Röportaj: Ekin Kurtiç- Duygu Kaşdoğan
Yollar dar ve kavisli. Hava sıcaklığı irtifa kaybetmiş. Hafif bir poyraz ısırıyor yüzümüzü; keyifleniyoruz.
Doğa eşsiz güzellikte. Yeşil ile mavi komşu değil iç içe. Buralara kaç kere gelmiş olursan ol, her geliş ilk gelişin heyecanını yaşatıyor insana. Neresi mi buralar? Sözleri ve düşünceleri bugün bile heyecan uyandıran umudun insanları Torlak Kemal ile Börklüce’nin diyarı. Eminim sizler de anladınız. Mordoğan ve Karaburun’dan söz ediyoruz.
Bu diyarda köylüler şimdi zorda. Zora sokulmuş onlar. Ama onlar zora ve zorluklara teslim olmuyorlar. Zora birlikte karşı duruyor, zorlukları birliktelikleriyle aşıyorlar. Ve başarıyorlar da. Nasıl mı? O zaman sözü Eğlenhoca Köyü muhtarına bırakalım, o anlatsın hepimize…
Bize biraz kendinizi anlatır mısınız?
Ben Yusuf Karabacılı. Karaburun doğumluyum. İlkokulu köyde bitirdim. O zamanlar okul açıktı köyde. İzmir sanat okulunda okudum. Mesleğim soğuk demircilik. Bir hocam vardı, yurtdışına gider gelirdi. Bizim mezuniyetimizde yaklaşık 10 kişiyi topladı, bizi İzmir’de İş Bulma Kurumu’na yazdırdı. Olur da yurtdışında iş olursa diye… 1970’de Almanya’dan gemi tersanesinden teklif geldi ve gittim. 1995’te buraya geri geldim.
Köyünüzde neler üretiyorsunuz?
İlk ürettiğimiz üzümdü. Ama üzümü bitirdiler. Maliyeti yüksek ve buraya makine de girmiyor. Yani emeği pahalı, işi çok üzümün. Benzemez buralar ovalara. Buradaki üzümü Manisa’ya, ovaya kaydırdılar. Şimdi tekrar çoğaltmaya başladık, biz ekmesek kaybolacak. Buradaki yerel parmak üzüm denilen Karaburun Sultaniyesi’dir, yurtdışına giderdi eskiden…
Eskiden anason vardı, o da yok oldu. Anasona kota koydular. Toprak tahlilleri yapıldı güya ve burada ekilemezmiş, ekemezsiniz dediler. Eskiden anasonu Tekel alıyordu. Sonra bu işi tüccarın eline bıraktılar. Tüccar gelince 1 lira verdi, bu da üreticiyi kurtarmıyordu. Üretici anasonunu söktü. Aynı şekilde tütün de vardı burada ve onu da bitirdiler.
Bir de buğday ekilirdi. Ev ekmeği yapılırdı hep. Şimdi buğday bitince ekmeği de hazır alır olduk. Ürün çeşitliliği çok azaldı, elimizde tek zeytin kaldı.
Bizim burada yıl boyu 4-5 mahsul kaldırırdık. Anason, tütün, üzüm, zeytin ve buğday. Bu ürünler öyle ki biri toplanır, satılır, ardından öteki başlardı. Yani yıl boyu hiç boş kalmazdık. Her mevsim çalışırdık, 2-3 ayda bir de cebimiz para görürdü. Yani her mevsim gelirimiz olduğu için durum iyiydi. Bunun yanında bir de hayvancılık vardı, daha çok keçi yetiştirilirdi. Yani bu olaylar 1950 senelerinde böyle düzelmeye başladı. 1960’a kadar daha iyi oldu. Sonra gittikçe fakirleşti köy. Köy fakirleşince millet göçe başladı, gençler de kaçmaya başladı 1960’larda…
Eskiden ben hatırlarım kadınlar top halinde hep boy boy renk renk kumaşlar alır, şalvar dikerlerdi. Bizde açılan o top kumaşlarının üzerinde yuvarlanır oynardık. Şimdi o kadınlar bir metre bile alıp dikemiyorlar. 50 senesinde radyo yoktu mesela köyde. Sonra sadece bir kişide varken sonra her eve radyo girdi. Çok ekin olduğu için yani her ev radyo alabilirdi. Herkes tütün tarlasında iş yaparken dinlerdi bu radyoları. Biz çocuklar radyoları yan yana koyar hangisi daha iyi diye yarış bile ederdik…
Her evin hayvanı olurdu. Şimdi mesela turizm için geliyorlar şikayet ediyorlar burası kokuyor diye. Sağlıkçılar ceza bile kesiyor kokuyor diye. E burası köy tabii ki kokacak! Bak şimdi tavuk yok, kayboldu. Eskiden otların arasından bile yumurta bulurduk. Herkeste 20-30 tane tavuk vardı. Turizm çıkıp köylere girdiğinde rahatsızlıklar oluştu, şimdi büyükbaş hayvan besleyemiyoruz… Modern oldukça hepsi bozuldu. Aslında o da güzel ama dengeyi bulmak gerek.
