaklaşamayacak. Ancak oralarda hizmetçilik yapacak. Hizmetçilik ayıp değil ama kendi yurdumuzda daha iyi bir hayat mümkünken, niye hizmetçi oluyoruz?
HES, nükleer santral, “yeşil yol”, madencilik gibi doğayı tahrip eden projeler; krizde olan ve kârlı yatırım alanı bulamayan küresel kapitalizm tarafından, bizim gibi ülkeleri talan etmek amacıyla geliştirilir. Çünkü gelişmiş ülkelerde doğa çoktan tükenmiş ve halk muhalefeti şiddetlidir. Ülkemize benzer yerlerde ise, işbirlikçi yöneticiler, ucuz işgücü ve bozulmamış doğal kaynaklar hazır beklemektedir. Kendi açtığımız yollardan yürüyene dek, sayın yöneticilerimizin “yeşil yol” benzeri talan hikâyelerini dinlemeye devam edeceğiz…