AHMET BEKMEN
Tarımsal üretime dair risklere yönelik, Devlet Destekli Tarım Sigortaları Kanunu yürürlüğe girdi. Bu alanda faaliyet gösteren 16 şirket, eşit sermaye ile TARSİM A.Ş.’yi kurdu. Şirketler düzenleyecekleri poliçelerden yüzde 17 komisyon alacak.
* * *
Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO), lisanslı depoculuk uygulamasına yönelik adımları atmaya başladı. Yatırımcılar tarafından kurulacak ve TMO tarafından kiralanacak lisanslı depolar “tarım bankası” gibi işlev görecek. Uygulamayla, makbuz senedine dayalı piyasa işlemleri daha da artacak. Yani çiftçi, ürününü depoya koyup, bu ürüne mahsus olarak aldığı değerli kağıdı borsada satar duruma gelecek. Çiftçi ürününü artık “cebinde taşıyıp”, satabilecek.
* * *
Ziraat Bankası; çiftçilerin Bağ-Kur primlerinden, elektrik ve su borçlarından oluşan kredi paketini uygulamaya soktu. Sulama sistemleri için de kredi kullanımını başlattı. Buna göre, çiftçiler, belirlenecek sulama sistemi kuran şirketlere başvurduktan sonra Ziraat Bankası’ndan kredi kullanabilecek.
* * *
TARİŞ’i satın alan Denizbank, çiftçilere özel olarak yılda bir kere ödemeli şekilde hazırladığı “Üretici-kart”ı kullanıma soktu. Denizbank’ın 2003’ten itibaren vermeye başladığı tarımsal krediler, 9 milyon YTL’den 2006 itibariyle 52 milyon YTL’ye ulaştı.
* * *
Bu 4 kısa haberi okuduğumuzda, Türkiye’de tarımın içinden geçmekte olduğu dönüşüm süreci hakkında bir fikir sahibi oluyoruz. Devletin ve aslen çiftçilerin sahibi oldukları Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri’nin yerini piyasa tanrısı almaya başlamıştır. Banka kredileri, ürün borsaları ve özel sigortaların havada uçuştuğu bir sektördür artık Türkiye’de tarım.
Piyasa tanrısının “çiftçilerimizin yüzünü güldürmeye” yönelik bu açılımlarının yanı sıra, başka gelişmeler de yansıyor gündeme.
Örneğin mısır ve buğdayda rekor üretime ulaştığımızı açıklayan AKP, yakın zaman önce Arjantin’den mısır ve buğday ithal etme kararının altına imza attı. Bu ürünlerin GDO’lu, yani genetik olarak değiştirilmiş ürünler olma ihtimali çok yüksek, zira Arjantin bu konuda sicili kabarık bir ülke. Hele söz konusu olan, mısır gibi yine bu konuda “sabıkalı bir ürün” olduğunda, şüphelenmek daha da makûl.
Böylelikle yerli üreticimizin pazarı GDO’lu ürünlere açılıyor ve bankalardan kredi alan küçük üreticinin, o krediyi geri ödeme günü geldiğinde naçar kalabilme ihtimali ortaya çıkıyor. Zira ürününün pazarı ucuz GDO’lu ürünler tarafından işgal ediliyor. Ürünü elinde kalan bir üretici, özellikle de küçük üretici için aldığı kredilerin bir kâbusa dönüşme ihtimali çok yüksek. Bu ülkede neredeyse dakikada bir çiftçinin iflas eder duruma geldiğini hatırladığımızda durumun vahameti daha da açık hale geliyor.
Bunu demekle “yerli/milli çiftçimizi koruyalım” gibi yerlici/millici/ ulusalcı bir çizgiye mi savruluyoruz? Türkiye’nin çiftçilerini Arjantin’in çiftçilerine tercih mi ediyoruz? Hiç de değil. Bu işten kazanan Arjantinli çiftçiler değil çünkü. Biliyoruz ki ithal edilen muhtemel GDO’lu ürünler, çiftçisizleştirilmiş, endüstriyel tarım plantasyonlarında üretiliyor. Biliyoruz ki kazanan Arjantin’in üreticileri değil, Arjantin’e yatırım yapmış küresel tarım şirketleri. Hatta bir “tiyo” daha verelim ve Arjantin’e yatırım yapan bu şirketlerden birinin de, bir müddettir bu memlekette kendisiyle cebelleştiğimiz Cargill olduğunu belirtelim.
İşte piyasa tanrısının işleri. Eskiden her seçim dönemi geldiğinde, gazeteleri, küçük bir kaşıkla emekçiye bir şeyler veren, verirken de cebindekini koca bir kepçeyle alan politikacı karikatürleri doldururdu. Sizce “piyasaları” nasıl karikatürize etmek lazım?
10 Mayıs 2007 Birgün Gazetesi
Bir Yorum
abdullah AYSU
Çok güzel yazmış ve özetlemişsin. Beynine sağlık, Ahmet. Çiftçiler adına teşekkürler.