Tüm bu olumsuzluklardan sonra yoksulluk ve göç oldu. Sizin bu olumsuzluklar sonrasında köyünüz için önemli adımlar attığınızı duyduk…Neler yaptığınızdan bahseder misiniz?
Emekli olduktan sonra köyde ilk hayvancılık işi ile başladım. Tarımsal Kalkınma Kooperatifi ile 44 kişiye 10’ar dana aldık Tarım Bakanlığı’ndan. O zamanlar faizler yüzde 50’lerdeyken biz uğraştık didindik yüzde 20 faizle aldık bunları. Durumumuz iyiydi, başarılıydık. Aldık, büyüttük, sattık. Hatta iki üç kişi İzmir’den daire, araba aldı. Biz işin başından hiç ayrılmadık. İşin başında durmak gerek, takip etmek gerek. Takibe ve pazara ihtiyaç var. Bakanlık’tan başarılı kooperatif diye ödül geldi hatta. O zamanlar benim ağabeyim muhtardı, ben kooperatifteydim. Sonra ağabeyim vefat edince beni muhtarlığa getirdiler. Hem muhtar oldum hem kooperatifi yönettim.
Muhtarlığa gelince taşla ve atla çalışan yağhaneyi çalıştırmayı düşündüm. Atı kaldırdık, makine ile 2-3 sene devam ettik. Kontini yağhane için İlçe Tarım Müdürlüğü’nden bir arkadaş teknik yönden yardımcı oldu. Özel idare 250 milyar para ayırdı. Arsası da bizden oldu. 2006’da faaliyete girdik. Kapasitesi 40 ton. Böylece zeytin piyasasını da kurtardık. Verim arttı. Ayrıca iş imkanı yarattık. Şimdi köyün birkaç genci orada sigortalı çalışıyor….
İlçe Tarım Müdürlüğü’nden arkadaş organik tarımı tavsiye etti ve organik tarım için 100-120 çiftçiye eğitim verildi. Sertifika alındı. 2006-2007’de kuraklıktan dolayı fazla ürün olmadı. Ama bu yıl iyiydi. Organik tarımı da küçük yerden fazla kazanmanın yolu olarak devam ettirmek istiyoruz…
Sizin bir de gölettiniz var. Ondan da biraz bahseder misiniz?
Devlet Su İşleri’nin gölet projesi 2007’de bitti. İlk defa 2010’da tamamen su verilmeye başlandı köye. Ana hatlar döşendi. Bu suları şimdi herkes damlama sulamayla yapıyor. Şu anda üç köye su veriyoruz.
Yeni projelerim de var. Organik zeytinyağı işlerken çıkan zeytinin posasını, prinasını değerlendirme yollarını araştırdım. Prinanın içinde kırılan çekirdek var onu makina içinden alıp kabuk ve etini bir yerde bırakıyor. Bulgur gibi olan kesimini alıp kurutuyor. O da odun gibi. Bunu takos olarak presleyip sobalarda, takos gibi olamayanı da kaloriferlerde kullanabiliriz. Bunun ormanı tahrip etmeyeceğini düşünüyorum. Çiftçi ağacını fazla kesmeyecek.
Damlama sulama sistemini biraz açabilir misiniz? Bu sistemi köye nasıl kurdunuz, kimlere yaptırdınız?
Biz yaptık sistemi. Şirketler gelip, bakıp, ölçüp kişi başı masraf çıkarıyorlar. Teklifler aldık onlardan, aile başına 2000 lira çıkardılar bize. Biliyorsunuz damlama sulama sistemlerinin maliyetinin yarısını yani yüzde 50’sini devlet hibe olarak veriyor. Ama baktık ki pahalı, kendimiz yapalım dedik. Bizim Tarımsal Kalkınma Kooperatifi’nin maddi durumu iyi, kooperatif malzeme alımını yaptı. Malzemeleri İzmir’den aldık. Döşemeyi de köyden ustalar yaptı. Ana borunun metresi 3 lira civarında. Buradan aşağıya kadar 500 metre çektik. Sonra o 500 metreden her isteyene bir “T” koyduk, o ”T” lerden su verdik. Sonra tüm masrafı kaç kişi varsa o kadara böldük. Sonra ince damlama borularının da 400 metresi 80 lira. Zaten araziler ufak. Sonuçta 100 lira ana boruya, 100 lira da küçük borulara olacak şekilde kişi başı masraf toplamda 200 liraya denk gelir. Nerede şirketin teklif ettiği 2000 lira nerede bizim mal ettiğimiz 200 lira?
