Hele bir şuradan yırtayım. Önce ucuz bir yer kiralarım biraz uzak olur, durumu düzeltince araba alır köye de bayramlarda gıcır gıcır gelirim. Yok artık gübre kokmak inek, buzağı altı temizlemek güneşin altında domates toplamak. Topalların Hüseyin, iki yıllık makine ressamlığını bitirdi, kürek tutmayı bile bilmezdi. Atınca kapağı şehre .. geçenlerde geldi araba yeni, üst baş yeni. “Geçinemiyorum” dese de belli.. Keyfi yerinde, yarın kalan tarlaları satar. Bir de eve girer..ömür boyu rahat rahat rahat şehirde yaşar gider. “Yok köy desteklemese geçinemezmiş”, “emekliliği iple çekiyormuş”, “hava yokmuş”, “trafikten bıkmış”… dertleri sıralarken gören de şubat ayazında ahır kürüyor, yaz güneşinde nohut harmanı yapıp tuz yanığı çekiyor sanır.
Güneş doğmuş, gece ayazından çıkan ova ısınmaya başlamıştı. Bülbüller ötüyor, tavuklar acele acele, tünedikleri dut dallarından, yaygarayla tüy saçarak yere konuyorlardı. Yere konar konmaz, güneş batımına kadar süren mesailerine başlamışlardı. Tavuklardan biri telaşla ayağının dibine uçtu. Tavuğa bir tekme savurdu. İlk tekmeyi buzağıların ayrıldığı bölmenin kapısı yemişti. Ahırın kapısı da aynı öfkeden nasibini almıştı. Yorgun kapı, yıllara dayanmış tokmağı, menteşesi ile ahırdaki görevini yerine getirmiş, ama bu gencin gönülsüz isteksiz umutsuz öfkesine artık dayanamıyordu. Her ahıra girişte kapıya vurduğu tekmeler, paslı menteşe ile kurt yeniği tahtaları bile, isyan ettirmiş; gün be gün yarıklar büyür olmuştu. Her tekmede, çivi yuvası büyüyen tahtanın, dilimlerinden biri ha devrildi ha devrilecekti.
Bak dedi menteşe kapıya “buzağıların bölmesini kapamayı yine unuttu. Gene süt toplayamayacak.” Çoğalan öfkesiyle genç, düvelerin sularını da aynı öfkeyle doldurdu. Hortumun ucundan akan su değil bezginlik ve nefretti. “Suladığım inek yavrusu değil fil mübarek” diyerek, hortumu ulu orta fırlattı. Birazdan tarla sürmeye gidecek olan pulluk, hortumu kıyacak, yine hortum masrafı yapmak zorunda kalacaktı.
Yaşlı kapı, menteşesi, tokmak, kova, tavuk, hortum atıldıkları, fırlatıldıkları yerden birbirlerine baktılar ..Sonrada kızgın bezgin, doğduğu yer dar gelen, genişletmek için de, terk etmekten başka bir şey yapmayan gence baktılar baktılar. Avluda olanlara bakan ve hortumla aynı dili konuşan biri daha vardı. Öfkeli bezgin doğduğu yere sığamayan gencin dedesi. Ezanla uyanıp camiden geldikten sonra, hep aynı brikete oturur sessiz sakin duruşuyla, avludaki orkestrayı varlığı ile idare ederdi. Dede otururken karıncalar yeni yollar açar, karnı doyan tavuk yumurtlamak için folluğuna geçer, arpayı yiyen düve su içerek biraz daha besilenir, kırlangıçlar yere beraber uçar, arılar keşfe çıkardı.
Bu tablo resmedilseydi yirmi sene öncede aynı resim yapılırdı. Atadan kalan topraklar, aynı düzeni kaç kuşaktır sürdürüp dururdu. Şükür ki ne şükür. Şimdilerde dedenin canı sıkkındı. O ki avludaki her şeyin, gökteki bulutun, avucuna aldığı başağın, değdiği ineğin, dilinden anlayan dede, gencin dilinden anlamıyor; yok yok anlıyor da, ona nasıl anlatacağını bilemiyordu. Gencin anası nemli gözlerle, elinde kaynattığı sabah sütünün çalacaği ile dedenin yanına çöktü. “Yok baba bu meramdan anlamayacak dar geliyor buralar gidecek ..”dedi. Bir evin bir oğlu kayrılan, sevilen uğruna tarla alınan oğluydu. Traktör yenilenmiş icara yer tutulmuştu. Ekim dikim yapılıp büyük hane olunacak, düğün yapılacak, gelin alınacaktı.
İsteksiz bezgin, yeri, doğduğu yurdu dar gelen genci bu planlar zerre ilgilendirmiyor; heyecanla şehirde mesai saatinin başlamasını bekliyordu. Bu gün belli olacaktı. Çorlu’da mukavva fabrikasına yaptığı başvurunun sonucu. Yalnız canı bir şeye sıkılmıştı. Fabrika müdürü ne tuhaf gülmüştü. “NE İŞ YAPARSIN ? NE İŞ OLSA YAPARIM..NE İŞ OLSA YAPARIM” Müdürün yüzündeki ifade canını sıkmış sanki biraz da hevesini kırmıştı. Ne yani “hayvan bakarım, pulluk çekerim, iyi ağaç arası açarım, sıkı slaj yaparım” mı diyecekti? Hem ne sanıyordu kendini bu adam? Neyse, daha iyi iş bulana kadar idare edecekti.
Babam da hemen sordu. “Sigorta yapıyorlar mı ? Oğul hırpalanırsın her daş yerinde ağır mağır ..” Ne olacak ki ? Sahi sigorta falan aklına gelmemişti. Neyse kapağı bir atayım, bir kurtulayım. Hem ne demek ya “diploman yok”.
Eli tekrar telefonun saatine gitti. Mesai başlamıştı. Haber birazdan gelecek buralardan kurtulacak şehirli olacaktı. Toprağın, bulutun, yaşlı kapının dilinden anlayan dede; toprağın efendiliğinin, toprağa saygıdan geleceğini anlatamıyordu gence. “Sabırlı ol” dedi gelinine. “O da babası gibi ..O’na da dar gelmişti bir zamanlar, gitti çalıştı şehirde, o da sigortalı sigortasız iş değiştirdi durdu. Anası hasret gitti. Döndü geldi sonunda. Gene bu topraklar emekli etti onu. GİTMEK İSTEDİĞİNDE DELİKANLI DÖNMEK İSTEDİĞİNDE İHTİYAR. HER DAŞ YERİNDE AĞIR GELİN. Bu topraklara sahip çıkar, bu ahırı boş bırakmazsanız, çok evlat, gelin, torun torba besler. TARİH TEKERRÜR EDİYOR, TOPRAK BİR PARÇASINI DAHA KAYBEDİYORDU. Yaşlı kapı, paslı menteşe, tokmak, hortum, tavuk, dede; gencin geleceğini, hem de döneceğini biliyorlardı. Dede sakince devam etti “bırakın gitsin dönecek elbet, dönecek siz o gelene kadar bu ahırı tarlaları boş bırakmayın, döndüğünde devam edeceği gücü, sağacağı ineği, ekeceği toprağı olsun yeter ki devam edin. BOŞ KALMASIN TARLALAR, BOŞ KALMASIN AHIRLAR