Süt konusunda neler yaptığınızdan bahsedebilir misiniz?
İki sene önce hayvancılığı batırdılar. Süt fiyatı iyice azaldı. Çobanlarla toplantı yaptık. Hepsi de süt deposu yapma işinde bize katıldı. Önce Kaymakam’a gittik, sonra İl Özel İdaresi, sonra da Tarım İl Müdürlüğü’ne müracaat ettik. 3 tonluk soğuk tank verdiler. Biz de bina yaptık. Seferihisar Koyun-Keçi Yetiştiricileri Birliği ile tanıştık. Onlar süt topluyorlar. Görüştük ve anlaştık. Pazarlamayı onlara verdik. 5 senelik sözleşme yaptık. Her şey çok iyi gitti. Piyasadan çok iyi fiyat buldular. Birlik bana “sütleri 1 lira 30 kuruş’tan bağla” dedi. Çobanlar çok sevindi tabii. Daha önce sütün litre fiyatı piyasa da 60 kuruştu. Yani yarı yarıyaydı. Tabii öbür taraftan yani eskiden sütü alan aracılar muhalefet çıktı. “Biz onlara para ödedik, bize borçları var” dediler. O sene adam sütünün yarısını bize verdi, yarısıyla da borcunu ödedi. Böylece 180 ton civarında süt topladık. Bir de dağ keçisi çok güzel, sütü de çok güzel. Şimdi de bize tekrar önümüzdeki sene için teklifler gelmeye başladı. Ama bir taraftan ormancılar keçilerimize ceza yazıyor… Oysa bizim burası maki. Meşe ve çam ağacı yok denecek kadar az. Orman Bakanına anlattık. Orman Bakanı da sıcak baktı. Çamlık ve meşelik yerlere hayvanları sokmayın dedi. Ormancılara “hayvancılık da mağdur olmasın”, dedi. İzin verdi. İzmir Bölge Müdürlüğü’ne de talimatını verdi bizim yanımızda.
Birlik bu sütleri nereye satıyor, biliyor musunuz? Size ne gibi faydası oldu tam olarak?
Birlik farklı yerlere veriyor. Yani piyasaya satıyor…
Birliğin bir yönden faydası da bize eğitim vermiş olması. Ege Üniversitesi’nden Mustafa Kaymakçı Hoca var. Onunla anlaşmışlar, çobanlara eğitim verdi. Bu eğitimden sertifika aldık. Ayrıca bu sertifika çobanların kredi almalarında da faydalı oldu. Birlik çok güçlü. Bankalardan da yüzde 6.5’tan faiz alabildik.
Süt konusunda pazarlama konusunda pek bir zorluk yaşamıyorsunuz anladığımız kadarı ile. Peki diğer ürünler için durum nedir?
Pazarlama konusunda diğer ürünler için birşey bulamadık. Yanımızdaki belediye pazarlarında satmaya uğraşıyoruz. Pazarlarda sıkıntı yaratıyorlar. Köylüyü ayırıyorlar. Pazarda ücra köşelere, sapa yerlere bizi veriyorlar. Belediye içindekiler ticaret yapan kişilere öncülük tanıyorlar. Güçlü manavlara öncülük tanıyorlar. Şimdi bizim köyü ayırdılar bir köşeye. Lüks olmayan yerleri ayırdılar. Şimdi bir de bunlar ile uğraşıyoruz. Belediye bize şart koştu dedi ki senin köylün burada patates satmayacak. Kendi ürününü satacak dedi. Böyle şeyler yapıyorlar. Rakip istemiyorlar. Burada pazarlama yollarını arasa ya belediye, İlçe Tarım…
Muhtarım sohbet için çok teşekkür ederiz. Son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?
İşte bu işler gönül işi. Herkesin kendi bölgesinde bir şeyler yapması lazım. Arka arkaya birçok şey yaptık, başardık. Bunu her köy, her muhtar yapabilir istedikten sonra…
Ama bir taraftan da Köy Muhtarlığı’na verilen bütçe yok. Muhtarlığa 10-20 bin bile olsa bir bütçe ayrılsın. Kontrol de edilsin nereye harcandığı. O yapılmadığı gibi Şimdi bir de muhtarlık bütçesinin yüzde 5’inin devlete vereceksin, diyorlar. Ben nereden bulup vereceğim bu parayı? Tüm Karaburun köylerinden istiyor kaymakamlık bu parayı… Bir taraftan böyle gösteriyorlar dayağı bir taraftan böyle. Ben anlayamadım vallahi!